Irak ve Muhayyel Direniş

İşgal sonrasında Irak’ta yaşanan tüm gelişmelerin muhayyel ve belirsiz bir “direniş” olgusu temelinde ele alınıyor oluşu, bu ülkedeki “sıcak gelişmeleri” de “sürece yayılan gelişmeleri” de sağlıklı okumayı engelliyor.

Irak anayasa taslağının referanduma sunulma aşamasına gelmesinin ardından bu ülkede yaşanan gelişmelerin de bunun Türkiye’de yansıtılış biçiminin de kaygı verici olduğu söylenebilir.

 

İşgal sonrasında Irak’ta yaşanan tüm gelişmelerin muhayyel ve belirsiz bir “direniş” olgusu temelinde ele alınıyor oluşu, bu ülkedeki “sıcak gelişmeleri” de “sürece yayılan gelişmeleri” de sağlıklı okumayı engelliyor.

 

Irak’ta işgalci güçlere yönelik geliştirilen silahlı saldırılar ile Iraklı görevlilere ve savunmasız halka yöneltilen adi terör saldırılarını “sıcak gelişmeler”; 30 Ocak seçimlerini, Sünnî Arapların seçim boykotunu, hükümetin kurulmasını, anayasa hazırlık sürecini ve mevcut anayasa taslağını ise Irak’ta sürece yayılan gelişmeler olarak adlandırabiliriz.

 

Irak’a ilişkin tüm bu gelişmeleri doğru okuyup sağlıklı bir analiz yapmak için öncelikle Irak olayı geneline ilişkin kavram ve süreçleri kendi nesnel bağlamlarında tanımlamak gerekiyor.

 

1-ABD’nin başını çektiği koalisyonun Irak saldırısının gayri meşruluğu: Tüm insanî ve ahlakî gayri meşruluğu bir yana, bu saldırı BM Güvenlik Konseyi iradesine rağmen gerçekleştirildiği için uluslar arası hukuk açısından da gayri meşru ve hukuk dışıdır.

 

2-“Meşru direniş”: Tüm gayri insaniliğine ve gayri meşruluğuna rağmen Saddam rejimi, Irak’a yöneltilen ABD saldırısına karşı meşru savunma hakkına sahiptir. Irak’taki rejim sorunu, ABD’nin ve diğer işgalci güçlerin değil, Irak halkının çözmesi gereken bir sorundur.

 

3-Irak’ta etnik ve dinî mensubiyete dayalı siyasal kesimler: Kürtler, Şiiler ve Sünnîler Irak’taki üç sosyolojik kesimi oluşturuyor olsa da bu sosyolojik kesimlerin siyasal temsiliyetleri homojen değildir.

 

Kürt etnik kesiminde siyasal temsil noktasında KDP ve KYB adlı siyasal partiler öne çıkmaktadır.

 

Şiî Arap ve Türkmenler açısından şu iki ana siyasal temsil söz konusu olmaktadır:

 

a)Dinî Merci Ayetullah Sistanî’nin üst liderliğinde birlikte hareket eden İslamcı siyasal hareketler. Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi (IİDYM), Dava Partisi vb hareketler bu cümledendir.

 

b)İyad Allavî, Ahmet Çelebi ve Hazım Şalan gibi laik liderler

 

Dinî Merceiyet ile ilişkisinde farklı bir çizgi izlemesine rağmen İslamî bir hareket olan Mukteda Sadr hareketini ise bu tasnifin dışında tutmak gerekmektedir.

 

Sünnî Araplar, Irak’taki sosyolojik kesimler arasında siyasal temsiliyet açısından en karmaşık ve en belirsiz kesimi oluşturmaktadır. Saddam rejiminin dayandığı sosyolojik taban olan Sünnî Araplar içerisinde; Irak İhvan’ı gibi dinî hareketler, eski rejimin gayri nizami harp unsurlarıyla dini hareketlerin ve şahsiyetlerin koalisyonundan meydana gelen ve Sünnî merceiyet iddiasındaki Heyetu’l- Ulema, yerel dinî ve millî örgütler, Baasçılar ve çoğunlukla Iraklı olmayan Araplardan oluşan Zerkavî grubu siyasal temsiliyet iddiasındadır.

 

4-Iraklı kesimlerin savaş sırasındaki tutumu: Üç haftalık savaş sırasında Irak’taki toplumsal ve siyasal kesimler, şu tavırları sergilediler:

 

1-Saddam rejiminin dayandığı toplumsal kesim olan Sünnî Araplar, saldırganlara karşı askerî direniş gösterdi.

 

2-Saddam rejimine muhalif olan dinî merceiyete bağlı Şiî İslamî hareketler, ne Saddam rejiminden ne de işgalcilerden yana olmak şeklinde bir siyaset izledi.

 

3-KDP ve KYB gibi Kürt partiler ve İyad Allavî ve Ahmet Çelebi gibi laik Şiî liderler ile Adnan Paçacı ve Gazi el-Yaver gibi Saddam muhalifi Sünni liderler, işgalcilerin yanında yer alarak yeni sürece güçlü girmeyi hedeflediler.

 

5-Savaş sonrası Irak’ta yeni süreç- Güç ve İktidar mücadelesi: ABD’nin gayri meşru Irak saldırısı karşısında 3 hafta kadar dayanabilen Irak’taki “meşru direniş” 9 Nisan 2003’te resmen sona erdi.

 

Bu tarihten sonra Irak’ta saldıran ve saldırıya karşı koyan taraf dengesi, saldırgan lehine bozulmuş; bunun yerine Irak’ı kendi stratejilerine göre düzenlemek isteyen işgalciler ile yeni kurulacak düzeni, mensubu oldukları toplumsal kesimlerinin çıkarlarına ve beklentilerine göre kurmaya çalışan iç güçlerin oluşturduğu yeni bir denge kurulmuş oldu.

 

Bu, Irak’ta yeni bir sürecin başlaması anlamına geliyordu. Artık işgalciler de dâhil olmak üzere tüm kesimler açısından yeni bir strateji söz konusuydu: Irak’ta kurulacak yeni düzeni azami ölçüde kendi siyasal beklentilerine uygun şekilde biçimlendirmek.

 

ABD yeni süreçte savaşın galibi olarak en avantajlı taraf olarak gözüküyordu. Nitekim savaşın hemen ardından önce askerî bir şahsiyet olan Jay Garner’ı ardından da sivil Paul Bremer’i yönetici olarak atayıp siyasal yapıyı şekillendirmeyi denedi.

 

Dinî merceiyete bağlı Şiî hareketler, sahip olunan nüfus büyüklüğünden dolayı en avantajlı Iraklı kesimi oluşturuyordu. Bundan dolayı savaşın sona ermesinden hemen sonra ABD’nin yönetici atama hamlesine karşı Dinî merci Ayetullah Sistanî, serbest seçimleri dayattı. Ayetullah Sistanî’nin arkasındaki büyük kitleyi hesaba katan ABD, durduramayacağını anladığı seçim talebini kendisi sahiplenerek yeni bir manevra alanı kazanmak istedi.

 

KDP ve KYB, savaş sırasında izledikleri destek stratejisini yeni süreçte kendi lehlerine imtiyaz koparma stratejisine dönüştürdüler.

 

Saddam rejimi sonrasında güçlü bir siyasal örgütlülükten mahrum kalan ve siyasal temsil açısından tam bir kaos hali yaşayan Sünnî Araplar, yeni sürece de bir önceki dönemin stratejisiyle girdiler. Elbette sürecin yeniliğine rağmen eski stratejide ısrar etme durumu, hesaplanmış bir politikanın değil, Sünnî temsildeki kaosun ve çok başlılığın doğurduğu bir politikasızlığın ürünüydü.

 

Sünnî Arapların seçimi boykot etmesi, kendilerinin nüfuslarına nispetle meclisteki temsilini düşürürken, Kürt grupların mecliste nüfuslarına nispetle çok daha fazla sandalye kazanmasına sebep oldu. Seçimi boykot etmelerine rağmen anayasanın hazırlanması sırasında Sünnî Araplara ulusal uzlaşma adına 17 temsilci kontenjanı verildiyse de, Sünnî Araplar, bu süreç içerisinde seçim boykotu politikasının bir hata olduğu değerlendirmesini yaptılar.

 

Aralarında Savunma Bakanlığı gibi kilit bir bakanlığın da yer aldığı iki bakanlığa sahip olan Sünnî Araplar, boykot tavrının hem mecliste ve anayasa hazırlık sürecinde hem de yürütmede kendilerini zayıf bıraktığının farkına geç vardılar.

 

Anayasa referandumunda boykot yanlışını tekrarlamamak ve referanduma katılarak ret oyu vermek şeklinde bir politika söz konusu ise de Sünnî Arapların maalesef hâlâ yeni sürece ilişkin yeni bir strateji geliştiremediği söylenebilir.

 

Komşu Arap rejimlerinin istihbarat servislerinin ve terör gruplarının savaş dönemi için geçerli olabilecek “direniş” adı verilen stratejiyi fiili bir durum olarak dayatmaları ve Sünnî Arapların etkin ve kapsayıcı bir siyasal liderliğe sahip olamaması, bu kesimin yeni sürece ilişkin yeni bir strateji geliştirmesinin ve inisiyatif alamamasının en temel sebebi olarak gözüküyor.

 

Teröre dayalı “direniş” stratejisi, bugün Şiîleri hedef alan bir güvenlik sorunu yaratıyor olsa da aslında Sünnî Arapların Irak içindeki toplumsal geleceğini karartan ve onların siyasal alanını gittikçe daraltan bir sürece teslim olmasına sebep oluyor.

 

İşgalcilere karşı “direniş” adına sürdürülen ve Sünnî Arapları da teslim almış gözüken bu terör ve iç savaş stratejisi, aslında işgalcilerin varlık gerekçesini meşrulaştırıyor. Sünnî Arapların yeni süreçte Irak’ın geleceğinde rol almaya dönük makul ve gerçekçi bir strateji üretememeleri ve hiçbir akıl ve vicdan sahibini kandıramayan “direniş masalı” üzerine gelecek düşlemeleri maalesef bu kesimi felakete sürüklüyor.

 

Irak’taki mevcut düzenin veya referanduma sunulacak anayasanın hâlihazırda hiçbir kesimi tatmin edemeyeceği ortadadır. Beklentileri birbiriyle taban tabana zıt olan toplumsal kesimlerin asla bütünüyle tatmin olamayacakları; ama bunların tümünü de kapsayan bir anayasanın yürürlüğe girmesi kaçınılmaz bir süreçtir.

 

Bu süreç, strateji sahibi olan ve bu stratejiye ilişkin politikalar geliştirebilen siyasal önderlikler tarafından düzenlenebilecek, biçimlendirilebilecek ve kullanılabilecektir. Sürecin, dışarıda kalan, inisiyatif alamayan ve izlediği strateji ile bir güvenlik sorunu olarak algılanmaya başlanan kesimleri yakıcı bir şekilde kuşatacağı açıktır.

 

Şu an Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri tarafından dile getirilen ve Türkiye’deki kimi kalem sahiplerini de kaygılandıran “Şii hilali” umacısı, Irak’taki Sünnî Arapları bir çözümsüzlük kaynağı rolü oynamaya itiyor.

 

Iraklı Sünnî Arapları, kendi jeopolitik kaygılarıyla kaygılandırmayı şimdiye kadar başarmış gözüken bu rejimler, bir araç olarak yararlandıkları bu kesimlerin gelecekte yaşayacağı muhtemel yakıcı gelişmelerden kaygı duymadığı ortadadır.

 

Bölgedeki Arap rejimlerinin geçmişten beri bir jeopolitik araç olarak kullandıkları Filistin meselesine ilişkin tutumları ve samimiyetleri bilinmektedir. Irak’taki Sünnî Arapların, Filistin-Arap rejimleri ilişkisinden gerekli ibreti çıkarması beklenir.

 

Sünni Arapların, Irak’ın geleceğinde adil ve onurlu bir yer edinmek için yerel şartlarına uygun bağımsız, rasyonel politikalar geliştirmesi ya da bölgedeki Arap rejimlerinin tayin ettiği yöne kapılarak saplandığı batağı derinleştirmesi tarihten ibret almasına bağlı gözükmektedir.

 

 

Irak’ın “Türk”çe okunuşu

 

Irak’taki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye’de özellikle İslamî basında yer alan değerlendirme ve haberlerin niteliğinin, neredeyse Irak’ın kendi gelişmelerinden daha kaygı verici olduğu söylenebilir.

 

“Direniş masalı”na dayalı bir mantık, aktarımının sağlıklılığı son derece kuşkulu sıcak gelişmelere dair tek yanlı örneklemeler; baştan sona tahrik, yaygara, avam aldatmacasına dayalı bir söylem… Türkiye’deki İslamcıların Irak’ı okuyuş ve yansıtış biçimi yazık ki bu…

 

Dindar kesimlere hitap eden büyük gazetelerdeki köşe yazarlarına özgü Irak’a yönelik bu okuyuş biçimi, internet sitelerindeki forum sayfalarında katlanan düzeysizliklerle kitleselleşiyor.

 

Kimdir sorusuna cevap alamasanız da onlara göre Irak’ta bir “şanlı direnişçiler” var bir de Kürtlerin ve Şiilerin oluşturduğu “işbirlikçiler”… Onlara göre 30 yıl boyunca ABD ile çıkar birlikteliği temelinde ağalık yapan iktidarını kaybetmiş eski rejim kalıntıları “direnişçi”, milyonlarca insanı Saddam rejimi tarafından katledildiği için savaşta tarafsız kalanlar “işbirlikçi”… Onlara göre Irak’taki seçim “ABD seçimi”, hükümet “ABD hükümeti”, anayasa “ABD anayasası”… Irak güvenlik güçleri, “ölümü hak eden ABD işbirlikçileri”…

 

Hikmete dayalı olmayan düşmanlıklar, düşmanlarını aynileştirir sözünü haklı çıkarırcasına onların da ABD’li Yeni Muhafazakârlar gibi dünyalarında sadece iki renk var “siyah-beyaz”… Bir iyiler var bir de “şer ekseni”…

 

Bu tanımlamalarını delillendirecek verilerle ilgilenmezler; çünkü onlardan analitik değerlendirmeler, sebep sonuç ilişkileri ve nesnel veriler bekleyen okurlar yoktur.

 

Okuyucuları onlardan küfredecekleri ya da alkış tutacakları amigoluklar bekler. Yaptıkları bir tespitin bir zaman sonra yanlış çıkması durumunda onları mahcup edecek hafızaya ve bilince sahip muhatapları yoktur. Irak’ın içinden her kesimin karşı tarafı suçlamak adına dile getirdiği binlerce yürek paralayıcı, tahrik edici, kanlı, tecavüzlü olaydan, onlar kafalarındaki şablona uygun olanları okurlarına servis yaparlar.

 

Çünkü binlerce karşı örneğin bulunduğunu bilen, bu tahrik ve yaygaranın hangi derdine şifa olacağını sorgulayan, okuduğu yazardan ucuz avam kandırmacası değil, çözümleyici ve bilgilendirici yazılar bekleyen, amigonun gaza getirdiği bir sürü yerine konmaktan rahatsızlık duyan bir okur değildir onların muhatapları.

 

Telafer’de Zarkavi gurubunun Şiî Türkmenlere karşı 6 aydır sürdürdüğü terör saldırıları binlerce Türkmen’in Necef ve Kerbela gibi şehirlere kaçmasına sebep olmuştu. ABD, bu grupla ilgili tutumundan, Irak güvenlik güçleri ise halkın güvenliğini sağlamak yükümlülüğünden dolayı bu kente operasyon yaptığını açıkladı.

 

Zarkavi grubu, Şiilere yönelik saldırılarıyla, bu kesimi kışkırtmayı ve iç savaş başlatarak “Sünnileri uyandırmayı” amaçladığını gizlemiyor. Heyetu’l- Ulema sözcüsü Dr. Adnan ed-Duleymî, Zarkavî grubunu sert bir şekilde eleştirerek “eğer savaşmak istiyorlarsa ABD’lilerle savaşsınlar” diyor.

 

Bütün bunlar yaygaradan ve tahrikten başka malzemesi olmayanlar için bir şey ifade etmiyor. Kapıldıkları kendi tahrikleri yüzünden Irak’ta sorumluluk taşıyan kesimlerin siyaseten dahi olsa birbirlerine karşı kullandıkları ölçülü dili fark edemiyorlar.

 

Türkiye’de son gelişmelerle ilgili acındırma, tahrik, yaygara ve hedef göstermelerle dolu köşe yazılarının Irak’ta Arapça yazıldığını var sayarak bu yazıların etkisine yönelik bir tahminde bulunmaya çalışalım. Zahiren Zarkavi eylemlerini de kınayan bu yazıların Irak’taki belli kesimlerde yapacağı etki acaba bu teröristlerin hedeflerinden başka bir şeye mi hizmet ederdi.

 

Henüz M. Bakır el-Hekim’in sağlığı döneminde silahsızlandırılan ve mensuplarının bir kısmı da yeterli şartları taşıyan her Iraklı gibi başta güvenlik güçleri olmak üzere resmî kurumlarda görev alan Bedir Tugayları adlı münhal örgütün hedef gösterildiği bir yazıdan, Irak’taki Sünnî avamın çıkarması gereken sonucun ne olması beklenir? Mevcut olmayan bir örgütün tek alâmetifarikası mezhebi olduğuna göre yazının yapacağı etkinin Şiî camilerine yönelik saldırı şeklinde gerçekleşmesi şaşırtıcı mı olacaktır?

 

Asıl merak konusu olan, bu tür yazıların Türkiye’de kimleri kimlere karşı tahrik etme amacına yönelik olduğudur. Kendi ülkesinde en sivil ve demokratik alanlarda emperyalizm karşıtlığı yapanların, Irak, Afganistan yahut Filistin gibi sıcak alanlarda “işbirlikçilik” veya “direnişçilik” rollerini tayin etmeye kalkmaları ne kadar hakkaniyete uygundur.



Makaleler

Güncel