YDH- İranlı parlamenterlerden Ali Mutahhari, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en yakın dostu ve bürosunun başkanı Rahim Meşşai’den “Bundan sonra İslam öğretisini değil, İran öğretisini tebliğ etmeliyiz” şeklindeki sözleri konusunda kamuoyuna açıklama yapmaya çağırmasını istedi.
YDH- İranlı parlamenterlerden Ali Mutahhari, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en yakın dostu ve bürosunun başkanı Rahim Meşşai’den “Bundan sonra İslam öğretisini değil, İran öğretisini tebliğ etmeliyiz” şeklindeki sözleri konusunda kamuoyuna açıklama yapmaya çağırmasını istedi.
Dr. Mutahhari, Tabnak adlı internet sitesinde yayımlanan yazısında şunları ifade ediyor:
Sayın İsfendiyar Rahim Meşşai’nin yurtdışında ikamet eden İranlılarla yapılan toplantının kapanış oturumunda yaptığı konuşma, İslam Devrimi için yüreği yanan herkesi kendine getirmesi gereken bir alarm zilidir.
Gerçi onun sözleri daha çok bir sufi şathiyesine benziyor. O, kendinde olmadığı bir alemde bir söz söylüyor ve onun bu sözünün tefsirini, ya normal hale geçtiği zaman kendisinin ya da onun müridinin yapması gerekiyor. Dolayısıyla da ya onun kendisinin ya da Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu şathiyelere açıklık getirmesi bekleniyor.
Gerçi onun sözleri bir politikacının sözlerine pek benzemiyor ve üzerinde çok fazla da durulmayabilir. Ancak bu meselenin önemi Sayın Meşşai’nin hakiki kişiliğinden kaynaklanmıyor, onun hukuki kişiliğinden yani cumhurbaşkanlığı bürosu başkanlığından kaynaklanıyor.
İran İslam Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanının bürosunun başkanı “İslam konusunda çeşitli anlayışlar bulunmaktadır. Ama İslam’ın ve İran’ın hakikati İran öğretisidir. O halde biz bundan sonra dünyaya İran öğretisini tanıtmalıyız” diyorsa bu mesele tesadüfi ve basit bir mesele olarak görülemez.
Bu sözleri, onun Kuroş’u ve Daryuş’u yücelten ve antik İran’ın olağan dışı bir şekilde ihyasını söz konusu eden diğer sözlerinin yanına koyalım ve cumhurbaşkanının zaman zaman İslami şahsiyetlerin yerine o döneme ilişkin mitolojik şahsiyetleri gündeme getirmesini göz önünde bulunduralım.
Örneğin Cumhurbaşkanı, bir süre önce “Biz Rüstem’in, İsfendiyar’ın ve Areş’in çocuklarıyız” diye buyurdular. Yine yurtdışında yaşayan İranlılarla yapılan toplantıda da “Her bir İranlı bir Rüstem, bir Siyaveş ve yiğit bir savaşçıdır” dediler. Evet şimdi bütün bunları yan yana koyup düşünelim acaba yeni bir şeyler mi oluyor?
Acaba bundan sonra İslam’ın yerine, İran’dan mı söz edeceğiz? Devrimimizin ideolojik ve İslami mahiyeti, ırkçı bir mahiyete mi dönüştürülecek? Bu, İslam’ın kesin olarak reddettiği bir şeydir. Son ilahi mesaj, kavmi ve ırki övünmeleri şiddetle nehyetmiştir.
Şehitlerin efendisi Hamza’nın, Ali’nin (AS) Hüseyin bin Ali’nin (AS), Malik Eşter’in, Ammar bin Yasir’in, Ebu’l Fazl Abbas’ın, Salman’ın, Ebuzer’in, Mikdad’ın yerine bundan sonra Rüstem, Siyaveş, İsfendiyar ve Areş mi bizim modelimiz olacak?
İslam, bize daha yüksek modeller sunduğu halde neden ırki taassup kokuları da gelen nakıs modeller peşinden gidelim? Acaba kutsal savunma [İran Irak savaşı] savaşçıları ve ondan önce de İslam devrimi mücahitleri saldırganlarla ve emperyalistlerle savaştıkları mücadele meydanına Rüstem’in ve İsfendiyar’ın adıyla mı çıktılar?
Onlar yalnızca İslam’ı savunmak ve dünyaya son ilahi mesajı iletmek için kendi canlarından kolayca geçtiler ve İslam’dan başka hiçbir şeyi, canlarını feda etmeye değer görmediler. Eğer topraklarımızı Kuroş’un, Daryuş’un, İsfendiyar’ın, Areş’in, Rüstem’in ve Siyaveş’in adına savunsaydık şimdi Tahran Saddam’ın ve onun destekçilerinin elinde olurdu.
Antik İran tarihini, tarihi bir gerçeklik olarak söz konusu etmenin kendi başına kınanacak bir tarafı yoktur. Fakat bir İslam nizamının üst düzey yetkililerinin –ki bunların daima evrensel İslam’ın davetçisi olması gerekir- olağan dışı bir şekilde bunu vurguluyor olması, bunlar bizim için nasıl bir program öngörüyor diye insanı şüphe ve tereddüde düşürüyor.
İmam Humeyni açıkça, “bizim devrimimiz İslam devrimidir, İran devrimi değil” diye buyurmuştur. İslam Devrimi’nin zaferinden sonra radyo spikeri, “Bu, İran Devrimi’nin sesidir” deyince, Şehit Ayetullah Mutahhari, kızarak “İran İslam Devrimi deyiniz” demiş ve İmam Humeyni de gereken emri vermişti.
Sayın Meşşai, “İslam öğretisini değil, İran öğretisini dünyaya yayalım; çünkü İslam konusunda çeşitli yorumlar bulunmaktadır” diyor. Bu, özrü kabahatinden büyük olmaktır. İslam konusunda farklı yorumların olduğu açıktır; ama bu yorumların hepsi muteber midir? Yoksa yalnızca “İslam uzmanı” olarak kabul edilenlerin yorumu mu muteberdir. Kaldı ki onların yorumlarındaki ihtilaflar da cüzidir ve esasa ve temele ilişkin değildir.
Öte yandan İran öğretisinden kastedilen nedir? Eğer bundan kastedilen İran’ın milliyeti, kimliği ve kültürü ise son dere açıktır ki İran’ın milliyetinin, kimliğinin ve kültürünün en yapıcı unsuru İslam’dır. O halde doğal olarak İslam’ı yaymamız gerekmektedir.
Eğer “İran öğretsi”nden kastedilen başka bir şeyse, o zaman Sayın Meşşai kendisini devrimin hidayet edicisi konumuna yerleştirmektedir ve devrim için İslam’a yabancı yeni bir yol açmaktadır ki bu da İslam’a karşı İslam’dır.
İslam Devrimi Lideri’nin Sayın Meşşai’nin cumhurbaşkanlığı yardımcılığına karşı çıkmasının hikmeti burada ortaya çıkmaktadır ve bunun göz önünde bulundurarak Sayın Cumhurbaşkanının ona hiçbir makam vermemesi gerekirdi.
Şu an cumhurbaşkanının bu konuda ağır bir görevi bulunmaktadır. Sayın Meşşai’nin kamuoyuna açıklama yapmasını istemesi yerinde olur. Eğer bu konuda ikna edici bir açıklama yapamazsa onu azletmelidir. Gerçi bu tür istekler, cumhurbaşkanının hata yapan şahısların makamını daha da yükseltmesine sebep olmaktadır.
Meclis de sahip olduğu asaletle bu meselenin takipçisi olmalı ve anayasaya uygun bir şekilde bu soruyu da cumhurbaşkanına soracağı diğer soruların bir parçası haline getirmelidir.
“Bu önemli bir mesele değildir, adamın biri bir laf etmiş üstünde çok fazla durmayın denmemelidir.” Hayır üst düzey yetkililerin yaptığı bu açıklamalar son derece önemlidir ve bunlar, bir devrimin sapmasının başlangıç noktası olabilir.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu