• 01/01/70 - 02:00
  • Yazar: Hadi Hoşsohbet
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- İranlı Ortadoğu uzmanlarından Hadi Hoşsohbet, Suudi Arabistan’ın bölgede yaşanan son gelişmeler karşısındaki rolünü Yakındoğuhaber için değerlendirdi.




    YDH- İranlı Ortadoğu uzmanlarından Hadi Hoşsohbet, Suudi Arabistan’ın bölgede yaşanan son gelişmeler karşısındaki rolünü Yakındoğuhaber için değerlendirdi.

     

    Bölgede İslami halk hareketleri bahis konusu olduğunda talepleri ve bunun Amerikancı cephe ile ABD ve Siyonizm karşıtı cephelerde yer alan aktörlerin siyasi, ekonomik ve güvenliksel konumlarını etkileyen sonuçları açısından şunu açıkça kabul etmek gerekir ki ABD, Siyonist rejim ve Batı’ya bağımlı tüm fasit ve diktatör rejimler, bu kıyamlardan kaygı duymakta ve mevcut fasit yapıyı korumak için ellerinden gelen tüm çabayı göstermektedirler.

     

    Bu çabaların bir bölümü, bu İslami halk ayaklanmalarını dizginlemeye ve yönetmeye yönelik araçların geliştirilmesiyle ilgilidir. Amerikan Heritage kurumunun ifadesiyle, bu tür yönetimlerin geleceğinde Amerika’nın etkili olabilmesi için yönetim değişikliği sürecinde güçlü bir etkiye sahip olmak gerekir. Mısır ve Tunus örneklerinde olduğu üzere ABD ve Batı, Mübarek ve Bin Ali’yi şaşkınlık ve panikle bir tarafa bırakmış olsa da İsraillilerin ve Siyonistlerin tavsiyeleriyle Suudi Arabistan gibi “tahammül edilebilir diktatörlüklerin” korunması ve Bahreyn, Yemen ve Libya gibi ülkelerdeki yönetimlerin yumuşak geçişinin Batı tarafından yönetilmesi, öncelikli olarak gündemde tutuluyor.

     

    Bu iş Yemen’de ve Bahreyn’de Suudi Arabistan’ın yardımıyla icra edilirken, Suudi Arabistan’ın korunması da bu ülkelerdeki siyasi yapının korunmasına bağlıdır. Aslında Suudi Arabistan’ın Yemen ve Bahreyn konusundaki rolü, İran’ın buralara yönelik etkisini ya da buralardaki muhalif grupların İran’a yönelmesini önlemeye yöneliktir ve bu çerçevede ihtiyaç duyulan Körfez İşbirliği Örgütü, İslam Konferansı Örgütü ya da ABD’nin imkanları gibi araçlar, Amerika’nın değişimi istediği şekilde yönlendirebilmesi için Suudi Arabistan’ın inisiyatifine bırakılmıştır.

     

    Suudi Arabistan’ın bu rolü Libya’da, ABD ile işbirliği çerçevesinde 1973 sayılı kararın çıkarılması ve Libya’ya yönelik askeri müdahale; Mısır’da selefi grupları, laik grupları ve eski rejim yanlılarını güçlendirme, Batı’yla paralel medyanın aktif hale geçirilmesi ve bu yaz sonunda yapılacak olan seçimleri yönlendirmek amacıyla halka para dağıtılması şeklinde belirlenmiştir.

     

    Batı’nın ve diktatör rejimlerin çabalarının diğer bir bölümü de ABD ve Siyonist karşıtı cephede yer alan unsurların etkisini azaltmak veya onları yeni baskılarla ve sıkıntılarla karşı karşıya getirmek üzerine yoğunlaşmıştır. 

     

    Amerikan düşünce kuruluşları, açıkça İran’ın ve direniş cephesinin bölgedeki İslami halk ayaklanmaların sonuçlarından mahrum edilmesi gerektiğinden söz etmektedir. Siyonist rejim, nükleer meselenin, insan hakları meselesinin ve yaptırımların yeniden etkin hale getirilmesini vurgulamakta ABD’deki demokrat ve cumhuriyetçi kanatlar da İran içerisinde yeni karışıklıklar çıkarmaya çalışmaktadır.

     

    Siyonistler, Batı, Suudi Arabistan’a bağlı selefi gruplar, Abdulhalim Haddam ve Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed gibi Suriye’deki Batıcı unsurlar, Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bir bölümü tarafından desteklenen sanal ortamlar [internet, sosyal medya], Suriye’yi niteliğini kaybedecek şekilde değişime zorlamaktadır.

     

    Bölgedeki genel değişimler, bir anda Siyonist rejimin durumunu tehlikeye düşürmüş ve onu sorgulanır hale getirmiş ve endişelendirmişse de Suudi Arabistan, İsrail karşıtı cepheyi İran karşıtı cephe haline dönüştürmek için yeni birtakım çabalar içerisine girmiştir.

     

    Bu, Körfez İşbirliği Örgütü yoluyla Kuveyt ve Bahreyn’in tutumları tahrik edilerek, Suudi Arabistan yetkililerinin tutumlarıyla ortaya konmakta; Lübnan’daki Sa’d Hariri ve Semir Ca’ca gibi pörsümüş unsurlar ve el-Cezire, el-Arabiya ve onların Batılı örneklerinin oluşturduğu propaganda borazanlarının yardımıyla İran fobisi körüklenmektedir.

     

    Bahreyn konusunda Siyonistlerin Filistin halkına yönelik ezme ve sindirme tecrübesinden istifade edilmektedir ve MOSSAD ve CIA’nın istihbarat gücü ve ABD’nin Körfez’deki askeri varlığı ise Bahreyn ve Suudi Arabistan krallarına güvence oluşturmaktadır.

     

    Suudi Arabistan, bölgede birçok açıdan zarara uğramakta ve bölgedeki kamuoyu vicdanında Suudi liderler, Filistin ve Lübnan’da yaşanan musibetlerin, Suriye’de çıkarılan fitnenin, Irak’taki kaosun sorumlusu ve Mısır, Tunus, Libya, Bahreyn ve Yemen diktatörlerinin suç ortağı olarak görülmektedir. Suudi yönetimi, içeride halkın ve bölgede de kamuoyunun baskısı karşısında daha fazla dayanabilecek bir güç olarak görülmemektedir. Suudi Arabistan’ın yumuşak karnı ve stratejik zaaf noktası iç çevresidir.

     

    Bu, şu anlama geliyor, Suudiler operasyon mevzilerini Bahreyn ve Yemen’de oluşturmuşlarsa da içeride hassas hedef ve merkezlere yönelik birkaç operasyonla veya etkili simalarla karşılaşmaları durumunda yıkılacak haldedirler.           

        

    Binaenaleyh, doğu bölgesinde Şii, güney bölgesinde ise İsmaili ve Zeydi nüfus dokusuna sahip olan Suudi Arabistan, Yemen ve Bahreyn’in oluşturduğu çevresel şartlardan ciddi oranda etkilenecektir. Bu yüzden çevresel bölgede [Bahreyn] ezme ve sindirme politikası izlerken içeride, özellikle de Şarkıye bölgesindeki tepkilerden korkmaktadır.

     

    Suudi Arabistan’ın sorunu sadece Şiilerle, İsmaililerle ve Zeydilerle sınırlı değildir. Riyad’da, Cidde’de kuzey ve batı bölgelerinde halkın toplumsal ve siyasal durumla ilgili ciddi sorunları bulunmaktadır ve bu kesimler, tepkilerini ortaya koyabilecekleri şartların ve tecrübelerin oluşmasını beklemektedir.

     

    Beş bin kişiden oluşan kraliyet düzeni de ciddi rekabetler, çekişmeler ve bunalımlarla karşı karşıyadır. Devlet kademelerini oluşturan eski kuşak, sırayla ölmekte, hastalanmakta ve zayıflamaktadır. Yaşça eski kuşağa oranla biraz daha genç olan ikinci kuşak, ciddi bir rekabet halindedir ve yeni dönemde kendileri için daha fazla pay talep etmektedir. Çoğunlukla Batı’da eğitim görmüş, Batı’ya bağımlı üçüncü kuşak ise Suudi rejiminin ikinci yüzünü oluşturan Vehhabi-selefi kültür ve değerlerine karşıdır.

     

    Suudi kraliyet düzeni, Suud oğullarıyla Vehhabi akım arasındaki bir sözleşmeyle oluşmuş ve şimdiye kadar bütünlüğünü koruyabilmişse de iktidarın ikinci kuşağa veya üçüncü kuşağa geçmesi durumunda Vehhabilerle olan bu bağ kolayca çözülebilecektir.

     

    Suudi siyasi düzeni, her tülü toplumsal veya İslami temelden yoksundur. Diğer mezheplere olan düşmanlığın yanı sıra, kadınlar seçme, seçilme hatta araba kullanma gibi her tülü toplumsal rolden yoksundur. Suudi Arabistan toplumunun büyük bir kesimi temel siyasi ve ekonomik haklardan mahrumdur. Petrol serveti, kraliyet düzeninin ve prenslerin elinde bulunmaktadır. Dünyadaki petrol rezervinin yüzde 20’sini oluşturan Arabistan petrolü ve prenslerin mali serveti, Amerika’nın Arabistan’daki fasit Suudi diktatörlüğünü desteklemesinin en temel sebebidir.

     

    Suudi prenslerinin bin milyarı aşkın serveti ve büyük petrol gelirleri, ABD’deki silah kartellerinin ve tröstlerinin en önemli itici gücü olmuştur. Ayrıca bu fasit kraliyet düzeni, ABD’nin bölgedeki açık veya gizli politikalarının uygulayıcısı veya kolaylaştırıcısı olmuştur.

     

    Arabistan’daki bu rejim, bölgedeki kamuoyu nezdinde itibarını ciddi oranda kaybetmiş ve büyük oranda zarar görmüştür. Her türlü bir etkili halk ayaklanmasında veya toplumsal ve siyasi değişimde Suudi prenslerin camdan sarayları parçalandığında ABD’nin bölgedeki sultasının ve çıkarlarının camı da kırılacaktır.

     

    Bu yüzden “düşmanın stratejisine saldırı” stratejisi doğrultusunda Arabistan dahili muhitinin siyasal ve güvenliksel olarak istikrarsızlaştırılması, bölgesel nüfuz araçlarının ortadan kaldırılması veya işlemez hale getirilmesi, bölgesel imajının olabildiğince yıpratılması, ABD’nin bölgedeki hegemonyasının süratle yok edilmesi bir strateji olarak güçlenecektir ki Siyonist rejimin hayatı da tamamen ve doğrudan buna bağlıdır.         

     

    Bölgedeki ortamın İsrail karşıtı hale gelmesi, -gerek medya ve basın alanında gerekse güvenliksel ve operasyonel anlamda- Siyonist rejimle ABD ve Batı hegemonyasının pazılını oluşturan krallık ve diktatörlük rejimleri arasındaki bağın ortaya konması bölgedeki İslami halk hareketlerini güçlendirecektir.

     

    İsrail’in askeri saldırılarına cevap vermek, Gazze’ye yardım konvoylarını etkin hale getirmek, Siyonist rejimi savaş suçlusu olarak gören hukuki kararları etkili kılmak, Siyonist rejimin bölgedeki krallıklarla ve diktatörlüklerle olan gizli ve açık ilişkilerini ortaya koymak düşmanın stratejisine yönelik saldırının en etkili araçlarıdır. Bunlar, Suudi Arabistan karşısındaki büyük stratejiyle birlikte uygulandığında önemli sonuçlar doğuracaktır.

     

    Çeviren: Alptekin Dursunoğlu