YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, 8 bakanın istifasıyla hükümetin düşürülmesinden sonra yaptığı ilk konuşmasında son derece önemli mesajlar verdi.
YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, 8 bakanın istifasıyla hükümetin düşürülmesinden sonra yaptığı ilk konuşmasında son derece önemli mesajlar verdi.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın dün gece telekonferans yoluyla yaptığı konuşmadan önemli bölümlerin çevirisini sunuyoruz.
Son dönemde Lübnan’da yaşanan gelişmeleri, şu an gelinen aşamanın önemini dikkate alarak kendimi, birtakım olayları açıklama ve gelişmelerin analizini yapma konusunda sorumlu görüyorum. Çünkü Lübnan halkının, Lübnan’ı sevenlerin ve Lübnan’ın halkına, hükümetine, direnişine ve geleceğine özen gösteren kimselerin yaşanan süreç konusunda bilgi sahibi olma hakları bulunmaktadır.
Önce gerçeklerden başlayayım. Aylar öncesine geri dönmüyorum, gerçeklere kısaca değineceğim. Arap planı veya girişimi, ya da Suriye Suudi Arabistan girişimi olarak adlandırılan çabalardan başlayalım. Aralarında Hizbullah’ın üyelerinin de bulunduğu bazı kişilere suçlamalarda bulunacak olan uluslar arası mahkemenin iddianamesinin açıklanması yaklaşırken, Kral Abdullah ev Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed değerli bir girişim başlattı.
Suriye ve Arabistan’ın başlattığı girişimin içinde yer aldık, bunu desteklediğimizi açıkladık ve sizlere de Arabistan ve Suriye’nin çabalarını desteklemenizi söyledik.
Lübnan’ın iyiliğini isteyen ve Lübnan’ın sıkıntıları ve fitneyi aşmasından yana olan herkes gibi biz de bu çabaları ciddiye aldık. Müzakereler başladı; ama Lübnan’da bazıları sadece uzlaşma imkanlarını değil, hatta dile getirilen birtakım farklı görüşleri ve müzakereleri bile inkar ettiler. Çünkü onlar hakikatleri ve nesnel gerçekleri değil, sadece arzularını dile getiriyorlardı.
Ancak tüm Lübnanlıların gerçekleri bilmesi için bizim bu konuda açık olmamız gerekiyor; çünkü bazıları bazı gerçeğe aykırı şeyleri söz konusu ediyorlar.
Başlangıçta Suudi tarafı açıktı. Suudiler, Uluslar arası mahkemenin lağvedilmesinin imkansız olduğunu açıkladılar. Onlara göre çünkü bu mahkeme BM tarafından ve Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmuştu ve bu mesele ABD, İngiltere, Fransa vs. ile ilgiliydi.
Biz Suudilere kendilerini anladığımızı söyledik. Bu meseleye Aşura gecesi yaptığım konuşmada değinmiştim. Suudiler bu konuda son derece açıktılar ve bu, ilk gün ve ilk görüşmede ortaya kondu.
İkinci olarak Suudiler, muhtemel iddianamenin açıklanmasını engellemenin imkanının da olmadığını söylediler. Biz bu meseleyi de anlayışla karşıladık. Çünkü bu muhtemel iddianameyi Suudiler yayımlamıyor. Bunu Amerikalılar ve İsrailliler yayımlıyor. Dolayısıyla da Suudilerden Amerikalıları ve İsraillileri bu iddianameyi lağvetmeye zorlaması beklenemez.
Başlangıçta şu iki hususun mümkün olabileceği ortaya kondu: Birincisi, muhtemel iddianamenin açıklanmasının başka bir hususta uzlaşma sağlanıncaya kadar, birkaç haftalığına veya birkaç aylığına ertelenmesi; ikincisi ise bu muhtemel iddianamenin açıklanmasıyla ortaya çıkacak sonuçlar karşısında bizim Lübnan’ı nasıl destekleyebileceğimiz meselesiydi. Bütün bu meseleler, daha ilk günlerde söz konusu edilmişti. Elbette bu müzakereler gizliydi.
Biz, pekala bu meseleyi anlıyoruz; biz muhtemel iddianameye karşıyız, bu kararın siyasi olduğuna, Amerika ve İsrail’in bu iddianameyle bizi hedef almak istediğine inanıyoruz; ama Lübnan bizim ülkemiz ve ülkemizi sonuna kadar destekleyeceğiz dedik. Sonuç itibariyle biz Lübnan’ı tehlikeden nasıl koruyabileceğimiz ve Lübnan’ı savunabileceğimiz meselesinde yoğunlaştık.
Lübnan hükümeti, gelişmeleri, ihtimalleri ve tehlikeleri dikkate alarak, uluslar arası mahkemeyi veya muhtemel iddianameyi, şu üç şeyi yapma konusunda bir toplantı yaptı. Birincisi, Lübnanlı yargıçları uluslar arası mahkemeden çağırmak. İkincisi bu mahkemeye yapılan mali desteği durdurmak. Üçüncüsü de Lübnan hükümeti ile uluslar arası mahkeme arasındaki işbirliği protokolünü lağvetmek.
Evet, şu anki Lübnan hükümeti veya başka bir hükümet, bu üç maddeye dikkat edecek olursa bunların uluslar arası mahkemeyi lağvetmek anlamına gelmediğini görür. Biz, uluslar arası mahkeme konusundaki kendi bakış açımızı bir tarafa bırakıyoruz, bu mahkeme yerli yerinde duruyor.
Eğer Lübnan kendi yargıçlarını bu mahkemeden geri çağırırsa bu mahkeme veya Güvenlik Konseyi, Lübnanlı yargıçların yerine başka milletlerden yargıç gönderilmesine ilişkin bir karar alabilir.
Lübnan’ın bu mahkemeye verdiği mali destek –ki bu Lübnan halkına aittir- durdurulursa, dünyanın her yerinden birçok mali kaynak bulunur, yani bu herhangi bir sorun yaratmaz. Yani ne mali açıdan ne de Lübnan yargıçları açısından herhangi bir sorun yoktur.
Ancak protokolün lağvedilmesinin anlamı şudur: Lübnan, mahkemenin ve muhtemel iddianamenin sonuçlarından uzak olacaktır. Bellamaire’in ulusal çapta sorunların ortaya çıkmasına sebep olacak şekilde suçladığı kişileri tutuklamak Lübnan hükümetinin görevi değildir.
Eğer biz bu üç maddeye bağlı kalırsak; bu, Lübnan’ın uluslar arası mahkemenin muhtemel iddianamesinin yaratacağı sorunlardan uzak tutmak anlamına gelecektir ve bu uluslar arası mahkemeyi ve onun yayımlayacağı muhtemel iddianameyi lağvetmek demek değildir.
Biz, bu mahkemenin bir Amerikan ve İsrail mahkemesi olduğuna bunun hükmünün de Amerikan ve İsrail hükmü olduğuna inanıyoruz; ancak biz bu meselenin çözümü için bir ara yol önerdik.
Suudi tarafı, bize kendilerinin de Sa’d Hariri’nin de bu üç maddeye katıldıklarını bildirdiler ve bu konuda uzlaşma sağlamak için çaba göstereceklerini söylediler. Onlar ayrıca “başka bir mesele deha var, siz muhalifler olarak, Hizbullah veya Emel Hareketi olarak onu kabul edin sonuçta bizim aramızda tam bir uzlaşma olacak” dediler.
Onlar da müzakereler sonuca ulaşıncaya kadar gizli kalması şartıyla öngördükleri maddeleri bize sundular. Nitekim bunlar da gizli kaldı. Bu doğrultuda son aşamaya gelindi. Öne sürdükleri maddelerden bazılarını bizim de kabul ettik, bazı maddeler üzerinde biraz daha fazla durmayı gerektiriyordu, bazı maddeler ise bizim müttefiklerimizle değerlendirme yapmamızı gerektiren çekinceler içeriyordu. Fakat ortaya çıkan atmosfer olumlu bir atmosferdi.
Suudi Kralı hastalanıp Amerika’ya gitti, müzakereleri oğlu Emir Abdulaziz devam ettirdi. Müzakere süreci aksadı, telefonla ve aksayarak giden müzakereler devam etti. Yaklaşık iki hafta önce bize şöyle bir güvence verildi: Suudi Arabistan Kralı başarılı bir ameliyat geçirdi ve sağlık durumu iyiye gidiyor ve kendisi bu meselede uzlaşma sağlanıncaya ve sorun çözümleninceye kadar müzakerelerin sürdürülmesi kararını verdi. Çok yakında kralın oğlu, tüm maddeler üzerinde anlaşmaya varmak için Beyrut’a veya Şam’a gidecek. Ayrıca Sa’d Hariri’den de bu meseleyi gerçekleştirmek için Amerika’ya gelmesini isteyeceklerini söylediler.
Diğer bir mesele Sa’d Hariri meselesidir. O, uzlaşmanın sağlandığını belirterek “karşı taraf istenen adımları atacak” diyor ki bu mesele doğru değil. Tabi o, aslında kendisi de birkaç ay önce sağlanan uzlaşmanın son derece iyi olduğunu itiraf ettikten sonra şunu iddia ediyor. “Ancak karşı tarafın atması gerektiği halde atmadığı adımlar bulunmaktadır” bazıları, bu sözün olumlu olabileceğini düşünebilir. Çünkü ilk kez karşı taraftan birisi bir itirafta bulunuyor.
Bazıları, kimi açıklamalarında görüşleri, taslakları, müzakereleri, ve kendi deyimleriyle uzlaşmaları inkar ediyorlar, anlaşmanın varlığını itiraf ediyorlar, daha sonra birtakım olumluluklar görüyorlar. Aslında bu itiraf, Suudi Arabistan ve Suriye’nin vaat ettiği adımlar için bir başlangıçtır. Sa’d Hariri, ABD’ye gitti ve Amerikalı yetkilerle görüştü. Daha önce herhangi bir ön bildirimde bulunmaksızın Suudi tarafı Suriye ile temas kurdu ve “baskılar ve ortaya çıkan durum sebebiyle bu faaliyeti devam ettirebilecek durumda değiliz” dedi.
Bize, bu sürecin aniden durdurulduğu bildirildi ve bu süreci kimin hangi gerekçeyle durdurduğuna ilişkin hiçbir ön açıklama veya gerekçe belirtilmedi ve mesele bugünkü noktaya ulaştı.
Ayrıca bize mahkeme iddianamesinin açıklanmasının öne alındığı ve bunun birkaç gün içinde açıklanabileceği bildirildi. Biz, muhalif grupla içindeki müttefiklerimizle ve hükümette bakanı bulunan gruplarla istişareler yaptık. Sonuç olarak bakanlarımızın bu hükümetten istifa edeceğini açıklama kararı aldık ve sonuç olarak ileride sıralayacağım sebeplerle tamamen doğal ve anayasaya uygun bir şekilde bu hükümeti düşürdük. Muhalif bakanlar istifa ettiler ve gerek hükümet düzeyinde gerekse ulusal düzeyde yeni bir aşamaya girdik. Pazartesi günü başbakan adayının belirlenmesi için parlamentoda istişareler yapılacak.
Pekala bunlar yaşanan gerçekliklerdi. Bu noktaya nasıl vardığımıza gelince… Öncelikle Amerikalıların ve İsraillilerin Arap girişimine son derece açık bir şekilde karşıydılar; ama bu çabaların bir süre devam etmesine izin verdiler. Çünkü bu mesele üzerine hesap yapıyorlardı. Bu hesaba göre bu çabalar uzlaşmayla sonuçlanmayacaktı; çünkü mesele kendi başına zor ve karmaşık bir meseleydi ve bu konuda uzlaşmaya varmak da kolay değildi, dolayısıyla da müdahale etmelerine gerek kalmayacaktı. Fakat onlar bu çabaların son derece iyi ilerlediğini ve bu meselenin çözümü yönünde olumlu bir hava oluştuğunu görünce, meseleye güçlü ve ciddi bir şekilde müdahale ettiler ve bu sürecin devam ettirilemeyeceğini ve durdurulması gerektiğini açıkladılar. İşte bu sebeple bu çabalar, ainden ve sürpriz bir şekilde durduruldu.
Başkasının bu konuda başka bir analizi varsa buyursun söylesin. Tüm veriler ve gerçeklikler Suudi Arabistan ve Suriye çabalarının durdurulmasının tek açıklamasının ve tek analizinin Amerikan ve İsrail müdahalesi olduğu ortaya koyuyor.
İsrailli ve Amerikalı yetkililerin çabaların öncesinde ve sonrasında yaptığı açıklamalar, Amerikalıların ve İsraillilerin bazı Hizbullah üyelerini suçlayan iddianame üzerine açtığı hesapları gösteren açıklamaları ortadayken Amerikalıların ve İsraillilerin Arap çabalarının başarıya ulaşmasına ve tüm hesaplarını alt üst etmesine izin vermesi beklenebilir miydi? Bu, birinci mesele.
İkinci mesele ise şu: Lübnan’daki bazı siyasi çevreler, her türlü görüşü, girişime ve fikri temelden reddediyorlar. Bu çevreler, gece gündüz, Amerika’yı Arapları, Batılıları Suriye-Arabistan girişiminin başarısız kılınması için tahrik ettiler. Hatta bu kesimden bazıları, Kral Abdullah hakkında hiç de yakışık almayan ifadeler kullandılar. Çünkü onun dürüst bir adam olduğunu ve uzlaşma sağlanması için ciddi bir çaba gösterdiğini anladılar.
Üçüncü mesele Sa’d Hariri ve mensubu olduğu grupla ilgilidir. Başta da söylediğim gibi Hariri diyor ki “uzlaşma sağlandı, karşı tarafın gerekli adımları atması gerekiyor” bu kesinlikle doğru değil, Aslında onlar, Amerika’ya umut bağlamaktan başka hiçbir şey yapmadılar. Bu çabaları başarısız kıldılar ve her şey başladığı noktaya geri döndü.
Aslında bu konuda birçok sorular söz konusu. En büyük soru şu, ben bu sorunun tüm Lübnanlılara sorulmasını istiyorum. Tüm Lübnanlılar ülkelerinin durumu konusunda endişeliler. Niçin?
Dördüncü mesele şudur. Benim yorumuma göre Sayın Hariri ve mensubu olduğu grup, başından beri ya bu süreçten ve uzlaşmadan yana değildi ve Suudi Arabistan’ın baskıları sebebiyle girdiler ve Amerikalıları bu süreci durdurması için tahrik ettiler veya onlar ilerlediler; ama Amerika’nın iradesi onlara galip geldi.
Sonuç itibariyle Lübnan’ın çıkarları ve ülkenin bu zorlu süreci istikrar içerisinde atlatması konusunda bu gruba güvenilemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Bize sunulan maddeler bende mevcuttur; ama ben somut sebeplerden dolayı bu maddeleri ve talepleri açıklamayacağım. Ama bir gün açıklanırsa Lübnanlılar hüküm versin. Onlar açıklandığında bunlardan sadece birinin ülke çıkarlarıyla ilgili olduğu, geri kalanların ise belli bir grubun veya Sayın Hariri’nin çıkarına olduğu görülecektir.
Biz, Lübnan’ın istikrarı ve barışı için Sayın Hariri’nin grubuna siyasi ya da siyasi olmayan tavizler vermeye hazır olduğumuzu söyledik.
Hassas, tehlikeli ve büyük sonuçlar doğuracak bir mesele olan yalancı tanıklar konusu, bazı subaylar bu yalancı tanıklıklar yüzünden yıllarca cezaevinde yattı. Suriye, Lübnan ilişkileri bu yalancı tanıklar yüzünden yok edildi. Bunlar yüzünden Lübnan’da çok kötü bir mezhepçi atmosfer hakim oldu. Mezhebi çatışmalar yaşandı. Parlamento seçimleri bu yalancı tanıklıkların oluşturduğu siyasi havada yapıldı ve bu temelde hükümetler kuruldu.
Gelin, yalancı tanıkları ve onları ortaya çıkaranları soruşturup yargılayın; çünkü bu mesele, insani, ahlaki, milli, ekonomik ve güvenliksel bir musibet halini aldı.
Hükümet, yalancı tanıklar dosyasını yargı şurasına gönderilmesi veya yargıya sevki için oylama yapılması konusunda aciz kaldı. Hatta iddianamenin yaratacağı sorunlarla baş edebilmekten de azi kaldı. Bu yüzden bu hükümeti devirmeyi milli ve ahlaki bir görev olarak gördük.
Bizden istenen maddelerden biri yalancı tanıklar dosyasının kapatılmasıydı.
Yalancı tanıklar dosyasını yargıya sevk etmekten ve iddianamenin yaratacağı sonuçlarla baş edebilmekten aciz olan hükümet, Lübnan’a ve direnişe komplo kuran bir mahkemeye mali destekte bulunma konusunda son derece güçlü davranıyor ve Lübnanlı yargıçları bu komploya ortak ediyor.
Mahkemenin istediği vatandaşlarını zalimce ve haksız yere tutuklayan böylesi bir hükümetin salahiyeti bulunmamaktadır.
Muhtemel iddianamenin Hizbullah üyelerini suçladığı, ülkeyi tehlikeye sürüklediği, Amerikalıların ve İsraillilerin ülkeyi içeriden yok etmek için fitneler ve iç çatışmalar üzerine hesap yaptığı ortadayken, Hariri hükümeti ülkeyi tehlikeye sürüklüyor.
Pekala böylesine bir hükümetle karşı karşıya bulunuluyorsa, daha da kötüsü çeşitli talepleri olan halk sokaklara dökülüp taleplerini burada dile getirecek olursa bizden halkın sokaklara çıkmasına engel olmamız istenecek ve hiç kimseyi ikna etmeyen bu hükümetin politikalarını ve davranışlarını desteklememiz istenecek.
Bu gerçeklik karşısında böylesine aciz bir hükümetin düşürülmesinden başka bir çare yoktu. Bu aciz hükümetin devrilmesi, daha güçlü, görevini ve sorumluluklarını bilen bir hükümetin kurulmasının kapısını açabilir; ama bu hükümetin devam etmesi, her şeyin çıkmaza saplanmasına sebep olabilirdi. Bu yüzden de bu hükümeti devirmeyi ahlaki ve milli bir sorumluluk olarak gördük.
Biz bu aciz hükümetten istifa ettik, biz bununla yasal, demokratik ve doğal bir adım attık. Biz sokaklara dökülerek elimize silah almadık tamamen yasal, demokratik ve medeni yöntemler kullandık. Biz muhalif gruplar, ulusal sorumluluklarımıza göre davrandık. Ulusal sorumluluğumuz neyi gerektiriyorsa öyle davranıyoruz. Bu konuda da dünyadaki hiç kimsenin yorumundan veya tehdidinden korkmuyoruz. Değil kof tehditleri, onların savaş uçakları veya savaş gemileri dahi bizi korkutmuyor.
Biz kendi tespitlerimize değerlendirmelerimize ve ülkemizin çıkarlarına göre hareket ettik. Kullandığımız yöntem tamamen hakkımız olan bir yöntemdi. Dünyanın birçok başkenti bizi suçladı. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, Lübnanlılar itiraz etme ve ıslah ve değişim için adım atma hakkına sahip değildir, sadece teslim olmalıdır! Ağzını açarsan, bu Amerika’nın, İsrail’in, batı’nın ve Arap dünyeaının rahatsızlığına sebep olur.
Diğer bir mesele de başbakan adayının belirlenmesi meselesidir. Son derece açıktır ki, muhalif gruplar, Sa’d Hariri’nin başbakanlığına karşı olma konusunda konsensüs içindedir. Biz, geçmişte ulusal birlik hükümetine katılmak için bunu kabul etmiştik. Fakat bir küsur yıllık tecrübeden ve son dönemde yaşanan gelişmelerden hareketle şunu açıkça ilan ediyoruz ki Sa’d Hariri’yi önermek niyetinde değiliz. Şu an muhalif grupların adayının kim olduğunu açıklamak istemiyorum. Çünkü muhalif gruplar bu meseleyi parlamentodaki istişarelerinden sonra açıklayacaklar.
Fakat, bu tamamen bir iç mesele olmasına rağmen neden tüm dünyanın müdahale ettiği sorusunu sormak gerekiyor. Hillary Clinton, Lübnan’da ona buna telefon ediyor.
Pazartesi, parlamento istişareleri başlıyor. Taraflardan biri milli muhalif gruplardır ve bu istişarelere milli taleplerle katılacaklar. Diğer tarafta bölgesel ve uluslar arası destekle bu istişarelerde yer alan grup bulunuyor ki bunu da her kes biliyor.
Sa’d Hariri’nin yeniden başbakan olarak önerilmesi için hükümetler, cumhurbaşkanları, başbakanlar, dışişleri bakanları müdahale ediyor. Yabancıların baskısı ve müdahalesi ile seçilen bir başbakan, sağlıklı ve yasal bir şekilde seçilmiş olur mu?
Biz, tüm şaibelerine rağmen parlamento seçimlerine katıldık. Bu, karşı tarafın [14 Martçılar] 1 milyar 200 milyon Dolar harcadığı bir seçimdi. Bazı yerlerde bir oyu bin Dolara, 2 bin Dolara, hatta 5 bin Dolara satın aldıkları oldu. Böylesine oluşturulan bir parlamento acaba halk iradesini yansıtır mı?
Bütün bunlardan daha kötüsü Sayın Bellamaire için yeni bir skandal söz konusudur. Arap girişimi Amerika’da başarısız olunca sayın Bellamare, muhtemel iddianemenin açıklanmasını öne almış. Muhtemel iddianame, uluslar arası mahkeme hatta bu iddianamenin açıklanma zamanı, Lübnan’ı ve Direniş’i hedef alan siyasi savaşın bir parçasıdır. Bellamaire, başbakan adayının belirleneceği parlamento istişarelerinin sona ermesi için çarşambayı veya perşembeyi bekleyemez miydi? Ben, bunun Lübnan hükümetine resmen tebliğ edildiğinden eminim. Nitekim bu basına da yansıdı, ben bu konudaki özel bilgilerimi açıklamıyorum.
Sayın Bellamare, bir buçuk, iki ay ertelediği iddianameyi birkaç gün daha erteleyemez mi? Hayır, çünkü bu meselenin başbakan adayının belirleneceği parlamento istişarelerinde belli bir aday lehine kullanılması gerekiyor.
Ben son derece açık olmak istiyorum, bakın önümüzdeki günlerde iki yol söz konusu. Birincisi yeni hükümetinin başbakanının belirlenmesi için yapılacak parlamento istişareleri, diğer ise Sayın Bellamare’in yolu. O, muhtemel iddianameyi Fransa’ya teslim edeceğini ve onu açıklayacağını söyledi.
Biz bu iddianamenin açıklanma zamanından parlamento istişareleri lehinde istifade edildiğine inanıyoruz. Ama bizim önümüzde iki yol var. Biz parlamento istişareleri yolunda da Sayın Bellamare’in ve muhtemel iddianamenin yolunda da bağımsızız. Parlamento istişarelerinin sonucu her ne olursa olsun bu ayrı bir mesele, muhtemel iddianameye ve ona ilişkin sergilenecek tutum ayrı meseledir.
Biz, parlamento istişarelerinde başbakanın belirlenmesi yolunu, demokratik, ysal ve doğal bir yol olarak görüyoruz. Hepsinden önemlisi, bunu biz talep ettik ve sonucunun ne olacağını önemsemeden bu yola girdik. Doğal olarak bu yolda milletvekiline sahip olan siyasi partilerin liderleri, yarın ve öbür gün son derece tarihi ve mili bir sorumluluk üstlenecekler. Başbakanın şahsından hükümetin şahsiyetini anlayabiliriz. Başbakanın belirlenmesiyle halk nasıl bir tavır alacağına karar verecek.
Birinci yolda, biz bu hükümeti ve ondan öncekini tecrübe ettik. Muhalif gruplar ve Hizbullah özelinde bu yeni bir tecrübedir. Biz daha önceki yıllarda hükümetlerde yer almıyorduk. Bu meseleye ağırlık verebiliriz. Bu değerlendirmeleri bir tarafa bırakarak açık olmak istiyorum. Nasıl bir hükümet kurulursa kurulsun bu hükümetin sorumluluk sahibi olması gerekiyor. Bundan sonra artık yalancı tanıkları himaye eden bir hükümet karşısında susmamız imkansızdır. Artık Arap süreci bitti.
Yalancı tanıkları himaye eden hiçbir hükümet karşısında susamayız, yolsuzlukları himaye eden, hatta yolsuzlukları idare eden hiçbir hükümet karşısında sessiz kalmayacağız. Sorumluluklarını bilen ve halkın sorunlarının çözümü için çalışan her hükümeti de destekleyeceğiz.
Daha iyi bir ifadeyle, biz hiçbir hükümetten Direniş’i desteklemesini istemedik. Biz hatta Temmuz Savaşında bile hiç kimseden destek istemedik. Bizi, onurlu ve vatansever insanlar destekledi. Bizim hükümetten istediğimiz tek şey Direniş’e komplo kurmamasıdır. Son derece açık söylüyorum böylesi bir hükümet karşısında susmayacağız. Çünkü bizim görevimiz Lübnan’daki her kesimi İsrail tehditlerine ve saldırılarına karşı korumaktır.
Halk, ordu ve Direniş Lübnan’ı korumaktadır. Biz hiçbir zaman dünyanın herhangi bir yerinden bir savaş gemisinin gelip bizi korumasını istemedik. Lübnan’daki kesimlere Lübnan’ın güçlerine karşı komplo kuranlar her kim olurlarsa olsunlar sessiz kalmayacağız. Lübnanlıların güçlü, işlevsel ve halkının çıkarlarına öncelik veren bir hükümet kurmasını umut ediyorum.
Konuşmama, muhtemel iddianame ile ilgili sözlerimle son vermek istiyorum. Bu günlerde Tunus’ta yaşananlardan ibret almak gerekiyor. Yeri gelmişken Tunus halkını bu tarihi kıyamından ve intifadasından dolayı tebrik ediyorum. Peki ne için ibret. Yıllar boyu Batılılara hizmet eden bu rejimin cumhurbaşkanından ve onun yandaşlarından ibret. Bu rejimin İsrail ve tüm bölgesel meseleler konusundaki tutumu belliydi. Tunus Cumhurbaşkanı’nın yıllarca hizmet ettiği kişiler, ona ülkelerine girme izni bile vermediler. Onun uçağının havaalanlarına inmesine izin vermediler, bu bir ibrettir. İbret almalı ve biz Lübnanlılar olarak kendi çözümümüzün peşinde olmalıyız. Bugün eğer ABD ve Batı Lübnan meselesine müdahale ederse bu Lübnan meselesinin uluslar arası boyutlar kazanıp karmaşıklaşmasına sebep olur.
Biz kimsenin kapısını çalmıyoruz. Biz diyoruz ki Lübnan’ın geleceği yalnızca diyalogda, uzlaşmada işbirliğinde ve olumlu düşüncededir. Fakat birileri Amerika’ya veya dünyaya dayanarak Lübnan halkının bir kesimine hakimiyet kurmaya kalkarsa sadece kuruntuya kapılmış olur. Bölgede yaşanan tüm tecrübelerden ibret alın.
Son olarak muhtemel iddianameye gelince. Bizim tutumumuz son derece açık. Biz, kanıtlara, belgelere ve tanıklara dayanarak bu mahkemeyi bir ABD ve İsrail mahkemesi olarak tanımlıyoruz ve bu iddianame karşısında kendi onurumuzu ve haysiyetimizi savunuyoruz.
Buna karşı nasıl bir tavır takınacağımız konusu Hizbullah liderleriyle ve müttefiklerimizle yapacağımız istişarelere bağlıdır. Ama her halükarda bu meseleye tepki verme konusunda sorumluluğumuz var. Biz, öyle bir halkız ki asla onurumuzun ve haysiyetimizin zedelenmesine, bize komplo kurulmasına, birilerinin dünyanın bir yerlerinden gelip zulüm ve saldırganlıkla ve iddianameyle Şehit Refik Hariri’nin kanından bizi sorumlu tutmasına izin vermeyeceğiz.
Bu mahkeme bir ABD ve İsrail mahkemesidir. Kim bununla işbirliği yaparsa onlara hizmet etmiş olur.
Daha önce de söyledim Refik Hariri İsrail terörüyle öldürüldü, İsrail, Lübnan’da birçok teröre imza attı, onlar Lübnan’ın toptan değmesi için çaba gösteriyorlar. Geçtiğimiz yıllarda şaşkınlıkla bunu dile getirdiler. Ülkemiz onların tamahında bulunuyor. Lübnan’ı kuşatıp yalnızlaştırmaya çalışıyorlar.
Geçen yıllar boyunca en zorlu şartlarda, George Bush’un Washington’da yönetimde olduğu, Amerikan ordularının İslam ve Arap ülkelerinde dolaştığı, Yeni Ortadoğu için planlar yapıldığı dönemlerde biz Lübnan’da direndik, dik durduk.
Geçtiğimiz yıllarda ise siyasi ve psikolojik savaşlara, güvenlik ve terör sorunlarına, askeri saldırganlığa hedef olduk. Gördüğünüz gibi hala dimdik duruyoruz. Şunu bir kez daha vurguluyorum ki onların hesapları tutmayacaktır.
Eğer sizler [14 Martçılar] Direniş’i hedef almak için uluslar arası mahkemenin iddianamesinden yardım bekliyorsanız, sizin hesabınız da yanlış, ben bu konuda daha fazla açıklama yapmayı gerekli görmüyorum. Sayın Bellamare iki gün sonra iddianameyi yayımladığında başka bir konuşma daha yapacağım.
Ben, Allah’tan Lübnan’a ve Lübnan halkına yardım etmesini diliyorum, Lübnanlı tüm liderlere, bu fitneleri aşabilmek için akıl, uzak görüşlülük, sorumluluk duygusu bahşetmesini temenni ediyorum.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu