Kanla vicdanla kurduk biz bu planı

Suriye politikasını sürekli olarak ahlaki ve vicdani gerekçelerle açıklayan Ankara, 4 aşamalı stratejik planın tüm aşamalarında ‘Suriye’de akan kanın durdurulması’nı stratejik hedef olarak ortaya koydu.

Dostlar Grubu’yla koordinasyon içindeki Suriye muhalefeti cephesinde ciddi değişimler yaşanırken, Türkiye’nin kendisini doğrudan etkileyen bu gelişmeleri, hep tersine sonuçlar doğuran iki buçuk yıllık ‘stratejik plana’ göre yönetmekte ısrarlı olduğu anlaşılıyor.

Türkiye’nin Suriye politikasını dört aşamalı bir stratejik plan üzerine kurduğu tezi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait.

Davutoğlu, Suriye kelimesinin geçtiği her cümlesinde atıf yaptığı dört aşamalı stratejik planı ve aşamalarının gerekçelerini şöyle açıklıyor:[1]

1- İkili angajman aşaması: Davutoğlu’na göre Türkiye bu aşamada Suriye ile olan yüksek düzeyli ilişkilerini kullanarak Şam yönetimini reform yapmaya ikna etmeye çalıştı. Bunu, ‘Suriye’de kan akmaması’ için yaptı.

2- Arap Birliği ile birlikte hareket etme aşaması: Davutoğlu’na göre Şam yönetimi birinci aşamada Ankara’yı dinlemediği için, Türkiye bu kez soruna Arap Birliği ile çözüm bulmaya çalıştı. Bunu, Suriye sorununa ‘aile içinde’ çözüm bulmak ve ‘dış müdahaleyi önlemek’ için yaptı.

3- BM Güvenlik Konseyi’ne gitme aşaması: Arap Birliği girişiminin başarısız olması üzerine tıpkı Libya’da olduğu gibi Güvenlik Konseyi’nden uluslar arası müdahale kararı çıkarılmaya çalışıldı. Bunu da ‘sivillerin korunması’ için yaptı.

4- Dostlar grubunun kurulması: Rusya ve Çin vetosu yüzünden BM’den karar çıkarılamayınca müdahale konusunda BM’yi bypass etmek için başka bir uluslar arası platform kuruldu. Bunu da yine ‘Suriye’de daha fazla kan dökülmesin’ diye yaptı.

Aksi sonuç üretmeye dayalı plan tasarımı ve Ankara mucizesi

Davutoğlu’nun açıklamalarından Ankara’nın bu dört aşamalı stratejik planında son derece insani ve ahlaki iki stratejik hedef öngörüldüğü anlaşılıyor.

1- Suriye’de akan kanın durdurulması,

2- Suriye’ye yönelik dış müdahalenin önlenmesi.

‘Dış müdahalenin önlenmesi’ hedefini planın ikinci aşamasından sonra bir daha dile getirmeyen Ankara’nın, planın diğer aşamalarında dış müdahaleyi bir stratejik hedef olarak benimsediği açık.

Dolayısıyla planın ikinci aşamasıyla ilgili olarak iki ihtimal söz konusu:

1- Zaten Ankara’nın, planın 2. aşamasındaki asıl hedefi Arap Birliği ile birlikte Suriye’ye dış müdahalenin zeminini oluşturmaktı. Arap Birliği aracılığıyla Beşşar Esed’e ‘ya Yemen formülü ile gönüllü olarak git ya da biz seni Libya formülü ile zorla göndeririz’ mesajı verilecek, Esed bunu kabul ederse sorun ‘aile içinde’ çözülmüş olacak etmezse de ‘günah bizden gitti’ denecekti. Yani ‘Dış müdahalenin önlenmesi’ ve sorunun ‘aile içinde çözümü’ söylemi, sadece Şam’a ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ taktiğinden ibaretti. Dolayısıyla da planın bu aşamasının stratejik hedefi ile doğurduğu sonuç arasında bir tutarsızlık söz konusu değildi.

2- Ankara, planın 2. aşamasında Arap Birliği ile birlikte hareket ederek sorunu aile içinde çözme ve dış müdahaleyi önleme hedefi konusunda gerçekten samimiydi; ancak Arap Birliği’nin kendi gözlemci raporunu bile dikkate almadan konuyu BM’ye taşıması Ankara’yı bu hedefi gerçekleştirme konusunda başarısız kıldı. Dolayısıyla da Ankara’nın 4 aşamalı stratejik planının daha ikinci aşamasında aksine sonuç ürettiği ortaya çıkmış oldu.

Suriye politikasını sürekli olarak ahlaki ve vicdani gerekçelerle açıklayan Ankara, 4 aşamalı stratejik planın tüm aşamalarında ‘Suriye’de akan kanın durdurulması’nı stratejik hedef olarak ortaya koydu.

Ancak Mirsad adlı Londra merkezli muhalif insan hakları örgütünün açıkladığı veriler, Suriye sorununun, 3. aşamada Libya modeline; 4. aşamada ise Irak işgali modeline göre çözümünü öngören Ankara planının ne ölçüde aksi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

Suriye’deki isyanın 18 Mart 2011’de başladığı kabul edilir. Mirsad’ın 11 Ağustos 2011 tarihli açıklamasına göre Suriye’de 1744 sivil, 406 asker öldü.

Bu veri, Suriye’deki muhaliflerin silah kullanmadığı, yönetimin sivil gösterileri şiddet yoluyla bastırdığı yönünde yaygın bir kanaatin bulunduğu döneme ait.

Mirsad’ın Arap Birliği girişiminin henüz yürürlükte olduğu 15 Aralık 2011 tarihine ilişkin verileri de şöyle: Suriye’de yaşanan çatışmalarda ölen sivil sayısı 3420, asker ve polis sayısı: 1277.

Suriye’deki isyanın yaklaşık olarak birinci yıl dönümünde yani 26 Mart 2012’de ölen sivil sayısı 7021, asker sayısı 2659.

Şiddet ve ölüm rakamlarının tavan yapacağı 18 Temmuz 2012 sonrası verilere geçmeden önce Ankara’nın 4 aşamalı stratejik planı çerçevesinde Suriye ile ilgili yaşanan gelişmeleri hatırlayalım.

1- Ocak 2012: Arap Birliği kendi gözlemci heyetinin raporunu bile dikkate almadan Avrupa ülkeleriyle birlikte Suriye’deki ‘sivilleri korumak’ ve ‘insani yardım koridoru açmak’ için BM Güvenlik Konseyi’ne karar taslağı sundu. Ancak Libya modelinin Suriye’de tekrarına izin vermeyeceğini açıklayan Rusya ve Çin’in vetosu sebebiyle müdahale kararı çıkarılamadı. 

2- Şubat 2012: Davutoğlu’nun planının 4. aşaması çerçevesinde BM’yi bypass ederek Suriye’ye müdahale için planlanan Dostlar Grubu kuruldu.   

3- Mart 2012: Dostlar Grubu ilk toplantısını Tunus’ta yaptı, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhaliflerin silahlandırılması önerisi kabul edilmese de ‘muhaliflerin kendini koruma hakkı’ vurgulandı.

4- Nisan 2012: Suriye’de siyasi çözümü öngören ve BM başkanlık bildirisiyle ve 1 Nisan’daki Dostlar toplantısında desteklenen Annan Planı, yürürlüğe girmesine bir gün kala Ankara tarafından ‘kadük ilan edildi’[2]

5- Mayıs 2012: Senatör McCain’in başkanlık seçimleri öncesinde yaptığı “Türkiye’nin Suriye konusunda daha agresif adımlar atabilmek için ABD’den liderlik rolü bekliyor”[3] şeklindeki açıklamaları ve girişimleri etkili oldu ve Obama yönetimi Suriye konusundaki ekibini takviye ederek silahlı  muhaliflerle yakın temas kararı aldı.

6- Mayıs 2012: CIA Suriyeli muhaliflerin Suudi Arabistan ve Katar finansmanıyla Türkiye üzerinden silahlandırılmasını koordine etmeye başladı.[4]

7- Temmuz 2012: 18 Temmuz’da Şam’daki ulusal güvenlik binasına düzenlenen bombalı saldırıyla aralarında Savunma Bakanı Davud Raciha’nın da bulunduğu üst düzey Suriye güvenlik yetkilileri ortadan kaldırıldı.

Mayıs ayından beri ‘Suriyelilerin kendini savunma hakkı’ argümanı ile silahlandırılan muhaliflerin Şam ve Halep olmak üzere büyük kentlere yönelik geniş çaplı saldırıları başladı.

Başbakan Erdoğan’ı ‘Emevi camisinde namaz kılma[5] hayalleriyle heyecanlandıran bu gelişmelerin Mirsad’ın 26 Haziran tarihli raporuna nasıl yansıdığına bakalım:

100 bini aşan ölünün;

50 bin 200’ü sivil,

25 bin 407’si Suriye askeri,

17 bin 311’i Suriye yönetimi yanlısı halk savunma gücü ve milis üyesi

18 bin 72’si muhalif savaşçı,

2518’i Suriyeli olmayan muhalif savaşçı[6]

Kan ve vicdanla kurduk biz bu planı

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun her aşamasında ‘akan kanın durdurulması’ stratejik hedefini öngördüğü 4 aşamalık stratejik planının sonucu işte bu.

Öngörülen stratejik hedefle ürettiği sonuç arasında ters orantılı bir ilişki bulunmasına rağmen CNN Türk’e verdiği son röportajda da yine bu plana atıf yapan Davutoğlu’nun planında bir sorun görmediği anlaşılıyor.

Davutoğlu, destekledikleri muhalif gruplar arasında yaşanan ve doğrudan Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren son gelişmeleri kendi planının doğruluğuna atıf yaparak, ‘rejimin şiddeti’, ‘Hizbullah’ ve ‘Irak’tan giren el-Kaide’ ile açıklıyor.

Davutoğlu şöyle diyor: “Bir kere yine ilkesel olarak bir çerçeveyi çizelim; biz niye 10 ay Beşar Esad’la ve yönetimiyle angajman politikasıyla Suriye krizi daha başlamadan veya tırmanmasının ilk aşamalarında çözmeye çalıştık? Niye daha sonra Arap Ligi’ni, uluslar arası toplumu harekete geçirmek için olağanüstü çaba sarf ettik? Çünkü, bugünkü senaryonun çıkmasından korkuyorduk. Bugünkü senaryoyu Türkiye çıkarmış değil, kimse Türkiye’ye haksızlık yapmasın.”[7]

“El Kaide türü örgütlerin faaliyetlerden memnun olmadığını”, “bu gruplara sağlanmış hiçbir desteğin ve müsamahanın bulunmadığını” öne sürüyor ve “Türkiye’nin her zaman Suriye halkını temsil eden ve Suriye ordusundan ayrılarak yine o orduyu temsil ederek kendi halkının kaderine bir şekilde yön vermek isteyen yine Suriyeli vatansever subayların ılımlı muhalefetine destek verdik”lerini söylüyor.

Ancak 25 Eylül’de “Suriyeli vatansever subayların ılımlı muhalefeti”nde iken aralarında el-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin de yer aldığı 13 örgütle birleşen ve Ulusal Koalisyonu tanımadıklarını açıklayan Tevhit ve İslam Tugayları ile Sukuru’ş- Şam’ın hala ılımlı olup olmadığına açıklık getirmiyor.

Elbette 4 aşamalı stratejik planda, 18 Temmuz 2012’den sonra ‘açık vekalet savaşı’ aşamasıyla 5. aşamaya, 21 Ağustos 2013’teki Doğu Guta kimyasal saldırısı ve ABD’nin müdahaleye zorlanması ile 6. aşamaya geçildiği biliniyor.

Ankara’nın, planın bu aşamalarını açıklamayı devrim sonrasına ertelemiş olabilir; ancak silahlı grupların yeni ittifak kombinasyonlarının Türkiye’nin sınır güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği ortadayken Davutoğlu’nun hala 4 rakamında ısrar etmesi anlaşılabilir gözükmüyor.

 



[1]http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=23.03.2012&c=2&i=374082&k=f4

[2]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/

[3]http://thecable.foreignpolicy.com/posts/2012/04/18/obama_administration_searches_for_a_plan_b_in_syria

[4]http://www.nytimes.com/2012/06/21/world/middleeast/cia-said-to-aid-in-steering-arms-to-syrian-rebels.html?pagewanted=all&_r=0

[5]http://www.zaman.com.tr/politika_erdogandan-kilicdarogluna-multeci-tepkisi-sen-kimin-torunusun_1341386.html

[6]http://israhaber.com/mirsad-suriyede-olu-sayisi-100-bini-gecti-15485-haberi.html

[7]http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-ahmet-davutoglu_nun-cnnturk-televizyonuna-verdikleri-ozel-mulakat_-3-ekim-2013_-ankara.tr.mfa



Makaleler

Güncel