Irak ve 15 Aralık Seçimleri

15 Aralık seçimleri ile birlikte Irak’ta, işgal sonrası için öngörülen siyasal yapılanma süreçleri tamamlanmış oldu. Bu itibarla, 15 Aralık sonrasında gelişecek sürecin, modern Irak tarihi açısından yeni bir dönüm noktası oluşturduğu söylenebilir.

15 Aralık seçimleri ile birlikte Irak’ta, işgal sonrası için öngörülen siyasal yapılanma süreçleri tamamlanmış oldu. Bu itibarla, 15 Aralık sonrasında gelişecek sürecin, modern Irak tarihi açısından yeni bir dönüm noktası oluşturduğu söylenebilir.

 

Bu tarihin niçin yeni bir dönüm noktası olarak nitelendirildiğini açıklayabilmek açısından Irak’ın Osmanlı yönetiminden çıkarak müstakil bir devlet olma sürecinde geçirdiği şu önemli tarihsel dönemleri hatırlamakta yarar bulunmaktadır:

 

1- Irak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi üzerine 1918’de İngiliz yönetimine geçti.

 

2- 1919 yılında Ayetullah Şirazî’nin “Müslümanlardan başka hiç kimsenin Müslümanlara hükmedemeyeceği” yönündeki fetvasıyla başlayan ayaklanma bastırıldı ve İngilizler 1920 Nisan’ında San Remo Konferansı’nda Milletler Cemiyeti’nden Irak’la ilgili manda yönetimi kararı çıkardılar.

 

3- Manda kararına tepki göstererek ayaklanan güneydeki Şiilerin isyanı bastırıldı; Irak’ın yönetimi İngilizlerin denetimindeki bir Arap devlet konseyine bırakıldı ve Fransızların Şam’dan çıkardığı Haşimî ailesinden Faysal bin Hüseyin 1921’de Irak kralı ilan edildi.

 

4- 1922’de söz konusu Irak yönetimi ile İngilizler arasında yapılan ve işgalciyle yönetim arasındaki ilişkiyi belirleyen bir anlaşmayla Irak devleti manda yönetimini kabul etti.

 

5- 1932’de Milletler Cemiyeti, siyasal durumun istikrara kavuştuğu gerekçesiyle Irak’taki manda yönetimini kaldırdı ve Irak bağımsızlığını kazanmış oldu.

 

Bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışına ilişkin yukarıda zikredilen bu beş aşamanın ardından, Irak’ta kısa bir dönem krallık, daha sonra da askerî darbelerle iş başına gelmiş diktatör rejimler yönetime geçti.

 

1932 yılında elde edilen bağımsızlıkla birlikte Irak’ta en uzun süre iktidarda kalan yönetim, 1979 yılında askerî bir darbeyle iş başına gelen Baas Partisi ve Saddam rejimi oldu. 

 

ABD İşgali ve Irak’ta yeni dönem

ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, BM Güvenlik Konseyi iradesine rağmen gerçekleştirildiği için uluslar arası hukuk açısından da gayri meşru sayılabilecek bir askerî işgalle 9 Nisan 2003 tarihinde Saddam rejimine son verdi. Bağımsızlığın resmen kazanıldığı 1932 yılından Saddam rejiminin devrildiği 9 Nisan 2003 yılına kadar Irak’taki tüm yönetimlerin tek ortak yanı, yönetici elit sınıfların sosyolojik açıdan ülkede azınlıkta bulunan Sünni Arap kesime mensup olması idi.

 

Irak’ta azınlığa dayalı bu rejimlerin ülkedeki diğer etnik ve mezhebî kesimler üzerindeki ayrımcı ve baskıcı tutumu, bu ülkede uzun yıllar düşük yoğunluklu iç çatışmaların yaşanmasına, etnik ve mezhebî farklılıkların siyasal bir nitelik kazanarak derinleşmesine sebep oldu.

 

Saddam rejimi, “uluslar arası toplum” nezdinde 1980 ila 1990 yılları arasında bölgedeki diğer tüm Arap rejimleri kadar saygın bir rejim kabul edildi. Hiç kuşkusuz, Soğuk Savaş döneminin kendine özgü dengeleri ve 1980’de başlayıp, -İran’ın 598 sayılı BM kararını kabul etmesiyle- 1988’de sona eren İran-Irak savaşında “uluslar arası toplum”un Irak rejimini desteklemesi bu kabulde etkili olmuştu.

 

Saddam’ın Soğuk Savaş’ın sona ermesinin hemen ardından Kuveyt’i işgal etmesi ve ABD liderliğindeki ittifak güçlerinin Irak’a yönelik sınırlı müdahalesi, “uluslar arası toplum”un Saddam rejimine olan bakışını ve bu rejimle ilişkisini tersine çevirdi. 1990’lı yıllardan başlayarak BM ambargo kararlarıyla uluslar arası sistemden yalıtılan Saddam rejimine, alternatifi bulunamadığı için Irak’ta hüküm sürme izni verildiyse de 36. paralelin kuzeyi, bu rejimden fiilen koparılmış oldu.

 

1990’dan, 20 Mart 2003’te gerçekleşen ABD saldırısına kadar geçen on iki yıl içerisinde ABD, bir taraftan Kuzey Irak’ta fiilî bir “kurtarılmış bölge” yaratırken diğer taraftan da Saddam yönetimine alternatif bir Irak yönetimi örgütlemeye çalıştı.

 

Önce 36. paralelin kuzeyinde iç iktidar kavgaları veren KDP ve KYB, kendilerine ayrılan iktidar alanlarında uzlaştırıldı; ardından da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şii Arap kesim içerisinde bir muhalefet örgütlemesine gidildi. Şii Arap kökenli Ahmet Çelebi liderliğinde oluşturulan Irak Ulusal Kongresi, Saddam rejiminin devirecek siyasal aktörleri örgütlemeye dönük bir adım olarak kuruldu. Irak muhalefeti, İyad Allavî ve Hazım Şa’lan gibi Şii, Adnan Paçacı ve Gazi el-Yaver gibi de Sünni Arap kökenli diğer laik liderlerle güçlendirildi.

 

ABD’nin yaptığı değerlendirmeye göre Saddam rejimi Irak’ta azınlıkta bulunan Sünni Arap kesime dayanıyordu. Irak’ın toplam nüfusunun yüzde 15-20’sini oluşturan bu kesime karşın, nüfusun yüzde 60-65’ini oluşturan Saddam rejimine muhalif bir Şii Arap ve nüfusun yüzde 15-20’sini oluşturan bir Kürt kesim bulunmaktaydı.

 

Binaenaleyh, toplam nüfusun yüzde 80’ini teşkil eden bu muhalif kesimler, öngörülen siyasî aktörler aracılığı ile yönlendirilebilirse Saddam rejimi devrilebilir ve Irak’ta ABD’nin Ortadoğu politikalarına uygun bir model rejim yaratılabilirdi.

 

11 Eylül 2001 saldırısının ardından “terör mağduru ülke” konumundan hareketle Afganistan saldırısı konusunda uluslar arası destek bulabilen ABD, 2002 yılına gelindiğinde Irak konusunda tek taraflı bir politika izleyerek Saddam rejimini devirme konusundaki ciddiyetini göstermiş oldu.

 

ABD’nin 11 Eylül sonrasında yükselttiği “şer ekseni ülkeler”, “kitle imha silahlarıyla mücadele”, “ülkelerin demokratikleştirilmesi ve halkların özgürleştirilmesi” söylemleriyle paralel bir şekilde geliştirdiği Irak politikası, Saddam rejiminin sonuna işaret ediyordu. Bu çerçevede de Saddam rejimine muhalif olan tüm Iraklı güçler, hiçbir uluslar arası gücün engelleyemediği yeni süreçte kendi çıkarlarına uygun tutumlar almaya başladılar.

 

İşgale yönelik tutumlar

ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin, 20 Mart 2003’te başlattığı Irak saldırısı sırasında, Irak’taki farklı etnik ve mezhebî mensubiyeti bulunan siyasal aktörler şu farklı tutumları sergilediler.

 

Sünni Araplar ve “direniş”

20 Mart’ta başlayan savaşta, hiçbir ciddi varlık gösteremeyen ve 3 hafta içerisinde biten nizamî direniş, 9 Nisan’dan sonra başlayan süreçte örgütlülük açısından heterojen bir gayri nizami harbe yöneldi.

 

1- Saddam rejiminin resmî güçleri ve bu rejimin dayandığı sosyolojik kesim olan Sünnî Araplar, iktidarı kaybetmiş olmaktan kaynaklanan anlaşılabilir bir gerekçeyle ABD saldırısına karşı askerî direniş tutumu sergiledi.

 

Bu kesimin siyasal aktörleri millî ve dinî jargonlara dayalı bir ideolojik form içerisinde şu ana kategorilerde muhtelif gruplar oluşturdular.

 

a) Saddam rejiminin askerî ve istihbarat unsurları

 

b) Saddam döneminde de yasaklı olan Sünnî İslamî hareketler. Tarık Haşimî liderliğindeki İhvan-ı Müslimîn kökenli “Hizb-i İslamî” bu cümledendir.

 

c) Saddam rejimi döneminde akademisyen ve din âlimi görevinde bulunan şahısların “Sünnî Merceiyet” iddiasıyla oluşturduğu siyasî gruplar. Haris ed-Darî liderliğindeki Heyetu’l- Ulema li’l- Muslimîn, adlı örgüt bu misyonla kuruldu.

 

d) Ulusalcı ideolojisi çok daha güçlü olan ve dinî kimliği bu doğrultuda araçsallaştıran siyasî hareketler. Adnan Duleymî liderliğindeki “Irak Ehli Sünnet Genel Kongresi”, Halef Ulyan liderliğindeki Irak Ulusal Diyalog Meclisi ve bu gruptan ayrılan ve Saddam karşıtı bir Basçı olan Salih el-Mutlak liderliğindeki “Irak Ulusal Cephesi” bu gruba dâhil edilebilir.

 

e) Yerel aşiretler ve Saddam rejiminin yerel gayri nizamî harp unsurları

 

f) Çoğunluğunu Irak dışından gelen kişilerin oluşturduğu ve kendisini el-Kaide örgütünün Irak kolu olarak tanımlayan Zerkavî grubu. Bu grubu, üyelerinin çoğunun Iraklı olmaması, sahip olduğu dinî-ideolojik kimliği ve Irak’ın geleceğine yönelik hiçbir makul stratejiye sahip olmaması açısından genel anlamdaki Iraklı Sünnî siyasî gruplardan farklı mütalaa etmek gerekmektedir.

 

Bu kategorilerden herhangi biri içerisine girebilecek daha birçok örgütün bulunduğu; bunların hiçbirinin Irak’taki Sünnî Arapların çoğunluğunu tek başına yönlendirebilecek veya temsil edebilecek bir nitelik taşımadığı ve bunların geleceğe dönük ortak ve bütüncül bir stratejiye sahip olmadığı söylenebilir.

 

Bu siyasal aktörlerin 30 Ocak 2005 seçimlerini ve anayasa referandumunu boykot etmeleri; ama daha sonra 15 Aralık seçimlerine katılımı büyük oranda desteklemeleri ve seçimlere iştirak etmeleri (Zerkavi grubu hariç) yukarıdaki tespiti doğrular niteliktedir.

 

Sünnî Arapların 9 Nisan’dan sonra başlattıkları gayri nizamî harp, homojen olmayan örgütsel karakterinden ve bütüncül bir stratejiye göre planlanmamış olmasından dolayı yeni süreçte Sünnî örgütlerin önünü tıkarken diğer kesimlerin konumunu güçlendirdi.  

 

Sünnî Arap kesimi temsilen faaliyet gösteren siyasî grupların 9 Nisan 2003 sonrasında başlatılması kaçınılmaz olan siyasal süreçte belirleyici olamamaları ve hatta başvurdukları askerî “direniş” yöntemini, belli bir stratejiye dönük olarak kullanamamaları, büyük ölçüde parçalanmış liderlik yapılarından ve bölge ülkelerinin yönlendirmelerinden kaynaklandı.

 

Sünnî siyasal aktörler; “direniş” olgusunu, 9 Nisan 2003 sonrasında başlaması kaçınılmaz olan sürecin taktik aracı değil, alternatifi olarak gördüler ve devletin kurulması sürecini gayri meşru diye niteleyip, 30 Ocak seçimlerini ve anayasa referandumunu boykot ettiler.

 

Gayri meşru diye niteleyerek dışında kaldıkları bu sürecin, 15 Aralık seçimlerinde nasıl birden bire meşru oluverdiği, Sünni siyasî aktörlerin kolayca cevaplayabileceği bir soru olarak gözükmemektedir.

 

Bununla birlikte politik beceriksizliklerini ve fırsatçılıklarını; stratejisi, sınırları, hedefi ve hikmeti hiçbir şekilde belli olmayan “direniş” olgusuyla meşru göstermeye çalışan siyasal aktörler de onlara dışarıdan alkış tutanlar da, Iraklı Sünnî Arap halkın yaşamak zorunda kaldığı yakıcı sorunların vebalini yüklenmiş oldular.

 

Kürtler ve faydacılık

2- Başta KDP ve KYB olmak üzere Kürt ulusal hareketleri, 1. Dünya Savaşı sonrasında ortaya konan bağımsız Kürt devleti idealini, gerçekleştirme noktasında uygun bir zemin yakalamış oldular. Molla Mustafa Barzani öncülüğünde 1945’ten sonra resmen kurulan KDP,  ve 1970’li yılların sonunda bu partiden ayrılan Celal Talabani liderliğindeki KYB, yarım asır süren mücadele sonunda Kuzey Irak’taki Kürt ulusal hareketinin en büyük iki partisi olmuş ve 1990’lardan itibaren de 36. paralelin kuzeyinde fiilen bir devlet idare eder hale gelmişti.

 

ABD’nin Körfez Savaşı sonrasında 1991’de Saddam rejiminin düzenlediği Enfal operasyonuna seyirci kalması yüzünden büyük katliamlara maruz kalan söz konusu Kürt partileri, bu kez biraz daha temkinli davranmayı ve taleplerini ABD güçlerinin yanında durarak gerçekleştirmeyi tercih ediyorlardı.

 

36. paralelin kuzeyinde oluşturulan bölgede 1990’lı yıllardan başlamak üzere on yıldır süren fiilî devlet yönetimi, bu partilere Irak’taki diğer muhalif gruplara oranla kıyaslanmayacak ölçüde ekonomik ve idari birikim kazandırmıştı.

 

Söz konusu Kürt hareketler, bağımsız devlet kurma idealini açıkça telaffuz etmekle birlikte bölge gerçekleri doğrultusunda daha gerçekçi bir strateji izleyerek on yıldan fazla bir süredir sahip oldukları fiilî özerkliğe resmiyet kazandırmayı hedeflediler. Dolayısıyla ABD ihtiyaçları ile Kürt taleplerinin örtüştüğü bu yeni süreçte ulusalcı Kürt partiler geleneksel siyasetlerine uygun bir biçimde ABD ile açık ve kapsamlı bir işbirliği içerisine girdiler.

 

Bu işbirliği, savaşın başladığı 20 Mart 2003’ten, itibaren siyasal süreçleri de içine alacak şekilde gelişerek devam etti. Bu yönüyle Kürt partiler, taleplerini elde etme konusunda Irak içindeki diğer kesimlere oranla daha başarılı oldular.

 

Şii Araplar ve aktif tarafsızlık

3- Şii Araplar, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturmasına rağmen Saddam döneminde ne Sünnî Araplar gibi yönetimde yer alabildiler ne de Kürtler gibi ülke içinde örgütlenebildiler. Şii muhalefete mensup siyasî örgütlerin Irak dışında sürgünde bulunması ve gerek “İslamcısıyla” gerekse “seküleri”yle parçalanmış bir yapı arz etmesi, bu kesimin yeni süreçteki en önemli dezavantajıydı.

 

Ahmet Çelebi, İyad Allavî ve Hazım Şa’lan gibi şahıslar, ABD’nin maddî desteği ve örgütlemesiyle öne çıkardığı laik Şii politikacılardı ve geçmişte Baas partisiyle ilişkide olmuş bu politikacılar, Kürt partilerden de daha geri ve ilkel bir faydacılıkla salt kişisel hırsları sebebiyle ABD ile işbirliği yapıyorlardı.

 

Kürt partilerin sahip olduğu toplumsal tabana da etnik veya dinî bilince de sahip olmayan bu şahısları birer siyasal aktör haline getiren tek etken ABD desteği idi.

 

1. Dünya Savaşı sonrasında Irak’ı işgal eden İngilizler, öngördükleri siyasal örgütlenmeyi gerçekleştirebilmek bakımından Irak halkına derinlemesine nüfuz edebilmiş, küçük çaplı aşiret liderleriyle dahi temas içerisinde olmuşlardı. Hâlbuki ABD, Irak için örgütlediği muhalefette sadece halk tabanından yoksun seçkin liderlere dayalı bir siyaset izlemişti. ABD’nin Irak politikasının başarısızlığının en önemli etkenlerinden biri de buydu.

 

En dezavantajlı siyasal grup olarak Şii İslamcılar

İslamcı Şiiler ise hem Irak içerisinde örgütlenememekten hem de birçok gruba bölünmüş olmaktan dolayı Irak içindeki en dezavantajlı kesimi oluşturmaktaydı. En büyük İslamî siyasi gruplar olan Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi’nin (IİDYM) lider kadrosu ve on binlerce mensubu İran’da; ikinci büyük siyasi parti olan Hizb-i Dava’nın lider kadrosu ve üyeleri ise yine İran’da ve Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşamaktaydı.

 

Irak’ın içinde yaşayan halkla örgütsel bir temasları bulunmayan bu siyasî hareketlerin Irak içindeki etkilerinin ve nüfuzlarının ciddi bir nesnel karşılığı bulunmamaktaydı. İslamî Şii gruplar, gerek siyasal, gerek askerî ve gerekse idarî birikim ve tecrübe açısından Irak’taki diğer gruplarla kıyaslanamayacak ölçüde zayıf bulunuyordu.

 

Çünkü İslamî Şii hareketler, mülteci olarak kabul edilmek dışında, laik şahsiyetler gibi herhangi bir dış gücün desteğine ve himayesine sahip değildi. Basında çok abartılı bir şekilde yansıtılan bu gruplara yönelik İran desteği ise, her ne olursa olsun bu grupları Irak içinde etkin bir siyasi aktör haline getirme niteliğinden yoksundu.

 

Öte yandan bu grupların İran-Irak savaşı sırasında İran ordu birlikleriyle birlikte katıldıkları kimi operasyonlar hariç tutulacak olursa, Kürt gruplar gibi uzun soluklu askerî mücadeleleri ve yine belli bir bölgede hâkim olmaktan kaynaklanan idarî tecrübeleri bulunmamaktaydı.

 

Binaenaleyh İslamî Şii gruplar, 20 Mart 2003 yılında başlayan Irak savaşında, Saddam rejiminin yanında da, ABD’nin yanında da yer almamak şeklinde bir siyaset izlediler. Bununla birlikte tarafsız kalan bu gruplar, bütün stratejilerini savaş sonrası sürece dönük olarak planlayarak aktif bir tutum katındılar.

 

Peki, Irak’taki diğer siyasî aktörlerle kıyaslandığında halkla siyasal ve örgütsel bağ açısından en dezavantajlı durumda bulunan bu grupların, 30 Ocak ve 15 Aralık seçimlerinden zaferle çıkması nasıl izah edilebilir?

 

Bu sorunun cevabını Şii teolojisinin ortaya koyduğu din-toplum ilişkisi bağlamında ve Ayetullah Sistanî’nin sergilediği bilgelikte aramak gerekmektedir.

 

Yıllar boyunca evinden dışarıya adım atmamış ve Saddam döneminde de siyasetten olabildiğince uzak durarak bütün çabasını ilmi havzaları koruma ve geliştirmeye harcamış biri olan Ayetullah Sistanî, merce-yi taklit konumundan kaynaklanan toplumsal nüfuzuyla, halkla İslamî hareketler arasında köprü oldu.

 

Onun dinî konumundan kaynaklanan nüfuzu, parçalanmışlık hali yaşayan İslamî parti ve grupları bir araya getirdiği gibi bu siyasî gruplarla halk yığınları arasındaki bütünleşmeyi de sağlayan en önemli etken oldu.

 

Ayetullah Sistanî, 7 Aralık 2003’te yayınladığı fetva[1][1] ile ABD tarafından atanacak bir kurulun hazırlayacağı anayasanın gayri meşru olacağını, Irak anayasasının Irak halkının seçeceği kişilerce hazırlanması gerektiğini belirterek 30 Ocak seçimlerine giden süreci başlatmış oldu. Onun bu adımı, işgalcilerin planını bozan ve ülkedeki tüm kesimleri ülkenin kaderinde rol oynamaya çağıran, gruplar ve mezhepler üstü birleştirici bir adımdı.

 

Ayetullah Sistanî’nin bu adımı olmasaydı, Jay Garner, Paul Bremer ve İyad Allavî ile başlatılan Irak’taki yönetim süreci, tıpkı yazının başında bahsedildiği gibi 1920 sonrasındaki gibi işletilecek ve Irak anayasası, işgalcilerin görevlendirdiği bir komisyon tarafından yazılmış ve siyasal yapı buna göre belirlenmiş olacaktı. Ayetullah Sistanî, yayınladığı fetva ile hem işgalcilerin bu planını bozmuş hem de Iraklı tüm kesimlerin, ülkenin geleceğinde rol oynamaları için uygun zemin yaratmış oldu.

 

Fakat Şii ve Kürt kesimlerin rasyonel bir şekilde yararlandığı bu zeminden maalesef Sünnî Araplar “gayri meşruluk” gibi tuhaf bir gerekçeye dayanarak kendilerini mahrum ettiler. 

 

Şiî toplumsal kesime yönelen şiddet ve terör saldırıları karşısında bu kesime sabır ve fedakârlık emreden toplumsal misyonuyla Irak’ın iç savaşa sürüklenmesini önleyen tek kişi Ayetullah Sistanî oldu.

 

Fitne, nifak ve tefrika ortamından siyasal gelecek uman gruplarla, Irak dışındaki psikolojik savaş ve propaganda aygıtlarının tüm yıpratma çabalarına rağmen, Irak halkının kendi geleceğini kendi eliyle belirleyebilmesine imkân tanıyan siyasal süreçler onun tedbirleri ve yönlendirici misyonu sayesinde gerçekleştirilebildi.

 

Peki, Ayetullah Sistanî’nin bu gücü ve nüfuzu nereden geliyordu? Konuyu açmak bakımından asil dinî kurumların toplumsal işlevi ile modern siyasal kurumların toplumsal işlevini ortaya koyan basit bir örnek vermek yerinde olur. Herhangi bir modern siyasal örgütün insanları bir amaç için bir araya toplaması için sayısız çeşitlilikte propaganda malzemesi kullanması ve yüzlerce insanı seferber etmesi gerekirken, dinî bir kurum olan camide müezzinin sadece ezan okuması toplumun her sınıfından insanı ortak bir amaç doğrultusunda bir araya getirebilmektedir.

 

Yıllar boyunca evinden dışarıya adımını atmamış, hiçbir örgüte, hiçbir modern propaganda aygıtına, hiçbir kolluk gücüne sahip olmayan Ayetullah Sistanî’nin merce-i taklit olma konumundan kaynaklanan toplumsal nüfuzu ile işgal sonrasında Şii merceiyetine alternatif olarak kurulan Ehl-i Sünnet merceiyeti iddiasındaki Heyetu’l- Ulema’nın toplumsal nüfuzunu bu açıdan kıyaslamak yerinde olacaktır.

 

Saddam döneminin onlarca seçkin din adamının ve akademisyeninin oluşturduğu bir kurulun merceiyetinin, onca yoğun çabaya ve kaynak kullanımına rağmen sadece bir iddiadan ibaret kalması, ancak devralınan teolojik birikimle ve din algısıyla izah edilebilir niteliktedir.

 

Kuşkusuz Ayetullah Sistanî’nin kişisel bilgeliğinin oynadığı toplumsal ve siyasal rolde önemli bir etkisi varsa da ona bu rolü oynama imkânı veren en temel etken, mensubu bulunduğu mezhebin, dinî kurumları asil işlevleriyle toplumsal hayatın içinde yaşatan öğretileri ve bu mezhebe mensup kişilerin din algısıdır.

 

Bir başka deyişle imamet, içtihat-taklit ve velayet kavramlarını algılayış biçimi, Irak’taki Şiilerle diğer mezhep mensuplarının toplumsal ve siyasal hareket yapısını farklılaştıran en önemli etken olmaktadır.

 

ABD’nin Irak başarısızlığı

Hatırlanacağı üzere BOP kapsamında Irak’ta bir model siyasal yapı kurulacağından ve Irak modelinin bölgedeki diğer rejimler üzerinde domino etkisi yaparak bu rejimleri devireceğinden söz ediliyordu. 15 Aralık seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo, şimdi Bush’un ve senato seçimleri öncesi Cumhuriyetçilerin koltuğu üzerinde domino etkisi yapacak gibi gözüküyor.

 

İki yıl önce Irak merkezli olarak ağızlardan düşmeyen BOP projesinin bugün gündemde yer etmiyor oluşu ve ABD’nin Irak politikaları konusunda başarısız olduğunun akademik ve politik düzeylerde itiraf edilmesi, ABD’nin 2 bin kişilik asker kaybıyla izah edilemeyecek türden gelişmelerdir.

 

ABD’nin 2–3 bin kişilik askerî kaybı Washington açısından tahammül edilemez bir kayıp olmamakla birlikte, Irak işgaline gerekçe kılınan “Irak’ın demokratikleştirilmesi” planının çökmesi, ABD açısından tahammül edilebilecek bir başarısızlık olarak gözükmemektedir.

 

Seçimlere ve siyasal süreçlere sahip çıkarak “Irak’ı demokratikleştirme” stratejisinde her şeyin kontrolü altında bulunduğu izlenimini vermeye çalışan ABD, 15 Aralık seçimleri sonrasında ağır bir yenilgi almış oldu.

 

ABD, 15 Aralık seçimleri öncesinde 30 Ocak seçimlerine Birleşik Irak İttifakı (BIİ) listesinden giren Ahmet Çelebi grubunu bu ittifaktan kopararak ve Sünni ve Şii laiklerin oluşturduğu İyad Allavî listesine büyük maddî yardımlarda bulunarak BIİ’nı oluşturan İslamî listeyi zayıflatmaya ve Allavî’yi kazandırmaya çalıştı.

 

Fakat tüm bu çabalara rağmen BIİ listesi seçimlerden büyük bir zaferle çıkarken Allavî listesi ancak dördüncü sırada yer alabildi ve resmi olmayan sonuçlara göre muhtemelen 15 civarında sandalye kazanabildi.

 

15 Aralık seçimleri ve katılan siyasi gruplar

Yüzde 70’i aşkın bir katılım oranıyla gerçekleşen bu seçimde kalıcı hükümeti kuracak 275 sandalyeli parlamento belirlenmiş oldu. Anayasa gereği 275 sandalyenin 230’u eyaletlere göre dağıtılırken 45 sandalye ülkedeki dinî azınlıklara ayrıldı.

 

15 Aralık seçimlerini önceki seçimden ayıran en önemli özellik, Sünnî Arapların bu seçimlere büyük oranda katılım göstermesi oldu.

 

300’den fazla grubun 19 ittifak listesiyle katıldığı bu seçimlerde etnik ve mezhebî ayrımlarla siyasal görüş farklılıkları belirleyici oldu.

 

Kürtler

Kürt gruplar içerisinde en güçlü ittifak listesi Kürdistan İttifakı idi, bu ittifak şu gruplardan oluşuyordu:

1-KDP (Barzanî)

2-KYB (Talabanî)

3-Irak Kürdistan Demokrat Partisi (Kemal Şakir)

4-Kürdistan Sosyal Demokrat Partisi (Ahmet Hac Muhammet)

5-Kürdistan Emekçiler Partisi (Kadir Aziz)

6-Türkmen Kardeşlik Partisi (Velid Şirket)

7-Keldani Demokratik Birliği (Eblehed Okaryim)

8-Kürdistan İslamî Cemaati (Muhammed Hamid Ali)

 

1994’te kurulan Kürdistan İslam Partisi, Kürdistan İttifakı’na katılmadıysa da bu ittifak daha önce IİDYM ile birlikte hareket eden Şii kökenli Fili Kürtlerini listesine alarak önemli bir avantaj kazandı.

 

Şiiler     

Şiiler bu seçimlere üç akımı temsil eden üç ittifak listesiyle katıldılar. Bunlardan birincisi İslamcı Şiilerin oluşturduğu Birleşik Irak İttifakı (BİI) ikincisi İyad Allavî’nin laik Şii ve Sünnilerden oluşan listesi, üçüncüsü de Ahmet Çelebi’nin liberal ve meşrutiyet yanlısı listesi idi.

 

Birleşik Irak İttifakı 16 siyasi grubun bir araya gelmesiyle oluştu. Yazının hacmini arttırmamak açısından sadece önde gelen birkaç grubun adını aktarmakla yetineceğiz.

 

1-Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi (Abdülaziz Hekim)

2-Dava Partisi (İbrahim Caferi)

3-İslamî Fazilet Partisi (Nedim Cabirî)

4-Sadr Bloğu (Hasan Rebii)

5- Irak Hizbullah’ı (Hasan Sârî)

6-Bedir Örgütü (Hâdi Amiri)

7-Türkmen İslam Birliği (Abbas Beyatî)

 

Liberal Şii gruplarla saltanat yanlılarının ortak listesini oluşturan bazı siyasi partiler:

1-Irak Ulusal Kongresi (Ahmet Çelebi)

2-Irak Meşrutiyet Partisi (Cevad Bulanî)

3-Irak Meşrutiyet Hareketi (Ali bin Hüseyin Haşimî)

4-Türkmen Karar Partisi (Türkmen Cephesi eski lideri Faruk Abdullah)

 

Laik Şii, Sünnî eski Basçı liderlerle bazı aşiretlerin ortak listesinde yar alan bazı gruplar: (Allavî Listesi)  

1-Ulusal Birlik Hareketi (İyad Allavî)

2-Bağımsız Irak Heyeti (Fellah Hasan Nakib)

3-Türkmen Aşiretleri ve Seçkinleri Cemiyeti (Abdülhamit Ahmet Beyatî)

4-Irak Komünist Partisi (Hamid Mecid Musa)

5-Irak Demokratik Birliği (Adnan Paçacı)

6-Irak İçin Vefa Birliği (Hazım Şa’lan)

7-Iraklılar (Gazi el-Yaver)

 

Sünni Araplar

30 Ocak seçimlerini ve anayasa referandumunu boykot eden Sünnîler bu kez seçime büyük bir katılım gösterdiler. Sünnî siyasî gruplar ise seçime aşağıdaki ittifak listeleriyle katıldılar:

 

A-Irak Uzlaşma Cephesi: (Adnan ed-Duleymî Listesi) Sünni Arapların içindeki en güçlü ittifak listesiydi ve şu gruplardan oluşuyordu:

1-Hizb-i İslamî (Tarık Haşimî)

2-Irak Ehl-i Sünnet Genel Kongresi (Adnan ed-Duleymî)

3-Irak Ulusal Diyalog Meclisi (Halef Ulyan)

 

B-Irak Ulusal Diyalog Cephesi: (Salih el-Mutlak listesi)

1-Irak Ulusal Cephesi (Salih el-Mutlak)

2-Özgür Irak’ın Birliği İçin Ulusal Cephe (Hüseyin Luheybî)

3-Irak Demokratik Cephesi (Fehran Havas Sadid)

4-Birleşik Irak’ın Evlatları Hareketi (Ali Abdullah Halife)

5-Irak Hıristiyan Demokrat Partisi (Minas Yusufî)

 

Irak toplamında yüzde 70 olarak açıklanan seçime katılım oranı belli başlı illere göre aşağıdaki yüzdelerde gerçekleşti:[2][2]

 

Kürt bölgelerinde: Erbil: 90, Kerkük: 85, Süleymaniye: 75; Sünni bölgelerinde: Bakuba: 66, Tıkrit: 88; Şii bölgelerinde: Basra: 63, Kerbela: 58, İmara: 57, Semave: 58, Nasıriye: 54, Kut: 54, Necef: 85

 

Bu yazının yazıldığı tarih itibariyle nihaî resmi sonuçlar açıklanmamış olsa da eldeki verilere göre 275 sandalyeli Irak parlamentosundaki sandalye dağılımı, (en iddialı listeler arasında)  muhtemelen şu şekilde olacak:

 

Birleşik Irak İttifakı: 132 sandalye,

Kürdistan İttifakı: 52-57 sandalye,

Irak Uzlaşma Cephesi: 45-47 sandalye

Allavi listesi: 21 sandalye

 

Sonuç

20 Mart 2003’te işgale uğrayan, ardından otorite boşluğu yaşayan; fakat 30 Ocak seçimleriyle kendi geleceğini kurmaya dönük ilk adımı atan Irak, 15 Aralık seçimleri ile siyasal süreçleri tamamlamış, kalıcı parlamentoyu ve hükümeti oluşturmuş olacak.

 

Daha önce Irak’ta kalıcı ve istikrarlı bir siyasal devlet sisteminin olmayışını gerekçe gösteren işgalciler açısından artık bu süreçten sonra bu gerekçe ortadan kalkmış oluyor. Elbette anayasa yazımı ve 15 Aralık seçimleri sonuçları göz önünde bulundurulduğunda Irak’ta BOP projesine uygun bir model sistem kurmayı başaramayan ABD’nin, bu başarısızlıktan dolayı kendi kamuoyunun ve uluslar arası toplumun baskısı altında kalmaya devam edeceği söylenebilir.

 

Irak’tan bu hal içerisinde kısa vadede çekilme kuşkusuz ABD açısından büyük bir yenilgi ve stratejik hata sayılacak ve ABD’nin bu süreçten sonra Irak’taki işgalci varlığı sadece bu ülkedeki güvenlik sorunu ile gerekçelendirilebilecektir.

 

Ülkedeki iç güvenlik tehdidinin ana kaynağı



Makaleler

Güncel