• 10/09/10 - 01:00
  • Yazar: Amir Mizroch / Jerusalem Post
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi yazarı Amir Mizroch’un, aşağıdaki yazısı İran’ın nükleer silahlara sahip olmasından duyulan endişenin İsrail’de yarattığı psikolojik travmayı yansıtıyor.




    YDH- İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi yazarı Amir Mizroch’un, aşağıdaki yazısı İran’ın nükleer silahlara sahip olmasından duyulan endişenin İsrail’de yarattığı psikolojik travmayı yansıtıyor.  

     

    Amir Mizroch İran’ın nükleer programını durdurmayı başaramayan İsraillilere “İran’ın nükleer silaha” sahip olacağı düşüncesine alışmayı tavsiye ediyor.

      

    Endişelenmeyi bırakıp İran bombalarını sevmeyi nasıl öğrendim

     

    İsrailliler tartışmalar yapıp sürekli, İran nükleer tehdidi altında bir yaşama hazırlanmaya başlamalı mı?

     

    2009 genel seçimlerinin arifesinde,  muhalefet lideri Benyamin Netanyahu, yılın 1938 olduğunu söyleyerek dünyayı şaşkına çevirmişti. “Yıl 1938’di ve İran da Almanya… Ve İran, kendini atom bombalarıyla donatmaya koşuyor,” demişti Netanyahu, yıllık Birleşik Yahudi Komiteleri Genel Meclisi’ndeki delegelere.

     

    İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad için “Ona inanın ve onu durdurun” demişti. “Yapmamız gereken şey bu. Bunun yanında her şey önemini kaybediyor.” İran cumhurbaşkanı “Holokost’u inkâr ederken”, Netanyahu “o, Yahudi devleti için bir Holokost daha hazırlıyor” demişti.

     

    Bir buçuk yıl sonra şimdi 1939’un içindeyiz.

     

    İsrail’in ve dünyanın İran’ı bir nükleer bomba kapasitesi edinmekten men etmedeki başarısızlığı şimdi üzücü ve inkâr edilemez bir gerçek.

     

    İranlılar ilerleyişlerinde az çok yavaşlatılmışlarsa da (bazı uzmanlar, çeşitli gizli sabotaj operasyonları olmasaydı bombaya iki yıl önce ulaşmış olacaklarını söylüyorlar), sonunda oraya vardılar.

     

    Şimdi İranlılar bağımsız olarak nükleer silah yapabilmek için ihtiyaç duydukları tüm bileşenlere sahipler. İran’ın her yerindeki çeşitli tesislerde çalışan binlerce bilim adamları var; ihtiyaç duydukları tüm zenginleştirme donanımına sahipler (yazılımları son zamanlarda biraz hasara uğramıştı, ancak “virüs” fark edildi ve mühürlendi, onlar da süratle devam ettiler);  çeşitli türlerde ilerlemiş füzeleri var ve şimdi yapmaları gereken tek şey silahların sınıf seviyelerini zenginleştirip bir füzenin üzerine savaş başlığı takmak.

     

    Bu basit bir süreç değil; fakat İranlılar, ne zaman tercih ederlerse, tek başlarına, bunu yapabilirler. Üç gerekli elementin üçüne de sahipler ve şimdi tek yapmaları gereken, bir çift bombayı bir araya getirip bölgesel bir hegemonyacı güç olmak için siyasi karar almak. Bunu, nükleer programlarını, çok sayıdaki tesis üzerine yavaş ve metodik bir ilerlemeyle genişçe yayarak elde ettiler.

     

    İranlılar, derslerini İsrail’in Irak ve Suriye reaktörlerini imha etmesinden aldılar. Tesislerini yeraltının derinlerine inşa ettiler, onları geniş ülkelerine boydan boya yaydılar ve onları korumak için ölümcül hava savunma sistemleri satın aldılar.

     

    Kuzey Kore’nin uluslar arası baskıya göğüs germesinden güç aldılar. Ayrıca, ABD ordusunu batakta tutmak için, Irak ve Afganistan’da savaşan o Amerikan birliklerini destekleyenlerin de icabına baktılar ve İsrail’in kuzey sınırındaki ileri bölüklerini dişlerine kadar silahlandırdılar.

     

    Şimdi yıl 2010, 5771 ve 1939. İsrail’in iki seçeneği var ve ikisi de hükümetin kamuoyunu düzgünce hazırlamasını gerektiriyor; ya İran’ı nükleer potansiyelini yaşama geçirmekten men etmek için bir savaşa ya da nükleer donanımlı mollalarla yaşamayı öğrenmeye.

     

    İsrail kanısı; İranlıların radikal olduğu, ancak mantıksız olmadığı yönünde. Bu demektir ki ilk füzelerine bir nükleer savaş başlığı yerleştirip Tahran Meydanı’nda geçit yaptırmayacaklar. Dahası ve Siyonist teşekküle karşı çıkan söylemlerine rağmen, İranlılar bir karşı saldırının yıkıcı sonuçlarını gayet iyi bile bile ulusal bir intihara girişip İsrail’e nükleer füzeler ateşlemezler. Bazı değerlendirmeler İranlıların İsrail’den farklı olmayarak, bir nükleer belirsizlik politikası benimseyeceğini varsayıyor.

     

    Bu paradigma içinde, İsrail’in İran’a Amerikan onayı ve yardımı olmadan bir hava saldırısı başlatmaya karar vermesi oldukça ihtimal dışı görünüyor. Ve İran meselesi de Obama yönetiminin ajandasının zirvesinde olmadığı için (Irak ve Afganistan’dan çekilmek ve ekonomiyi onarmak ajandanın zirvesindeki öğelerdir), Amerika’nın onay ve yardımı sağlama ihtimali düşük. Şu an Başkan Barak Obama’nın istediği son şey, Ortadoğu’da, birliklerini orada tutacak ya da onları Afganistan ve Irak’taki diğer görevlerini bitirmekten saptıracak yeni bir savaş.

     

    Bölgeye kesinlikle başka birlik göndermek istemiyor. Ayrıca şu aşamada Kuzey Kore’yle çok daha ilgili.

     

    Yaptırımlar işlemedi ve artık onlardan her söz ediş, dünyanın nükleer bir İran’ı kabullendiği gerçeğini saklamak için bir duman perdesi. Elbette, hiçbir yetkili çıkıp da bunu resmen söylemez; ancak hükümette ve istihbarat çarkında, büyüyen bir yeni gerçeği kabullenme duygusu var. Şimdi konuşmalar önleme ve caydırıcılık üzerine.

     

    Fakat liderlerimiz, kamuda hâlâ, masanın dışında olmadığını söyleyerek askeri seçenekten bahsediyor ve belki böyledir de. Belki de İsrail hazırlamakta olduğu bir askeri seçeneğe gerçekten sahiptir.

     

    Öyle bile olsa, İran’ın bomba kapasitesine ulaşmış olduğu gerçeği sadece, bir saldırının bunu bir süre geciktireceği, onun nükleer programını yok etmeyeceği anlamına gelecektir. Mossad’ın resmi liderlerinden biri hâlâ İsrail’in, İran’ı, sonunda mesajı alıp nükleer silahlar geliştirmeye çalışmayı bırakana kadar tekrar tekrar vurmaya devam edebileceğine inanıyor.

     

    Diğer İran uzmanlarıysa, dünyanın birinci ve ikinci İsrail saldırıları arasında, ikinci saldırıyı neredeyse imkânsız kılacak kadar ciddi biçimde değişeceğini ileri sürüyor.

     

    Yani eğer Amerika İran’ı durdurmamıza yardım etmeyecekse ve biz de bu işi onun yardımı olmadan yapamıyorsak, İran’ın nükleer silahları olduğu ve bizim de artık Ortadoğu’daki hegemonyacı askeri güç olmadığımız gerçeğiyle yaşamayı öğrenmek zorunda kalacağız.

     

    Bu, biz İsrailliler için ne anlama geliyor? Bu yeni realiteyi hazmetmek için nasıl bir bilişsel kayış gerçekleştirmek zorunda kalacağız?

     

    1967’den beri, Ekim 1973’ün ilk birkaç günündeki kısa bir arayla, İsrailliler, ülkelerinin iki bin mil çapındaki alanda en büyük güç olduğu, bloktaki en kötü çocuk oldukları inancıyla yaşadılar. Yani eğer artık durum bu değilse, bu, ulusal psikolojimizi nasıl etkileyecek?

     

    Toplum olarak zaten oldukça gergin ve stresliyiz; en büyük düşmanımızın bizi yok etmek için gerekli araçlara sahip olduğunu bilmek nasıl bir şey olur bir düşünün.

     

    Eğer bize devamlı, nükleer bir İran’ın Yahudi devleti için varoluşsal bir tehdit oluşturduğu söylendiyse, şimdi İran’ın bombayı elde etmeye çok yakın olmasına nasıl tepki vermeliyiz?

     

    Bundan konuşmaya başlamalı mıyız, yoksa ne kadar güçlü olduğumuzdan ve daima olacağımızdan mı söz etmeliyiz? Liderlerimiz mütemadiyen yapamayacağımızı söylediği halde, nükleer bir İran’la yaşayabilir miyiz? Bu, zaten sarsılmış olan özgüvenimizi nasıl etkileyecek?

     

    Resmi savunma bakanı vekili Ephraim Sneh bir keresinde bu gazeteden Gil Hoffman’a, İranlıların “Siyonist rüyayı bir düğmeye basmadan öldürebilir” olabileceğini ve İsrailliler hayatlarının tehdit edilmeyeceği ülkelere göç edip, yeni göçmenlerin gelmeyi bırakabileceğini söylemişti.

     

    Böyle bir tehdit altında, “çoğu İsrailli’nin burada yaşamamayı tercih edeceğinden; çoğu Yahudi’nin aileleriyle buraya gelmemeyi tercih edeceğinden ve yurtdışında yaşayabilen İsraillilerin öyle yapacağından”  korktuğunu söylemişti, “İnsanlar kavrulmak için can atmazlar”.

     

    İsrailliler gelecekle ilgili daima korku dile getirmiş ve daima yabancı pasaportlar ve “B planı” aramışlardır. Polonya, Lituanya, Romanya ve diğerleri AB’ye katıldığından, İsrailliler yabancı pasaport almak için Tel Aviv’deki büyük elçiliklerini ziyaret etmişlerdir.

     

    Yabancı elçiliklerdeki yetkililer burada pasaport başvurusunda bulunan İsraillilerin sayısında artış olduğunu onaylıyor. Bu fenomen nükleer güce sahip bir İran’la yüz yüze geldiğimizde yayılacak mı?

     

    Holokost’tan sağ kalanlar nasıl hissedecek? Bazı İsrailliler ülkenin geleceği konusunda o kadar karamsar ki bir gün dünyada yine mülteciler olacağımızı ciddi ciddi hayal ediyorlar. Bu gerçekçi bir düşünce yapısı mı?

     

    Bir gazeteci olarak, ben yetkililerden duyduğum uğursuz değerlendirmeleri rapor etmekle, aynı zamanda okuyucumun moralini bozmaktan kaçınmaya çalışmanın çelişkisiyle boğuşmaktayım.

     

    İleriye baktığımızda, İsrailliler tartışmaya ve sürekli bir İran nükleer tehdidi altında bir hayata hazırlanmaya başlamalı mı?

     

    Hamas ve Hizbullah’a karşı gelecekteki mini savaşlarımız mini savaş olarak mı kalacak yoksa daima nükleer savaşa doğru tırmanma tehdidinde mi bulunacaklar?

     

    Bu, İran’ın nükleer bir güç olduğu zamanki tavrına bağlı olabilir; yani kendini saldırganca bölgesel hâkimiyet peşinde koşmakta özgür görmesine ya da nükleer kulübe adım atmanın caydırıcılıktan dolayı tavrını yumuşatmasına.

     

    Elbette, dış raporlara göre, İsrail sağlam bir nükleer cephaneye sahip, yani teknik olarak paniğe lüzum yok. Faciaya karşı hâlâ stratejik korumamız var. Ve hâlâ, Dışişleri Bakanı[nın ağzından], İsrail’i yok etme girişiminde bulunursa İran’ı imha etmekle tehdit eden Amerika’mız var.

     

    Ulusal Güvenlik Konseyi Şefi Uzi Arad geçenlerde demişti ki, “Nükleer bir İran’la yaşayamayız; çünkü nükleer bir Ortadoğu soğuk savaştaki nükleer açmazla aynı olmayacaktır. Nükleer bir Ortadoğu, buna yol açan her şeyle birlikte, multi-nükleer bir Ortadoğu olacaktır.”

     

    Liderlerimiz, İran’ın nükleer bir güç olmasına dair gittikçe yükselen ihtimali konuşmaya başlayana ya da İran hakkında konuşmayı tamamen bırakıp askeri eyleme geçene kadar, İsraillilerin yalnızca bir seçeneği var:

     

    Endişelenmeyi bırakıp İran bombasını sevmeyi öğrenmek.

     

    Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu

     

    http://www.jpost.com/Opinion/Columnists/Article.aspx?id=190494