YDH- Yakındoğu Haber Genel Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu, Türkiye’nin bölgedeki isyanlarla ilgili takındığı idealist dış politika anlayışının Libya konusunda düştüğü çelişkileri kronolojik verilerle analiz etti.
YDH- Yakındoğu Haber Genel Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu, Türkiye’nin bölgedeki isyanlarla ilgili takındığı idealist dış politika anlayışının Libya konusunda düştüğü çelişkileri kronolojik verilerle analiz etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 1 Şubat’ta dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e ahireti hatırlatarak[1]halkının değişim arzusuna direnmemesi çağrısında bulunması, Türkiye’nin “Arap Baharı” denen süreçte ikili ilişkileri ve bölgesel konjonktürü esas alan “realist” bir dış politika değil, “insan hakları” ve “demokrasi” kavramlaştırmaları üzerine bina edilmiş “idealist” bir dış politika izlediği mesajını vermişti.
Peki Erdoğan’ın başta Mısır olmak üzere bölgedeki gelişmelere ilişkin tutumu, bölgede “insan hakları”, “demokrasi” ve “değişim” vurgusu yapan başta ABD Başkanı Barack Obama olmak üzere diğer dünya liderlerinin tutumundan neden daha etkili olmuştu?
Çünkü Mübarek’e ahireti hatırlatan Erdoğan, ülkesindeki statüko tarafından sürekli olarak önü kesilmeye çalışılan bir Müslüman politikacı ve yaptığı demokrasi ve değişim vurgusunu ülkesinde devrim niteliğinde demokratik değişimlere ve ekonomik kalkınmaya imza atarak hayata geçirmiş bir lider olarak görülüyor; dolayısıyla da bölgedeki gelişmelerden Ankara’nın çıkarı için fırsat kollayan bir oportünist olarak değil, Arap sokaklarının duygularına tercüman olan bir dost olarak algılanıyordu.
“İdealist” dış politikanın ilk sınavı Libya
İkili ilişkileri ve bölgesel konjonktürü dikkate alan “realist” dış politika tutumunun aksine, Ak Parti yönetimindeki “idealist” Türk dış politikası, bölgede yaşanan gelişmelerle ilgili olarak halkların değişim talebini, yönetimde katılımcılığı ve insan haklarını vurguluyor ve bölge rejimlerine “ya halkın değişim talepleri doğrultusunda reformlara öncülük ederek var olmaya devam edin, ya da gidin” çağrısı yaparak tarafını halklardan ve değişimden yana belirliyordu.
Türkiye’nin halklardan ve değişimden yana olan bu dış politika tutumu, halk devrimlerine sahne olan Tunus ve Mısır’da, Türkiye lehine sonuçlar üretse de; Libya konusunda Türkiye’nin sürekli olarak “idealizmini” izah etmek durumunda kalmasına ve çelişkili tutumlara savrulmasına sebep oldu.
Türkiye’nin Libya konusunda başlangıçta suskun, sonra Kaddafi rejiminden yana, daha sonra Trablus’la Bingazi arasında arabulucu son olarak da Bingazi’den yana tavır almaya, yani çelişkili davranmaya sevk eden en temel etkenin, Libya’da yaşananların Tunus ve Mısır’da yaşananlarla aynı olmadığını iyi anlatamaması veya Tunus ve Mısır’da yaşananların bir “halk devrimi”, Libya’da yaşananın ise “halk destekli darbe girişimi”[2]olduğunu ortaya koyamaması olduğu söylenebilir.
Türkiye’nin “idealist” dış politikasının Libya konusundaki çelişkileri sadece suskunluktan Kaddafi yanlılığına, arabuluculuktan, Geçici Ulusal Konsey yanlılığına savrulmakla sınırlı kalmadı. Türkiye, aktif rol oynamak istediği Libya sorununun uluslar arası çözümüne ilişkin öneri ve tutumlarında da ciddi çelişkilere düştü.
Libya’daki sorunun çözümü konusunda önce dış müdahaleye karşı çıkan Türkiye, 1970 ve 1973 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının ardından önce NATO’nun müdahil olmasına karşı çıktı, ardından Fransa ve İngiltere’yi frenlemek adına Libya’ya yönelik müdahalenin NATO komutasına verilmesini savunmaya başladı.
Türkiye’nin “idealist” dış politikasının Libya konusundaki yalpalamalarını daha açık bir şekilde görmek için kronolojik bir tur yapalım:
Libya konusunda suskunluk ve Kaddafi’ye bir şey olmaz yaklaşımı
21 Şubat: Hürriyet yazarı Zeynep Gürcanlı, Tunus’ta görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Libya konusunda siyasi bir mesaj vermekten özellikle kaçındığını vurgulayarak bakanın tek bir şeyin altını çizerek “Vatandaşlarınızın can güvenliği en önemli önceliğimiz” dediğini aktardı.[3]Halbuki Libya’daki olaylar şubatın ilk haftasında başlamış, 16 Şubat’ta çatışma boyutuna geçmiş ve Davutoğlu’nun suskun kaldığının belirtildiği 21 Şubat’ta da Kaddafi rejiminin eski bakanları, Bingazi’de Geçici Ulusal Konsey adıyla başlattıkları darbe sürecini yönetmek üzere bir örgüt kurmuştu.
22 Şubat: Hürriyet yazarı İsmet Berkan, hükümetin Libya konusundaki koordinatörü Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın, ‘Bütün zararın tazminini isteyeceğiz’ sözünden ve Başbakan’ın Kaddafi ile yaptığı görüşmeden hareketle “Hükümetin Kaddafi’ye bir şey olmaz diye düşündüğü” izlenimine kapıldığını söylüyor.[4]Türkiye'nin Trablus Büyükelçisi Levent Şahinkaya’nın Libya’daki olayların uluslararası basında aksettirildiği kadar büyük olmadığını söyleyerek, "Halen başkent Trablus'ta Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi lehine gösteriler var. Bizim herhangi bir güvenlik kaygımız yok. Bunun yanı sıra ekonomik ilişkilerimizde de olumsuz bir gelişme beklemiyoruz"[5]şeklindeki demeci de hükümetin o dönemdeki “Kaddafi’ye bir şey olmaz” şeklindeki tutumunun kaynağını ortaya koydu.
Öte yandan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, hükümeti Mısır konusunda sergilediği “idealist” tutumu Libya konusunda ortaya koyamamakla eleştirenlere verdiği cevabında “kime ne söyleneceğini milli menfaatlerin belirlediğini” söyleyerek ve “dış politikanın öfke ve duygusallıkla yapılamayacağını” vurgulayarak hükümetin Libya politikasına “realist” bir izah getirdi.[6]
28 Şubat: Libya sorununa uluslar arası müdahalede bulunulmasına karşı olan Türkiye, Libya konusunda NATO’nun rol üstlenmesine kesin bir dille karşı çıktı. Başbakan Erdoğan, NATO’nun Libya’ya müdahalesini “NATO’nun ne işi var Libya’da böyle saçmalık mı olur” ifadesiyle reddetti.[7]
2 Mart: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Libya'daki olayların, Mısır'ın aksine çatışmalarla başlayan bir süreç olduğunu belirterek, burada yaşananların Mısır ve Tunus’ta yaşananlardan farklı olduğuna işaret etti ve ''Onun (çatışmanın) idare edilememesi durumunda siz de o çatışmasının bir parçası olabilirsiniz'' diyerek Ankara’nın ilkeli ve idealist tutumunu vurguladı.[8]
3 Mart: Başbakandan sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Libya’ya askeri bir müdahale yapılmasına karşı çıkarak “Libya'da hiçbir grup dış müdahale istemiyor. Dış müdahale durumu daha da kötüleştirir" dedi ve Obama'ya ve Clinton'a "Irak'taki hatayı yapmayın" dediklerini aktardı.[9]
Reform çağrısı ve arabuluculuk rolü
14 Mart: Libya’da yaşanan gelişmelerin uluslar arası medyanın desteğiyle gerçekliği abartılarak uluslar arası müdahaleye kapı aralayacak bir ivme kazanmaya başladığını fark eden Türkiye, suskunluk politikasını ve “Kaddafi’ye bir şey olmaz” yaklaşımını değiştirmeye başladı ve Kaddafi’ye reform çağrısı yaptı. El-Arabiya’ya demeç veren Başbakan, Kaddafi’yi ve oğlunu üç kez arayıp “arkasında Libya halkının desteği olan, onun tarafından seçilmiş birini (bu göreve) ataması tavsiyesinde” bulunduğunu açıkladı.[10]
21 Mart: Libya sorununa uluslar arası müdahalede bulunulmasını önleyemeyen Türkiye, kendisini devre dışı bırakan Paris Konferansına ve Fransa’nın öncü rolüne itiraz etti ve Türkiye’nin Libya’daki taraflar nezdindeki arabuluculuk rolüne vurgu yaparak Libya sorununa müdahil olmayı sürdürebilmek için NATO’yu devreye sokmaya çalıştı.[11]Başbakan Erdoğan ise Libya’ya yönelik operasyonun en kısa sürede bitmesi gerektiğini belirterek NATO’nun devreye girmesi seçeneğinde dahi Türkiye’nin şartları olduğunu söyledi. Bu şartı da “NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir. Yeraltı kaynaklarının, zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil”[12]diye açıklayarak “idealist” dış politika yaklaşımıyla reel durumu uzlaştırmaya çalıştı.
22 Mart: Libya’ya askeri müdahaleyi öngören 1973 sayılı kararın ardından Libya’ya askeri operasyon başlatan Fransa’yı “durumdan vazife çıkarmak”la Sarkozy’yi ise Libya konusunu iç politika malzemesi olarak kullanmakla suçlayan Erdoğan, operasyonların NATO komutasına devredilmesi durumunda da üye ülke olarak Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalede bulunmayacağını[13], operasyona katkısını sadece insani yardım ulaştırmak ve sivilleri tahliye etmekle sınırlı tutacağı söyleyerek ilkeli tutumunu sürdürdü. Öte yandan Erdoğan, ABD Başkanı Obama’yı 1973 sayılı BM kararının uygulanması için NATO komutasındaki çok uluslu gücün Arap ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilmesine ikna ederek Libya’nın “Irak”laştırılmasını önlemeye çalıştı.[14]
26 Mart: Türkiye’nin girişimleriyle Libya’ya yönelik uluslar arası müdahalenin NATO komutasına geçmesi, Fransa’nın belirleyici güç olmaktan çıkmasını sağlarken, uluslar arası gücün Arap ülkeleri de dahil olmak üzere genişletilmesi ise Libya’daki sorunun bir dış güç tarafından tek taraflı olarak yönetilmesini engellemiş oldu.[15]Türkiye, insani yardımları kontrol etmek ve silah ambargosunu denetlemek misyonuyla rol alarak başlangıçtaki “Libya’ya uluslar arası müdahaleyi önleme” rolünden zorunlu olarak sapsa da arabuluculuk rolünü korumaya çalıştı.[16]
Arabuluculuktan vazgeçtik, peki Libya’yı bombalayacak mıyız?
6 Nisan: Başlattığı darbe girişiminde Fransa’nın yakın desteğini kazanan Bingazi’deki muhalifler, Türkiye’nin Libya’ya yönelik tek taraflılığı engelleyen tutumunu, Kaddafi rejimine destek gibi algılayıp Fransa’nın da kışkırtmasıyla Türkiye’yi protesto etmeye başladılar.[17]Kendi başlarına Kaddafi rejimini devirebilecek güçte olmadığını fark etmeye başlayan muhalifler, dış desteğe rağmen başarısızlıklarının faturasını Türkiye’ye kestiler ve el-Cezire’nin medya desteğiyle Türkiye’yi Kaddafi güçlerine lojistik destek sağlamakla suçladılar.[18]
9 Nisan: Muhaliflerin tüm suçlamalarına rağmen Libya sorununun Libyalıların kendisi tarafından çözümünden yana olan Türkiye, sorunun çözümü için “ateşkes ilan edilmesi, insani yardım sağlamak için güvenli bölgeler oluşturulması ve ülkede demokratik değişimin başlatılması” başlıklarından oluşan bir yol haritası sundu.[19]Türkiye’nin bu planı Kaddafi rejimi tarafından da olumlu karşılandı.
2 Mayıs: Libyalı muhaliflerin suçlamalarına maruz kalan ve süreç dışında kalmaktan endişe eden Türkiye, NATO saldırılarına hedef olan Trablus’taki güvenlik ortamını gerekçe göstererek Trablus Büyükelçiliğini “geçici” olarak kapattı.[20]Türkiye böylece arabulucu rolünden uzaklaşacağının ve muhaliflerin safına geçeceğinin sinyalini vermiş oldu.
4 Mayıs: Başbakan Erdoğan’ın Libya için sözün tükendiğini belirterek Kaddafi’den açıkça çekilmesini isteyen açıklamasına tepki gösteren Libya Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin arabuluculuk için gerekli olan tarafsızlığını kaybettiğini söyleyerek Batılı ve Arap müttefikleri gibi açıkça muhaliflerin yanında yer alacağı sinyallerini veren Türkiye’nin işini kolaylaştırmış oldu.[21]
23 Mayıs: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman’la görüştükten sonra Türkiye’ye gelen Geçici Ulusal Konsey’in Başkanı Mustafa Abdulcelil’e Türkiye’nin Geçici Ulusal Konsey’i Libya halkının meşru temsilcisi olarak gördüğünü söyledi.[22] Türkiye böylece açıkça muhaliflerin yanında yer aldığını göstererek arabuluculuk rolünden vazgeçtiğini ortaya koymuş oldu.
23 Mayıs: NATO’nun Libya’ya yönelik müdahalesinin üstünden üç aya yakın bir süre geçmesine rağmen Kaddafi rejiminin ayakta kalmayı başarması üzerine Norveç’in uçaklarını çekmesinin ardından İtalya da operasyonların durdurulması çağrısında bulunmaya başladı.[23]Operasyon süresinin uzaması ve NATO’da oluşan çatlak üzerine Amerika, askeri operasyonlara katılmayan ülkeleri eleştirdi ve Türkiye’den Libya’yı bombalamasını istedi. Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise seçim dolayısıyla meclisin kapalı olduğu gerekçesine sığınmakla birlikte hükümetin bu talebi değerlendirebileceğini söyledi.[24]
Sonuç:
Türkiye’nin “idealist” dış politikasının Libya’da aşamalı olarak nasıl savrulduğunu ve uluslar arası iradeye teslim olma noktasına sürüklendiğini gösteren bu kronolojiyi özetleyecek olursak:
1) Türkiye, Mısır olayları sırasında ortaya koyup kendisini sınırladığı “idealist” dış politika tutumunun Libya’da aşamalı olarak etkisizleştiğine ve nihayet “realizme” teslim olduğuna tanıklık etti.
2) Türkiye, dış politika “idealizmini”, demokrasi ve insan hakları gibi Batılıların çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmakta son derece mahir olduğu kavramlar üzerine bina ederken iyi niyetli olduğunu “Libya sorununa uluslar arası müdahale olmasın, Libya sorununu Libyalılar halletsin” temel yaklaşımıyla ve bu konuda gösterdiği yoğun arabuluculuk girişimleriyle ispat etti. Ancak gözüken o ki Batılıların bir dış politika manivelası olarak kullandığı demokrasi ve insan hakları kavramlarının uluslar arası medya marifetiyle ne ölçüde manipüle edilebileceğini çok da hesaba katmadı.
Binaenaleyh Libya’nın iyiliği için yaşanan iç sorunun kan dökülmeden çözümlenmesi, sorunun uluslar arası boyutlar kazanmaması ve iç uzlaşmayla çözümlenmesi için çaba gösteren Türkiye, Kaddafi yandaşı ve Libya halkının düşmanı; Kaddafi rejiminin eski Adalet Bakanı Mustafa Abdulcelil ve İçişleri Bakanı Abdulfettah Ebu Yunus’un liderlik ettiği Bingazi’deki darbecileri Libya halkının meşru temsilcisi sayan, darbecilerle rejim arasındaki silahlı çatışmaları medya marifetiyle “insani facia” olarak sunan ve uluslar arası müdahale kararıyla Libya’ya askeri müdahalede bulunarak sorunu bir iç savaşa dönüştüren Batılılar ise Libya halkının dostu olarak sunulabildi.
3)23 Mayıs itibariyle Libyalı darbecileri, Libya halkının meşru temsilcisi olarak tanıyıp Kaddafi rejimiyle köprüleri tamamen atan Türkiye, bu “idealist” dış politikasıyla ne iç savaşı önleyebildi, ne uluslar arası müdahaleyi engelleyebildi ve ne de arabulucu olabildi. Bir başka deyişle aslında sadece Fransa’nın üç ay gerisinde kalmış oldu. İlkeli dış politikası konusundaki tek tesellisi Libya’ya bomba atmamak olan Türkiye’nin Amerika’nın baskılarına ne kadar dayanabileceğini, ya da bu “idealist” dış politikasının bedelini Suriye’ye ödetip ödetmeyeceğini ise zaman gösterecek.
Alptekin Dursunoğlu
[1]http://www.hurriyetport.com/politika/basbakan-erdogan-husnu-mubarek-e-seslendi-seninle-birlikte-sadece-kefenin-gelecek
[2]http://www.yakindoguhaber.com/yazi_detay.php?Yazi_id=309&yazar=1
[3]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=17078555
[4]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNewMobile.aspx?id=17086173
[5]http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/02/18/libyayi_misirla_karistirmayin
[6]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/02/22/kime_ne_soylenecegini_milli_menfaatler_belirler
[7]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/02/28/natonun_ne_isi_var_libyada
[8]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/02/davutogludan_abdye_libya_uyarisi
[9]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/03/irakta_yapilan_hatalar_libyada_tekrarlanmasin
[10]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/03/14/erdogan_el_arabiyaya_konustu
[11]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/21/davutoglundan_onemli_mesaj
[12]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/21/erdogan_nato_girecekse_sartimiz_var
[13]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/22/ucaklarimiz_libya_halkini_bombalamaz
[14]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/22/basbakan_erdogan_obama_ile_gorustu
[15]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/26/paris_devre_disi_kaldi
[16]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNewMobile.aspx?id=17458721
[17]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNewMobile.aspx?id=17474085
[18]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=17483746
[19]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=17502459
[20]http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/05/02/trablustaki-buyukelcilik-tahliye-ediliyor
[21]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/05/04/libyadan-erdogana-tepki
[22]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=17854647
[23]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=18090353
[24]http://www.haber7.com/haber/20110609/ABDden-Turkiyeye-Libyayi-bombalayin.php