• 01/01/70 - 02:00
  • Yazar: Avigdor Lieberman/ Jerusalem Post
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- İsrail’in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman, Jerusalem Post gazetesi için kaleme aldığı makalesinde “iki devletli çözüm” formülünü nüfus mübadelesi öngören kendi çözüm planı ile tartışıyor.




    YDH- İsrail’in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman, Jerusalem Post gazetesi için kaleme aldığı makalesinde “iki devletli çözüm” formülünü nüfus mübadelesi öngören kendi çözüm planı ile tartışıyor.  

     

    Lieberman’ın, Jerusalem Post’un “İsrail dışişleri bakanı iki devlet çözümünün ne anlama geldiğini ve İsrail’in sınırı nerede çizmesi gerektiğini tartışıyor” spotuyla yayımladığı yazısının çevirisini sunuyoruz.

     

     ‘Tekrar tekrar aynı şeyleri yapıyor olmak ve değişik sonuçlar beklemek; deliliğin ta kendisidir’ demiş Albert Einstein bir keresinde.

     

    1993’ten beri başa geçen ve uluslararası toplum tarafından desteklenen hükümetler, kusurlu ‘barış toprağı’ paradigmasının içinden İsrail-Filistin çatışmasını çözmeye çalışıyorlar. Her seferinde aynı formül uygulanıyor, fakat bu, Arapların inatçılığı yüzünden her defasında da başarısızlığa uğruyor.

     

    Bu çatışmaya bir çözüm olması açısından, uluslararası toplum tarafından 1967 öncesi ateşkes sınırlarına dönmesi için İsrail’e giderek artan bir baskı yapılıyor. Yaygın şekilde olan şey bu; çünkü ortada anlaşmazlığın özünde toprakla ilgili ve uluslararası hukuk ve emsali anlamada bir kafa karışıklığı olduğu şeklinde bir yanlış anlaşılma var.

     

    Daha da önemlisi, gelmiş geçmiş İsrail liderleri bu paradigmaya bir alternatif üretemedi.

     

    İsrail’in sözü edilen Yeşil Hatta dönmesi gerektiğini söyleyenler, 1967 savaşında toprak fethedildiğindeki yasal çerçeveyi çizen BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı çözümüne bir göz atmalılar.

     

     

    Bu çözüm, kasıtlı olarak Batı Şeria’dan tam bir çekilmeyi ön görmemiş. Çözümün baş tasarımcısı Lord Caradon, 1967 öncesi sınırı ‘yapay ve arzu edilmeyen’ olarak tanımlamış. Başka bir tasarımcısı ve 1967 ABD’de politika genel bakanı olan Eugene V. Rostow da, İsrail’in ‘ateşkes sınırlarıyla aynı olsun ya da olmasın; güvenli ve kabul edilebilir sınırlara çekilmesi gerektiğini’ söylemiş.

     

    Aslında Yeşil Hat, İsrail’in Bağımsızlık Savaşı sonunda, İsrail ve Ürdün orduları savaşı bitirdiklerinde çizilen bir sınır… Ürdün-İsrail Ateşkes Antlaşması’nda özellikle belirtiliyor: “Bu antlaşmanın hiçbir maddesi tarafların Filistinlilerin yerleşim sorununu barış yoluyla çözmeleri için hakları, istekleri ve konumlarının önüne geçemez; anlaşma maddeleri tamamen askeri menfaatler düşünülerek oluşturulmuştur.”

     

    Yani aslında, barış güvercini eski dışişleri bakanı tarafından “Auschwitz sınırı” olarak da tanımlanan Yeşil Hat, bir sınır çizgisidir denilemez.

     

    Birçokları İsrail-Filistin çatışmasının toprakla ilgili olduğunu söylerken, kanıtlar tam tersini gösteriyor. İsrail’in 1967’ye kadar Batı Şeria’da ne bir vatandaşı, yerleşimcisi ne de ordusu vardı; fakat komşularından ve onların desteklediği teröristlerden bir an bile huzur bulamadı.

     

    Filistin Kurtuluş Örgütü bu savaştan önce, 1964 yılında kuruldu ve orijinal anayasasında Batı Şeria’ya dair hiçbir iddiaları olmadığı şeklinde bir cümle yer alıyor.

     

    Eğer 1967 öncesi sınırlara dönülürse, çatışma kesinlikle o sınırları geçecek ve İsrail’e bulaşacaktır. Birçok ülkedeki Arap nüfus, kendilerini politik ve kültürel anlamda Filistinli olarak tanımlıyor.

     

    Birçoğu kendilerini Filistin milli hareketiyle, hem de kendilerine tam sivil haklarını sağlayan devletlerine açıkça karşı gelmek suretiyle özdeşleştiriyorlar. 2006’da Arap liderleri; ‘İsrail’deki Filistinli Arapların Geleceğine Bir Bakış’ başlıklı bir belge hazırladılar ve bu belge, İsrail’in meşruiyetini ve Yahudi toplumunun kendi kendini yönetmesi olarak ortaya çıkan kuruluş amacını çok derin bir şekilde sorguluyor.

     

    Daha da kötüsü, bazı Arap liderleri Yahudi devletini yok etmek isteyenleri aktif olarak destekliyor. Eski milletvekili Azmi Bişara İsrail’e Hizbullah roket saldırıları yönlendirmişti,  Ahmed Tibi de, ücretleri vergi verenlerin paralarıyla ödenen Knesset’in bir üyesi olmasına rağmen; Yaser Arafat’a ve şimdiki Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas’a danışmanlık yaptı.

     

    Düzenli olarak Arap şehirlerinde İsrail’e karşı düzenlenen geniş çaplı gösteriler tüm ülkeye yayılıyor. Gösterilerde çok sık ‘Yahudilere Ölüm’ çığlıklarını duymak ve Hamas’tan ve Hizbullah’tan terörist liderlerinin resimlerini görmek mümkün. Bu olaylar, çatışmanın iki halk arasında olmakta olduğunun apaçık bir göstergesi.

     

    Çözüm, Filistinlilerin yayılmacı emellerini alkışlamaktan değil, gerçekten “iki halk için iki devlet” yaratabilmekten geçiyor.

     

    Şimdilerde uluslararası toplumdan bazı kesimlerin istekleri, saf homojen bir Filistin devleti ve İsrail’de de iki uluslu bir devlet yaratmak yönünde. Bu, bir buçukla yarım bir devlet çözümü demek oluyor. Kalıcı bir barış ve güvenlik içinse Araplar ve Yahudiler arasında, ikisine de kendi kaderlerini tayin etme hakkını verecek gerçek bir politik ayırma yapmak gerekiyor.

     

    Bu yüzden kalıcı ve adil bir çözüm yaratmak adına, biri Yahudi İsrail’i diğeri Arap Filistin’i olacak iki büyük homojen devlet yaratmak için bölgeler arasında bir nüfus mübadelesi yapmak şart. Tabii ki, bu her iki ülkede oluşacak azınlıklar sivil haklara sahip olmayacaklar demek değil.

     

    Ve artık, Filistinlilerin geriye dönme hakkı diye bir şey olmayacak.

     

    Arap topraklarındaki Yahudi mültecilerinin İsrail’i yaratmak şeklinde bir çözüm buldukları gibi, Filistinli mülteciler de yalnızca Filistinlilerin olan bir devlete sahip olacak. Ve bu ülke silahsızlanmış bir ülke olacak, İsrail de herhangi bir silah kaçakçılığı olmadığını görmek için sınırdaki varlığını koruyacak. Benim görüşümce, bunlar bizim kırmızı çizgilerimiz olmalı.

    Tarihin bir ülke içindeki rekabet halinde milliyetçi emellere sahne olmaktan uzaklaştığına tanık olmaktayız. Eski Yugoslavya birçok farklı devlete bölündü. Çekoslovakya ikiye bölündü ve Belçika’da bile ülkenin Walloon ve Flaman bölgelerine bölünmesini isteyen hayli yüksek sesler var. Etnik, milli ve dini sınırlara dayalı yeni devletler yaratmanın örnekleri uluslararası arenada var ve bir trend halini aldı.

     

    Var olan tüm zorluklarıyla birlikte, bu bölgede uzun dönemli istikrarı sağlayabilecek tek çözüm. Birçok durumda gerçek bir nüfus mübadelesi ya da evlerin yıkılması gibi şeyler olmuyor, mesele demografi baz alınarak, yoktan bir sınır oluşturma meselesi.

     

    İsrail’deki Araplar o zaman Filistinli vatandaş olma hakkını elde edecekler. Vatandaşlığın insanlardan alınmasının yasalara aykırı olduğunu savunanlar var. Fakat 2001’de çıkarılan Birleşmiş Milletler Genel Meclisi 55. Çözümü 153. bölümünde açıkça “Bir devletin topraklarından bir kısmı o devlet tarafından başka bir devlete aktarıldığında, devralan devlet devredilen topraklarda yaşamakta olan kişilere kendi milliyetini aktarmış olur ve önceki devletin vatandaşlığı bu kişilerden alınır” deniliyor.

     

    Ayrıca gelecekte kurulacak Filistinli devletin bir parçası olmaları düşünülen Arapların da bunu kabul etmeyeceklerini iddia edenler de var. Öncelikle ortada şöyle bir sorun var: Filistin milliyetçi duygularını destekleyen Araplar neden bu plana karşı çıksınlar? Bu planı tüm İsrail vatandaşları için referanduma sokmalıyız; kararı onlar versin.

     

    Irka ya da dine bakmaksızın, hepsinin en yüksek çıkarlarına hizmet edecek olan kalıcı barışı sağlamak için gerekli politik olgunluğu göstereceğinden hiç şüphem yok.

     

    Birçoğu, bir çözüm için sabırsızlanırken, yapay zaman aralıkları ve baskılar üretmek yardımcı olmayacak.

     

    Ne kadar zaman alacağına bakmaksızın, çatışmaya getirilen bu çözüm şiddetten uzak yollarla başarılabilir. Şu anda dünyada şiddete başvurmanın yer almadığı 100 kadar bölgesel ve ulusal anlaşmazlık sayılabilir.

     

    Lakin, taraflar arasında güvenin ve pozitif bir atmosferin inşa edilmesi için, Filistinliler İsrail’i kışkırtmamalı, cinayetleri kutsamamalı, İsrail’i uluslararası oturumlarda günah keçisi yapmamalı, İsrail mallarını boykot etmemeli ve İsrail yetkililerine karşı yasal olarak hakaret anlamına gelen sözler kullanmamalıdırlar.

     

    Bu zorlu süreç esnasında birçok iniş ve yokuş olacaksa da, çözüme ancak yüz yüze anlaşmalar yoluyla ulaşılabilir.

     

    Bu çatışmamız için kalıcı bir çözüm tasarısıdır. Theodor Herzl’in sözleriyle: “Eğer istiyorsan, bir rüya değildir.”

     

    Çeviren: Gözde Nur Donat

    http://www.jpost.com/Opinion/Op-EdContributors/Article.aspx?id=179333