YDH- David Ignatius, Washington Post gazetesindeki yazısında, Türk Amerikan ilişkilerinin ‘Arap Uyanışı’nı bir kabusa dönüşmekten kurtardığını belirtiyor.
YDH- David Ignatius, Washington Post gazetesindeki yazısında, Türk Amerikan ilişkilerinin ‘Arap Uyanışı’nı bir kabusa dönüşmekten kurtardığını belirtiyor.
Serinkanlı ve temkinli ABD Cumhurbaşkanı Obama; gururlu ve çabuk sinirlenen Türkiye Başbakanı Erdoğan, iyi ortaklar olabileceklerini pek tahmin etmezsiniz. Fakat Arap dünyasındaki bu değişim yılını şekillendirme yolunda çok önemli, fakat en az tartışılan gelişmelerden biri olan, iyi bir ortaklık ilişkisi geliştirdiler.
Arap Uyanışını bir kabusa dönüşmekten kurtaran nedenler nedir diyorsanız, ABD-Türkiye ortaklığı size kısmen cevap verebilir. Obama ve Erdoğan Mısır, Suriye, Libya’da gelişen olayları kontrol altında tutmak için yakın bir ortaklık kurdular- giderek daha belirgin bir şekilde, İran için de bu ortaklıktan söz edebiliriz.
Beyaz Saray’dan alınan bilgiye göre, bu yıl toplam 13 telefon görüşmesi yaptılar. Görüşmelere çok dostça, çok sıcak başlamamışlardı; ama geçen yıl Toronto’da yaptıkları dobra dobra bir konuşma sonrası samimi oldular. Ortaya çıkan ilişki Obama’nın baş prensibi olan, “karşılıklı saygı ve karşılıklı çıkar” esasına dayanıyordu.
Arap karmaşasını, sahnenin çok fazla önünde olmadan yönlendirecek bir yönetim tarzı için, Erdoğan biçilmiş kaftan: Bir kere Arap sokaklarında yüksek itibar sahibi, özelikle de Müslüman Kardeşler ve Arap devrimlerini güçlendiren diğer İslamcı partiler bazında. Ayrıca Kissinger gibi hevesleri olan bir dışişleri bakanı var; Ahmet Davutoğlu.
Erdoğan, diğer ülke yönetimleri tarafından, Mısır ve onun komşuları için umut olarak görülen “Türk modelini” geliştirdi. Yönetimde serbest piyasa yanlısı İslamcı bir parti, beraberinde güçlü ve Amerikan yanlısı bir ordu.
Erdoğan’ın asabiyetini, 2009’da benim yönetiyor olduğum Davos panelinden çıkıp giderken, dolaysız olarak fark etmek imkanı bulmuştum; Gazze Savaşı hakkındaki eleştirilerini anlatabilmesi için kendisine adilce süre verilmediğini düşünüyordu. Bu halkçı öfke kıvılcımı Erdoğan’ın, halkların artık Batı’ya kafa tutabilecek liderler istediği bir bölgede, neden popüler olduğuna bir yönüyle cevap teşkil ediyor.
Beyaz Saray yetkilileri bu özel ilişkinin gelişimini imar ederlerken, Obama’nın Nisan 2009’da, Cumhurbaşkanı olarak ilk okyanus aşırı gezisine Ankara’yı da bir durak olarak ekleme kararını referans aldılar. İlk seyahat programı standart birtakım işlerdi -Avrupa’da yapılacak G-20 toplantısı ve NATO zirvesi,- ama Obama Türkiye’den başlayarak, yeni yükselen güçleri de es geçmek istemedi.
Ankara konuşması gayet iyi geçmişti; fakat 2010 başlarında Türkiye Tahran ile İran nükleer programı için yakıt anlaşması imzalandığında ilişkiler biraz limonileşmişti. Obama, Türkleri ABD politikasını baltalıyor olarak görmeye başladı, özellikle de 2010 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülen İran’a yeni yaptırımlar için karşı oy kullandıkları zaman.
Yine 2010 Haziran sonlarında Obama ve Erdoğan Toronto’da G-20 zirvesinde restleştiler. ABD’den üst düzey bir yetkilinin anlattığına göre Obama, İran’a yaptırımlar konusunda, “Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyordun; ama bana destek çıkmadın” dedi. Erdoğan da aynı şekilde dobra cevap verdi. Birkaç saat sonra aralarında, “dünyada gelişmekte olan siyasi eğilimler ve müttefikliğin ne anlama geleceği konusunda uzun bir tartışma” başladı. Türk tarafı da gerçek ortaklığın burada doğduğu konusunda hemfikir.
ABD yetkilisi, “gerçekten yakın bir işbirliğine” örnek olarak, Irak’ta Nuri El-Maliki başbakanlığında bir hükümet oluşturulmasına Türkiye’nin yardımından; Kürt PKK da dahil, terörist gruplara karşı müşterek çabalardan; Afganistan konusunda ortaklıktan ve Arap Baharı konusunda aynı eksende yürütülen bir stratejiden bahsediyor.
Bu ortaklık, Türkiye- İsrail ilişkileri Mayıs 2010’da Gazze filosu olayıile birlikte bozulduktan sonra bile devam etti. ABD, aralarını bulmaya çalıştı; fakat İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Erdoğan’ın istediği özrü dilemeyi reddedince başarılı olamadı. Obama’nın Erdoğan’la bu kadar iyi ilişki içinde olması öyle görünüyor ki İsrail’in şu anki Beyaz Saray’a karşı olan gerginliğini arttırıyor.
Suriye’de barışçıl bir hükümete geçişi sağlama çalışmaları, Türk-Amerikan ortaklığının en hassas noktası durumunda. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın bir zamanlar en yakın müttefiki olan Erdoğan, şimdi onun amansız bir düşmanı. Erdoğan’dan bekleneceği gibi, mesele kişisel: Esad’ın ona birkaç ay önce verdiği reform yapacağı sözünü tutmadığını düşünüyor. Erdoğan Obama’ya 72 saat içinde bir anlaşmaya varacağını söyledikten sonra, Esad’ın sözünden dönmesi, Erdoğan’ı hem utandırdı hem de öfkelendirdi. Bu öfke sürüyor ve Türklere sert tavır aldırıyor.
Washington ve Ankara Esad’a karşı giderek artan bir baskı kampanyası uyguluyor. Bu ekonomik yaptırımları, Suriye muhalefetini gizlice destekleme çalışmalarını ve belki de Türkiye sınırında onlara bir sığınak ve Suriye içine uzanan insani bir koridor oluşturma çabalarını kapsıyor.
Peki ya Türkiye’nin İran’la olan ilişkileri, sınırındaki o saatli bomba ne olacak? ABD yetkilileri Erdoğan’ın Türkiye’de son olarak NATO füze kalkanı savunma planı çerçevesi kapsamında başlıca İran’ı hedef alacak bir radar sistemi konuşlandırılmasına ikna olduğunu söylüyorlar.
Çeviren: Gözde Nur Donat