Suriye’nin yeni ordusu üzerindeki güç mücadelesi

img
Suriye’nin yeni ordusu üzerindeki güç mücadelesi YDH

"10 Kasım’da Washington’da yaşanacak olanlar, bir müzakerenin sonu değil; Suriye’nin 'gerçek entegrasyon' ile 'yönetilen entegrasyon' arasında bir tercih yapacağı yeni bir dönemin başlangıcıdır ve bu tercih, önümüzdeki yıllarda Orta Doğu’nun güvenlik düzenini belirleyecektir."




Ebu Muhammed el-Colani rejimi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan entegrasyon anlaşmasından yedi ay sonra, Suriye bugün öyle bir noktada duruyor ki alınacak her siyasi karar ülkenin geleceğini tamamen değiştirebilir.

Başlangıçta sadece kâğıt üzerinde var olan süreç, artık ülkenin askeri ve siyasi haritasını yeniden tanımlayabilecek bir aşamaya ulaşmış durumda. Yaklaşık kırk bin SDG mensubunun üç bölgesel kolordu ve birkaç özel terörle mücadele tugayı şeklinde yeniden yapılandırılmasını öngören entegrasyon planı; Şam, Washington ve bölgesel müttefikler arasındaki görüşmelerin ana eksenini oluşturuyor. Ancak taraflar arasında bu yeni ordunun şekli, yapısı ve niteliğine dair görüş ayrılıkları hâlâ derin.

1 Kasım 2025’te The National gazetesi entegrasyon görüşmelerinde “kayda değer ilerleme” sağlandığını bildirirken, Suriye Dışişleri Bakanı Es’ad Şeybani 2 Kasım 2025’te Manama’da Al-Monitor’a yaptığı açıklamada “hiçbir somut ilerleme” olmadığını vurguladı. Bu iki çelişkili anlatı, entegrasyon sürecinin çok yönlü baskılar ve kesişen rekabetler arasında sıkışıp kaldığını gösteriyor.

Washington, temsilcisi Tom Barrack’ın doğrudan yönlendirmesiyle süreci IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun şemsiyesi altında yürütmeye çalışırken; Türkiye ise kendi topraklarında Suriyeli askerleri eğitmesi ve PKK’nın eski mensuplarının YPG’ye aktarılmasına ilişkin haberlerin (Kaynak: Daily Sabah, 2 Kasım 2025) gündeme gelmesi nedeniyle, gelecekteki ordunun Kürt kimliğini koruyacağı endişesini taşıyor.

Ülke içinde ise siyasi atmosfer kırılganlığını koruyor: Tişrin Barajı çevresinde mayın patlaması, Lazkiye ve Hama’da SDG karşıtı protestolar ve yeni orduda kadın birliklerinin (YPJ) konumu konusunda Kürt komutanlar arasındaki görüş ayrılıkları, hükümet ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasındaki derin güven açığının işaretleri olarak görülüyor.

Aynı zamanda Michael Rubin’in Washington Examiner’da (3 Kasım 2025) yayımlanan “firtına öncesi sessizlik” ve IŞİD'in geri dönüş ihtimaline dair yazısı bu sürece yönelik güvenlik kaygılarını artırmış durumda.

Bölgesel düzeyde ise Washington’ın Colani'yi 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’a resmî bir ziyaret için davet etmesiyle eşzamanlı olarak, bölgesel güçlerin her biri entegrasyonun geleceğine kendi biçiminde etki ediyor: Türkiye, karşı-Kürt ekseni üzerindeki baskısıyla; İran, “ihtiyatlı gözlemci” tutumuyla; ve Rusya, Şam ordusunun geleneksel yapısındaki nüfuzunu koruma çabasıyla. Bu tarihî ziyaret, yeni ordunun niteliği, Kürtlerin bu yapıda üstleneceği rol ve merkezi hükümetin Suriye’nin gelecekteki güvenlik düzenindeki yeri konusunda kalan birçok belirsizliği aydınlatabilir.

Bu ziyaretin eşiğinde temel soru şudur: “Entegrasyon” gerçek anlamıyla Suriye ulusal birliğinin yeniden inşasında ilk adım olabilir mi, yoksa savaştan yıpranmış bu topraklarda güçler arasındaki rekabetin yeni bir sahnesine mi dönüşecektir?

Askeri Entegrasyon Bulmacası: Kâğıttan Sahaya

Kasım 2025’in başında, Suriye’deki askeri ve siyasi gelişmeler yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor; öyle ki ilk kez SDG'ye entegrasyon dosyasının teorik tartışma düzeyinden sahadaki somut gerçekliklere geçmeye başladığına dair işaretler görülüyor.

The National gazetesi, 1 Kasım tarihli haberinde yaklaşık kırk bin Kürt ve Arap SDG mensubunun Suriye ulusal ordusuna entegrasyonunu öngören planın sonuçlanma aşamasına geldiğini yazdı. Bu plana göre Cezire, Fırat ve Deyr ez-Zor bölgelerinde üç yeni tümen oluşturulacak.

Gazetenin kaynakları, her bir tümenin farklı etnik dokulara göre organize edileceğini vurguluyor: Cezire Tümeni Kürt ağırlıklı, Fırat Tümeni Kürt-Arap karma yapıda, ve Deyr ez-Zor Tümeni ise Arap çoğunluklu olacak; bu son birlik özellikle yerel isyanlarla mücadele ve petrol tesislerinin korunmasıyla görevlendirilecek.

Bu saha yapılanmasının yanında, Al-Monitor 2 Kasım’da üç özel tugayın da Suriye Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak kurulacağını bildirdi: SDG’nin terörle mücadele birimleri (YAT) örnek alınarak oluşturulacak bir terörle mücadele tugayı; Orta Badiye (çöl) için hızlı müdahale tugayı; ve barajlar, gaz ve petrol sahaları gibi kritik altyapıların korunmasına yönelik bir diğer tugay.

Şam’ın resmî söylemine göre bu yapılanma “ulusal ve çok etnikli bir ordunun yeniden inşasını” simgeliyor; ancak gerçekte bu, hükümetin merkezileşme talebi ile Kürtlerin yerel yetkilerini koruma ısrarı arasındaki kırılgan dengeyi muhafaza etmeye yönelik bir çabayı yansıtıyor.

Yapısal plana eşlik eden bazı pratik adımlar da atıldı. Ekim ayının sonlarında North Press, yaklaşık yetmiş üst düzey SDG komutanından oluşan bir listenin uluslararası koalisyona sunulduğunu ve bu kişilerin Şam’daki yeni askeri pozisyonlara seçilme ve atanma sürecinde değerlendirilmek üzere incelendiğini bildirdi.

Bu liste; önerilen üç tümenin komutanlarını, özel tugayların sorumlularını ve Genelkurmay ile SDG komutanlığı arasında görev yapacak irtibat subaylarını içeriyor. Batılı kaynakların ifadesiyle bu adım, “Mart anlaşmasından sonraki ilk karşılıklı güven işareti” olarak değerlendiriliyor.

Aynı dönemde, Demokratik Güçler ile Amerikan koalisyonunun eş-Şeddadi üssünde gerçekleştirdiği ortak tatbikatlar ve Deyr ez-Zor’un doğusundaki Garaniç kasabasında düzenlenen gece operasyonu, son yıllarda koalisyonun Fırat’ın doğusundaki varlığının temel direğini oluşturan güvenlik işbirliğinin devamı niteliğinde.

Bu tatbikatlar artık yeni bir çerçevede ve entegrasyon görüşmelerinin gölgesinde yapılıyor. Batılı gözlemcilere göre bu durum, ABD’nin kuzeydoğudaki güvenlik yapılarını daha resmî bir forma kavuşturarak geçiş sürecini yönlendirme ve denetleme rolünü sürdürdüğünün göstergesi.

Ancak bu hareketliliğe paralel olarak Washington, Şam ve SDG komutanları arasındaki anlatı farkı daha belirgin hâle geldi. ABD’nin özel temsilcisi Tom Barrack, Manama Güvenlik Konferansı’nda görüşmelerin “şaşırtıcı derecede iyi ilerlediğini” söylerken; Suriye Dışişleri Bakanı Es’ad Şeybani Al-Monitor’a verdiği röportajda “hiçbir somut adım atılmadığını” vurguladı.

Öte yandan SDG'nin üst düzey komutanı Sipan Hemo, Kürt medyasına yaptığı açıklamada, Şam’daki son görüşmelerin sonuçlarının “sadece sözlü vaatler düzeyinde kaldığını” ve taraflar arasında hiçbir yazılı anlaşma imzalanmadığını ifade etti. Bu söylem farklılığı, Washington’ın entegrasyon sürecini diplomatik bir başarı olarak sunmaya çalıştığını; Şam’ın ise bunu hâlâ sadece ABD’nin kuzeydoğudaki varlığını sınırlamak için taktiksel bir taviz olarak gördüğünü açıkça ortaya koyuyor.

Bu arada, 30 Ekim’de Teşrin Barajı çevresinde meydana gelen mayın patlaması iki Suriye askerinin hayatını kaybetmesine yol açan olay- karşılıklı güvenin ilk ciddi sınavlarından biri hâline geldi.

Suriye Savunma Bakanlığı, sorumluluk için SDG'yi işaret ederken; Demokratik Güçlerin Basın Merkezi yayımladığı resmî açıklamada patlamanın ordunun eski mayınlarından kaynaklandığını belirtti.

Ertesi gün Lazkiye, Hama ve Rasu'l- Ayn dâhil birkaç şehirde SDG karşıtı gösteriler düzenlendi. Devlet medyası bu protestoları “kendiliğinden” olarak nitelese de, bağımsız gözlemciler bunları Kürt varlığına karşı kamuoyunun kontrollü ve yönlendirilmiş şekilde mobilize edilmesinin bir işareti olarak değerlendirdi. Bu olay bir kez daha gösterdi ki siyasi zemin olmaksızın sağlanan her askeri ilerleme birkaç gün içinde meşruiyet krizine dönüşebilir.

Bölgesel düzeyde iki temel aktör -Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye- entegrasyon sürecinde diğerlerine kıyasla daha belirgin bir rol oynuyor. ABD, Fırat’ın doğusunda artırdığı keşif uçuşları ve SDG ile düzenlediği ortak tatbikatlar aracılığıyla, müzakere sürecinin fiili garantörü rolünü üstlenmiş durumda. Buna karşılık Türkiye, Daily Sabah’ın 2 Kasım tarihli haberine atıfla YPG’nin bağımsız yapılarının korunmasına ilişkin uyarıda bulunarak bunun “terörsüz Türkiye” projesi için tehdit oluşturduğunu ifade ediyor.

Colani'nin 10 Kasım’daki Washington ziyaretinin arifesinde tüm bu gelişmeler, entegrasyon dosyasının belirleyici bir aşamaya girdiğine işaret ediyor. Mevcut süreç Şam ile Kürtler arasında uyum içinde ilerleyebilirse, Suriye Esed'in düşüşünden bu yana ilk kez tek komuta altında çok etnikli bir orduya sahip olacak. Ancak karşılıklı güvensizlik ve dış güçlerin rekabeti devam ederse, bu proje entegrasyon yerine güç paylaşımının yeniden bölünmesine ve nüfuz alanlarının tekrar üretilmesine yol açabilir.

Sahadan Müzakere Masasına: Siyaset ve Anayasanın Sınavı

Kuzeydoğu Suriye’deki saha gelişmeleri 2025 Kasım ayının ilk günlerinde askeri entegrasyon sürecinde ilerleme işaretleri gösterse de, sürecin siyasi boyutu hâlâ belirsizlik ve yavaşlık içinde ilerliyor.

Geçici Şam hükümetinin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile yürüttüğü görüşmeler artık salt güvenlik işbirliği aşamasını geçmiş durumda; ancak “kurumsal entegrasyon” için net bir siyasi çerçeve henüz oluşmuş değil.

Al-Monitor’un 2 Kasım 2025 tarihli haberine göre, Suriye Dışişleri Bakanı Es’ad Şeybani Manama Konferansı’nın oturum aralarında şu açıklamayı yaptı:

“Bizimle Suriye Demokratik Güçleri arasında bir anlayış oluştu ve salt askeri işbirliği aşamasını geride bıraktık; ancak yapısal entegrasyon için henüz hiçbir somut adım atılmadı.”

Bu açıklamalar, aynı konferansta ABD’nin özel temsilcisi Tom Barrack’ın sözlerinden sadece bir gün sonra geldi. Barrack, müzakereleri “şaşırtıcı derecede iyi” olarak nitelendirmiş ve “petrol gelirlerinin paylaşımından komuta yapısına kadar her şeyin masada olduğunu” söylemişti.

Bu iki söylem arasındaki bariz çelişki, Washington ile Şam’ın “entegrasyon” kavramına bakışındaki farkı yansıtıyor: Washington bunu Suriye’nin yeniden inşasına yönelik siyasi bir proje olarak görürken, Şam hâlâ kuzeydoğu üzerindeki gerçek nüfuz ve kontrol düzeyini tartmaya çalışıyor.

Bu bağlamda JINHA News, 4 Kasım 2025’te Özerk Yönetim müzakere heyetinin eş başkanı Fevza Yusuf’un şu sözlerini aktardı:

“Müzakere süreci, Şam’ın tartışma başlıklarını sürekli değiştirmesi nedeniyle yavaş ilerliyor. Biz karşılıklı iradeye dayalı demokratik ve gönüllü bir entegrasyon istiyoruz, zorunlu bir entegrasyon değil.”

Fevza Yusuf, Kuzey ve Doğu Suriye’nin idarî yapılarının Suriye’nin gelecekteki sisteminde “başarılı bir öz-yönetim deneyimi” olarak korunması gerektiğini vurguladı. Bu tutum, yeniden yapılanmanın merkezileşmeyi zorunlu kıldığını savunan geçici hükümetin yaklaşımıyla doğrudan çelişiyor.

The National’ın 1 Kasım 2025 tarihli haberine göre, Suriye başkentinde bu meseleye dair iki temel görüş mevcut:

-Colani'ye yakın kanat, devlet otoritesinin pekişmesi ve ülkenin yeniden inşası için merkezileşmenin zorunlu olduğuna inanıyor;

-Buna karşılık bazı siyasi ve askeri elitler, yeni anayasaya “idarî adem-i merkeziyet” ilkesinin dâhil edilmesini savunuyor.

Bu iki yaklaşım, Şam ile Kürtler arasındaki anlaşmazlığın özünü oluşturuyor: Hükümet yapısal birlik isterken, Kürtler daha federal ve çok etnikli bir sistem üzerinde ısrar ediyor.

Bu sırada Türkiye de müzakere sürecini hassasiyetle izliyor. Daily Sabah’ın 2 Kasım 2025 tarihli haberine göre Türkiye Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT), silahsızlandırma sonrası Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) katılan eski PKK mensuplarının bir listesini yayımlamış ve bu geçişin “terörsüz Türkiye projesi için tehdit” olduğunu belirtmişti. Ankara, Suriye ordusunda Kürt yapılarının resmen tanınmasının güney sınırlarında özerk yönetim modelini fiilen pekiştireceğinden endişe ediyor.

Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri, siyasi ve düşünce kuruluşları aracılığıyla Kürtlerin anayasa yazım sürecine katılımının zorunlu olduğunu vurguluyor. Washington Institute’un 3 Kasım 2025 tarihli analizine göre Washington, yeni anayasa metnine “etnik gruplar ve kadınlar için eşit temsiliyet” maddelerinin eklenmesini istiyor ve bunu kuzeydoğuda mevcut güvenlik düzenlemelerinin sürdürülebilirliği açısından hayati görüyor.

Aynı zamanda Özerk Yönetim de askeri eksenin ötesine geçmeye ve entegrasyonun toplumsal ve sivil boyutlarını öne çıkarmaya çalışıyor. Fevza Yusuf aynı röportajda şöyle dedi:

“Eğer geleceğin anayasası kadınların ve azınlıkların karar alma süreçlerindeki gerçek varlığını güvence altına almazsa, Suriye’de hiçbir birlik kalıcı olmayacaktır.”

Buna göre, Kürtlerin Suriye devlet yapısına entegrasyonunun kaderi artık savaş meydanında değil; anayasa müzakereleri masasındaki dengelerde ve Washington-Şam-Ankara üçgenindeki güç ilişkilerinde belirleniyor. Bu sürecin sonucu, yeni Suriye ordusunun ve devletinin yalnızca güçlerin bir araya getirildiği bir yapı mı olacağını, yoksa savaş sonrası dönemde demokratik ve çok etnikli bir ülkenin temellerini mi oluşturacağını belirleyecek.

Güç Rekabeti ve Sahadaki Yeni Dizinlenme

Colani'nin Washington ziyaretinin arifesinde, yeni Suriye ordusunun şekillenmesi etrafinda bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki rekabetin yeni işaretleri ortaya çıkmış durumda. Le Monde gazetesi 5 Kasım 2025 tarihli haberinde, Washington’ın geçici Suriye hükümeti, Demokratik Güçler ve uluslararası koalisyon arasında kuzeydoğudaki sorumluluk paylaşımını belirleyecek üçlü bir mutabakat taslağı hazırladığını yazdı.

Habere göre ABD, Rümeylan ve Tenek petrol sahalarının yönetimini Şam ile eski SDG komutanlığı arasında ortak bir yapıya devretmeyi planlıyor; bu adımın iki taraf arasında güven inşa etmeyi amaçladığı belirtiliyor.

Aynı dönemde yerel kaynaklar, North Press Agency’nin 4 Kasım 2025 tarihli haberine dayanarak, Suriye Savunma Bakanlığı’ndan bir heyetin Haseke ve Tabka’daki konuşlu birliklerin durumunu incelemek üzere Kamışlı’ya giriş yaptığını bildirdi.

Bu heyetin, koalisyonun kontrol ettiği üslerin lojistik durumunu ve orduyla koordinasyon imkânlarını değerlendirmekle görevlendirildiği aktarıldı. Kaynaklar, bu ziyaretin “Mart anlaşmasından bu yana Suriye ordusu ile yerel SDG komutanları arasında gerçekleşen ilk resmî saha teması” olduğunu vurguladı.

Şark'ul Avsat'ın 5 Kasım 2025 tarihli haberine göre Rusya da Colani'nin ziyaretinden önce daha aktif bir rol üstlenmeye çalışıyor. Gazete, Moskova’daki diplomatik kaynaklara dayanarak Rusya Savunma Bakanlığı’nın Suriye ve Rus birlikleri arasında Deyr ez-Zor’da “ortak bir koordinasyon komitesi” kurulmasını önerdiğini yazdı. Bu komitenin amacı, ordunun ülkenin doğusundaki yeniden konuşlandırma sürecini denetlemek ve Türkiye ile ABD’nin askeri yapının yeniden inşası üzerindeki etkisini sınırlamak olarak tanımlandı.

Bu sırada Daily Sabah, 4 Kasım tarihli haberinde Ankara’nın “Rusya’nın Haseke’nin güney bölgelerinde varlığını pekiştirme çabası” konusunda endişe duyduğunu bildirdi ve Türkiye’nin bilgisi olmadan gerçekleştirilecek her türlü Rusya-Suriye ortak konuşlanmasının son dönem güvenlik mutabakatlarının ihlali olacağını belirtti.

Haberde, Türk hükümetinin Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını tehdit edecek bir durumun oluşmasını engellemek amacıyla Moskova ile diplomatik kanallar üzerinden görüşmeler yürüttüğü ifade edildi.

Öte yandan Washington Examiner, 5 Kasım 2025 tarihli haberinde Amerikan askeri kaynaklarına dayanarak koalisyon komutanlığının Badiye’de ve Rakka çevresinde keşif uçuşlarını artırdığını yazdı.

Haberde, Suhna ve Tedmur bölgelerindeki IŞİD hücrelerinin faaliyetlerini yükselttiği ve entegrasyon sürecinde yaşanacak birlik kaydırmalarından doğabilecek güvenlik boşluğunu kullanma ihtimaline dikkat çekildi. Bu medya kuruluşuna göre Washington, Şam’dan “eski SDG birlikleriyle terörle mücadelede koordinasyonu” önceliklendirmesini istedi.

6 Kasım 2025’te Rudaw, SDG komutanlığının eş-Şeddadi üssünde koalisyon temsilcileri ve Fransız askeri danışmanlarla acil bir toplantı gerçekleştirdiğini bildirdi. Habere göre toplantının gündemini sınır bölgelerindeki Suriye ordu birlikleriyle temas hatlarının değerlendirilmesi ve Tişrin Barajı dâhil kritik altyapıların korunmasına yönelik koordinasyon oluşturdu.

Toplantıya yakın bir kaynak, “Kürtlerin temel kaygısı temas bölgelerinde istenmeyen bir çatışma çıkması” dedi ve iki taraf arasında ortak irtibat ekiplerinin kurulmasına karar verildiğini belirtti.

Böylece Colani'nin ziyaretine günler kala, Suriye sahası güçlerin yeniden dizildiği bir döneme girmiş bulunuyor. Her dış aktör, yeni orduda ve geleceğin güvenlik haritasında kendi konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor: Washington entegrasyonun siyasi çerçevesiyle, Moskova sahadaki yönetimle ve Ankara kuzey sınırlarındaki güvenlik baskısıyla hareket ediyor. Bu rekabetin ortasında Şam, doğmakta olan ordunun komutasının merkezî hükümetin elinde kalacağını göstermeye çabalıyor.

Değerlendirme ve 2025 Sonuna Kadar Olası Senaryolar

Colani'nin Washington’daki görüşmesi öncesinde, Suriye Demokratik Güçleri’nin yeni orduya entegrasyonu dosyası artık yalnızca askeri bir mutabakatın ötesine geçmiş; Suriye’de egemenliğin yeniden inşası ve devletin gelecekteki şeklinin belirlenebileceği bir aşamaya ulaşmıştır.

Kasım ayının ilk haftasındaki gelişmeler, başlıca aktörlerin -Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye, Rusya ve Şam- “entegrasyon” kavramına ilişkin kendi yorumlarını sahada kalıcı hâle getirmeye çalıştığını göstermektedir. Bu etkileşimlerin sonucu, aşağıdaki üç yoldan birine işaret edebilir:

Birinci Senaryo: Pekişmiş Entegrasyon

Bu senaryoda Washington’daki görüşme, Suriye ordusu ile eski SDG birlikleri arasında ortak bir komuta yapısının resmen onaylandığı bir anlaşmayla sonuçlanır.

Le Monde’un 5 Kasım 2025 tarihli haberine göre, bu planın taslağı; üç bölgesel tümenin oluşturulmasını ve bunların Şam Savunma Bakanlığı’na bağlı tek bir merkezî karargâha bağlanmasını içeriyor. Eğitsel ve teçhizat desteğine yönelik koalisyon denetimi ise yıl sonuna kadar sürecek.

Bu sonucun gerçekleşmesi hâlinde, Suriye ordusu tarihinde ilk kez “kontrollü çok etnikli entegrasyon” modeli uygulanmış olacaktır.

Siyasi düzeyde ise bu senaryo, yeni anayasaya “etnik ve cinsiyet temsiliyeti” maddelerinin eklenmesinin önünü açar ve Colani rejiminin uluslararası arenada meşruiyet kazanmasına zemin oluşturabilir.

İkinci Senaryo: Askıya Alma ve Yumuşak Ayrışma

Al-Monitor’un 2 Kasım 2025 tarihli haberinde Esad eş-Şeybani, entegrasyon sürecinde “hiçbir somut ilerleme” sağlanmadığını vurgulamıştı.

Bu çıkmaz devam ederse, entegrasyon süreci askeri düzeyden sembolik bir seviyeye geri çekilir ve kuzeydoğu bölgeleri devlet kontrolü ile yerel yapılar arasında ikili bir konumda kalır.

Bu durumda Türkiye, son dönem güvenlik mutabakatlarına dayanarak Fırat’ın kuzeyinde daha belirgin bir rol üstlenecek ve Kürt özerkliğinin kurumsallaşmasını engellemek amacıyla nüfuzu altındaki Suriyeli güçlere yönelik eğitim ve teçhizat desteğini muhtemelen genişletecektir.

Buna karşılık Rusya da Deyr ez-Zor ve Tabka’daki ortak askeri komiteler üzerinden etkisini korumaya çalışacaktır.

Böyle bir askıya alma durumu, “yumuşak ayrışma” şeklinde bir tabloyu yeniden üretir: Ne açık bir savaş, ne de gerçek bir birlik.

Üçüncü Senaryo: Kontrollü Entegrasyon

Arab Center Washington DC’nin (Ekim 2025) analizine göre en muhtemel yol, kademeli ve sınırlı bir entegrasyon modelidir. Bu modelde Demokratik Güçler, Şam Genelkurmayı’na bağlı yerel tugaylar şeklinde faaliyet gösterir; üst komuta ise tamamen merkezi hükümetin elinde kalır.

Bu düzen içinde Amerika Birleşik Devletleri siyasî gözetmen, Türkiye güvenlik düzenleyicisi ve Rusya istikrarın garantörü rolünü üstlenir.

Bu model kısa vadede çatışmayı önleyebilse de, uzun vadede nüfuz alanlarının kalıcı hâle gelmesi ve ulusal birliğin yeniden inşasının gecikmesi riskini taşır.

Nihai Değerlendirme

Suriye Demokratik Güçleri’nin entegrasyonu artık yalnızca askeri bir konu değil; bir savaş sonrası dönemde Şam’ın egemenlik kavramını yeniden tanımlama

kapasitesinin sınandığı bir imtihandır.

Her senaryo kendi özgün siyasal ve toplumsal sonuçlarını barındırmaktadır:

-Pekişmiş entegrasyon, ulusal yeniden inşanın başlangıcıdır;

-Askıya alma ve yumuşak ayrışma, güvensizlik döngüsünün geri dönüşüdür;

-Kontrollü entegrasyon ise geçiş halinin devamı anlamına gelir.

Bu çerçevede 10 Kasım’da Washington’da yaşanacak olanlar, bir müzakerenin sonu değil; Suriye’nin “gerçek entegrasyon” ile “yönetilen entegrasyon” arasında bir tercih yapacağı yeni bir dönemin başlangıcıdır ve bu tercih, önümüzdeki yıllarda Orta Doğu’nun güvenlik düzenini belirleyecektir.