Rusya Anayasa Mahkemesi, dört yeni federal birimin RF bünyesine katılması kararını onadı. Karar değil gerekçe önemli. Bu gerekçe hiç kuşkusuz, sözgelimi Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova kararı kadar hukuki.
Rusya Anayasa Mahkemesi, dört yeni federal birimin Rusya Federasyonu bünyesine katılması kararını onadı. Mahkemenin Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin Rusya bünyesine katılmasını onama kararını hızla okudum. (Diğerleri de esas itibariyle bunun tekrarı.) Üzerinde etraflıca durmak gerek.
İlk dikkatimi çeken ifadeler şunlar:
“Sovyet iktidar organlarının keyfi kararları neticesinde Ukrayna SSC toprağı önemli bir ölçüde, ağırlıkla Rus nüfusunun olduğu topraklardan, yurttaşların irade beyanı olmaksızın teşkil edildi. SSCB’nin esasen olduğu gibi üniter bir devlette bu durum, fiiliyatta, ilgili topraklarda yaşayan yurttaşların haklarının ihlaline yol açmasa da, Birlik’in dağılmasıyla bu yurttaşların fiili ve hukuki durumu kötüye doğru bozulmaya başladı.”
Bu, Putin’in argümantasyonuyla ancak kısmen örtüşüyor. Putin, Sovyetler Birliği’nin fiiliyatta üniter devlet olduğunu söylemesine rağmen Ukrayna’nın (ve diğer birlik cumhuriyetlerinin) kuruluşundaki “tarihi haksızlıktan” söz etmeyi seviyor ve ısrarla bunu öne çıkartıyor. Putin’in tercihinin iç siyasete yönelik olduğuna şüphe yok. Anayasa Mahkemesi’nin kararı ise keyfiyetten ve irade beyanı olmadığından söz etse bile SSCB’nin üniter devlet olduğunu vurguluyor ve kuruluştaki sorunun SSCB tarihi boyunca hukuki ihlale yol açmadığını tespit ediyor. (Mahkeme’nin kararının bu veçhesi, bana öyle geliyor ki, mahkemenin en gerici ve antikomünist üyesi Konstantin Aranovskiy’in 27 Eylül’de emekliye sevk edilmesiyle de ilişkili. Ayrıntılar için bak. https://t.me/Hazal_Yalin/2270.)
Mahkeme’nin gerekçeli kararı, “durumun Kiev’de 2014’teki anayasaya aykırı silahlı darbeden sonra bilhassa kötüleştiğini” vurguluyor. Burada dikkat çekici olan şey, Ukrayna’daki keskin sosyal-iktisadi ve siyasi krizden başka, “kolektif Batı’nın dışarıdan idaresinin fiilen tesis edilmiş” olmasını da, Ukrayna’daki yetkililerin “kendilerini Rus halkına ait olarak tanımlayan yurttaşların milli, dilsel, dini ve kültürel kimliğini korumasına engel getirmeyi hedefleyen bir siyaset gütmüş ve gütmekte olduğunu” söylemesi. Böylece “kolektif Batı” ifadesi en yüksek seviyede hukuki bir metne giriyor. Siyasi gelişme, hukuku şekillendiriyor.
Anayasa mahkemesi bu durumun Ukrayna’da “saldırgan bir milliyetçilik ve Rus karşıtı neonazizmin ideolojisini ve pratiğini yerleştirdiğini” vurguluyor. Ve buna dayanarak, “mezkûr şartlarda”, bu bölgelerin halklarının BM Şartı 2/1 uyarınca kendi kaderini tayin hakkını eline aldığı ve Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi (1966’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edildi, 1976’da yürürlüğe girdi) 1/1 uyarınca bu hakkını kullandığını belirtiyor.
Bunlardan ilki şöyle der:
“Birleşmiş Milletler’in amaçları... Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak.”
İkincisi de şöyle der:
“Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasi statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.”
Mahkeme, bunun hemen arkasından, benim “Kırım meselesinin hukuku” başlığı altında değindiğim 24 Ekim 1970 tarihli, “devletler arasındaki dostça ilişkiler ve işbirliğini ilgilendiren uluslararası hukuk ilkeleri” hakkında BM deklarasyonuna gönderme yapıyor. (Meselenin Kırım’la ilgisi için, bak. https://medyagunlugu.com/haber/kirim-meselesinin-hukuku-50949.)
Şuna dikkat çekmek gerek: BM Şartı, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve özellikle de “Uluslararası Hukuk İlkeleri BM Deklarasyonu”, Sovyet diplomasisinin en büyük hukuki başarıları arasında olmasından başka 20’nci yüzyılın en sarsıcı ve tarihi değiştiren antiemperyalist mücadeleler döneminin mirasıdır. Başka deyişle Rusya, ısrarla altını çizdiğim gibi, yeni bir antisömürgeci dönemin işaret fitilini yakmaya çalışıyor.
Ve şuna da dikkat çekilmeli: Mahkeme’nin gerekçeli kararında Kosova’dan söz edilmiyor. Bu bir kez daha, benim “Kırım meselesinin hukukunu” anlatırken değindiğim gibi, Kosova’ya yapılan atıfların “aslında ‘madem öyle...’ kabilinden bir meydan okuma amacıyla ve ikiyüzlülüğü ortaya sermek için ileri sürüldüğünü”, hukuki açıdan ise güçsüz bir argümantasyon sayıldığını gösteriyor. Doğal ki öyle, zira Rusya, Kosova’yı tanımıyor.
Anayasa Mahkemesi bunun arkasından “Donbass halkının referandumlarda Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı kararı aldığını, bunun arkasından da Ukrayna kuvvetlerine, iktidardaki Kiev rejimine silahlı direniş gösterdiklerini” belirtiyor.
Karar daha sonra şubat ortasından beri yaşanan gelişmeleri özetliyor; burada en önemli nokta, “Ukrayna’nın Minsk mutabakatlarına uygun olarak çatışmanın barışçıl çözümünü reddettiği” vurgusu. Aynı yerde bir kez daha “kolektif Batı’nın Kiev rejiminin Rusya karşıtı siyasetini açıkça cesaretlendirdiğinden” söz ediliyor.
Mahkeme bunun arkasından, bu saydıklarımla karşılaştırılınca daha önemsiz olan iç hukuk argümantasyonlarına başlıyor.
* * *
Birkaç saat önce, mahkemenin kararının hazırlandığını duyurduğum telegram mesajımda, “uluslararası hukukun amorf niteliğini ve derin siyasi krizler olmadığında anayasa mahkemelerinin ve en genelde hukukun işlevinin hukuki kılıf arayışı olduğunu” hatırlatmış, buradan hareketle, Anayasa Mahkemesi’nden “ne karar çıkacağının değil, ne gerekçeyle çıkacağının önemli” olduğunu söylemiş ve eklemiştim:
“Bu gerekçe hiç kuşkusuz, sözgelimi Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova kararından ne daha çok ne daha az hukuki olacaktır.”
Gerekçeli karar şunları tespit ediyor:
1) Ukrayna’nın Rus etnisitesinin yaşadığı topraklar katılarak kurulması “Sovyet yetkililerinin” keyfiyetine dayanır; ama bu, esas itibariyle üniter bir devlet olan SSCB varken hak ihlali anlamına gelmiyordu.
2) Anayasa’ya karşı bir darbe, devletin siyasi ve hukuki meşruiyetini ortadan kaldırır. Bu her ne kadar örtük olarak ifade ediliyorsa da Kiev rejimiyle ilişkilerin ilerideki siyasi çerçevesini oluşturmak için kullanılacak.
2) Kendi kaderini tayin hakkı başlıca üç uluslararası sözleşmeyle temellendiriliyor. Bunların ilki BM Şartı, ikincisi Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, üçüncüsü de Uluslararası Hukuk İlkeleri Deklarasyonu’dur. Kendi kaderini tayin hakkı ile devlet ilkesi arasındaki sorunun uluslararası hukuk açısından nasıl çözüleceğini gösteren temel metin bu sonuncusudur.
Bir kez daha “Kırım meselesinin hukukuna” dönerek oradan şu sıradışı uzunlukta alıntıyı yapmak gerek — sıradışı uzunlukta, çünkü bütün meselenin hukuki bamteli orada yatıyor ve bu bamteli, Rusya’nın hangi milli hareketleri hangi hukuki gerekçeyle destekleyeceğini veya destekleyebileceğini açıkça gösteriyor:
“1970 tarihli deklarasyona göre, ‘her devlet, halkları kendi kaderini tayin, hürriyet ve bağımsızlık haklarından mahrum edecek her türlü şiddete dayanan hareketten kaçınmakla yükümlüdür.’ Deklarasyon bu ilkenin, devletlerin parçalanması, toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin ve bağımsızlığının ihlali olarak değerlendirilemeyeceği kaydını düşüyor, şu şartla ki, bu devletler ‘eylemlerinde halkların hak eşitliğini ve kendi kaderini tayin hakkını gözetmekte olsun ve bunun neticesi, verili toprak parçasında yaşayan bütün bir halkı ırk, inanç ve derisinin renginde fark gözetmeksizin temsil eden hükümetlere sahip bulunsun’. Bu durumda, kendi kaderini tayin hakkı reddedilen bir halkın haklarını hayata geçirme biçimleri arasında şunlar sayılıyor: ‘Egemen ve bağımsız bir devlet kurmak, bağımsız bir devlete serbest katılım yahut onunla birlik oluşturmak yahut başka herhangi bir siyasi statü tesisi. ’
“Demek ki bu deklarasyon, çokuluslu ülkelerde milli hakların tanınması şartıyla, birlikte yaşamayı ilkesel kabul ediyor; ancak milli hakların tanınması şartı yerine getirilmediğinde, hakları tanınmayan halkların kendi kaderlerini tayin hakkını gerçekleştirme hakkı vurgulanıyor. Veya şöyle söyleyelim: Eğer bir devlet, halkların hak eşitliği ve kendi kaderini tayin hakkı ilkesini gözetmiyorsa, halkların kendi kaderini tayin hakkı o devletin toprak bütünlüğünden üstündür.
“Peki kendi kaderini tayin ne?
“Bu ille de bağımsız devlet anlamına gelmiyor; ulusal eşitlik temelinde federal cumhuriyetler, özerk idari bölgeler, kültürel özerklikler, hatta ulusal eşitlik temelinde üniter devletler de kendi kaderini gerçekleştirmenin yolları olabilir. Eğer bu haklar gerçekleştirilmişse, kendi kaderini tayin hakkı gerçekleşmiş demektir. Bunun hukuki teminatı ise anayasal düzendir. Demek ki bu argümana göre, anayasal düzenin yıkılması neticesinde bu hakkın ortadan kaldırıldığı Ukrayna’da Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin, kendi kaderini tayin hakkını kullanarak bağımsızlık ilanı ve arkasından bu hakkın gerçekleştiği bir devlet olarak Rusya’ya katılması tamamen meşrudur.”
* * *
“Her şey geçer. Istıraplar, işkenceler, kan, açlık ve salgınlar. Kılıç yiter, ama yıldızlar kalır, bedenlerimizin ve amellerimizin gölgesi bile kalmadığında toprakta.”
Bulgakov, “Beyaz Muhafız”
Ukrayna’nın “kuruluşu” aşamasında Lenin’in (Bolşevik Partisi’nin) kararları sıklıkla sorgulanıyor. İddia (Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında da görüldüğü gibi) şu: Ukrayna’nın doğusunun (bu bölge Yekaterina zamanından beri Novorossiya diye anılıyordu) yeni kurulan Ukrayna SSC’ne verilmesi haksız, hukuksuz ve keyfi olduğu gibi (buradan gerisi Mahkeme kararında yok, ama mantıki sonucu budur) kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin de Rus halkı aleyhine çiğnenmesidir.
Bu tamamen yanlış bir iddia değil. Ama tamamen yanlış olmayan her iddiada olduğu gibi tarihe bakmak gerek.
Ben birçok durumda tarihteki gerçek dinamiklerin ancak edebiyat aracılığıyla kavranabileceğini, veya daha doğru bir ifadeyle sezilebileceğini düşünürüm. Edebiyat tek başına bir şey öğretmez, ama tarihle birleştiğinde (kimi zaman, hatta çoğu zaman bunların rolünü abartsa bile) sosyal dinamikler hakkında dört başı mamur fikirler verir.
Tam da bu yüzden son bir aydır birden fazla defa, Bulgakov’un Beyaz Muhafız’ını çevirdiğimi duyurdum. Bu sadece bir çeviri ve edebiyat tarihi göndermesi değildi; her defasında söylediğim gibi, bütünüyle siyasiydi, zira Kiev rejiminin Bulgakov nefreti Beyaz Muhafız’da haykırılan düşüncelerden kaynaklanmakla kalmaz, aynı zamanda bu roman son derece günceldir, çünkü tam da bugün yaşananların kökenine gider. Bulgakov, bugünkü Kiev rejiminin kahramanı protofaşist Petlyura’yı yerin dibine sokarken aslında rejimin bütün ideolojik dayanaklarını yıkmaktadır.
Bununla birlikte belli bir siyasi anlayışla yapar bunu: o yıllarda bir monarşist olan Bulgakov, ülkesinin geleceğini Rusya’nın dışında görmüyordu ve bu geleceği yıkan her şeye kökten karşıydı. Sovyetler Birliği’ne birliği yeniden ve sapasağlam kuran bir devlet olarak sahip çıkmasının nedeni de budur.
Bu uzun prelüdün arkasından olayların gerçekte nasıl cereyan ettiğine, Ukrayna SSC’nin kuruluşundaki “keyfiyete” dönüp bakmak gerek. Burada esas olarak tarihçi İgor Yakunin’in yakın zamanda Komsomolskaya Pravda’da yayınlanmış olan, belgelere dayalı bir makalesini özetlemekle yetineceğim; bununla birlikte görülecek ki, Yakunin’in göstermek istediğinin tam tersine, olayların arkasında düz bir “keyfiyet” değil yakıcı bir nesnellik yatar.
Bütün iddialar doğrudur; “keyfiyet” vardır, “irade” hiçe sayılmıştır; ama bu hiç de suni bir devletin yaratılması anlamına gelmiyordu. Devrim, nesnelliğin dayattığı bütünüyle iradi bir eylemdir; devrimleri “keyfi” diye eleştirmeye kalkmak kadar saçma bir şey olamaz.
Ukrayna’nın 1918-1919 tarihine girmeyeceğim. Ama birkaç belgeden söz etmek şart.
31 Mart 1918’de Ukrayna Sovyetleri Merkez Yürütme Komitesi üyesi Fyodor Sergeyev, Rusya Merkez Yürütme Komitesi (Sovyet Rusya hükümeti) Başkanı Yakov Sverdlov’a Donbass’ın (bu sırada bir Sovyet hükümeti kurulmuştu) Ukrayna’nın değil Sovyet Rusya’nın parçası olmak isteğini ifade eden bir mektup gönderdi. Sverdlov mektubu Lenin’e sundu. Lenin’in cevabı üzerine, muhtemelen onun şu ifadesini telgrafla Sergeyev’e bildirdi:
“Ayrılmayı zararlı görüyoruz.”
Lenin 14 Mart’ta Ukrayna Olağanüstü Komiseri Sergo Orconikidze’ye, Donetsk’in (bugünkü Donbass’ın) Ukrayna’dan bağımsızlık talebiyle ilgili şöyle yazdı:
“Donetsk Cumhuriyeti’nin Ukrayna’nın geri kalanıyla tek bir savunma cephesini reddetmesi tamamen gülünçtür.”
Demek ki bir “savunma cephesi” oluşturmak gerekiyordu; peki neden? Çünkü Ukrayna bu sırada Alman işgali altındaydı ve çünkü bu sırada Odessa’da Fransız anakara ve sömürge kuvvetleriyle (Senegalliler) Yunan işgal birlikleri çıkartma yapmış, Sovyet iktidarına karşı yabancı müdahalesi en hararetli aşamasındaydı.
15 Mart’ta RKP(b) (Bolşevik Partisi) MK Plenumu karar aldı:
“Çağrısı yapılan Ukrayna İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri Kongresi’ne bütün Ukrayna’daki yoldaşlar katılmalı. Bu kapsamda Donetsk havzası da. Kongre’de bütün Ukrayna için tek bir hükümet kurulması zaruridir.”
1919 martında, RKP(b) VIII’inci Kongre’sinde Donetsk Devrim Komitesi Başkanı Vladimir Antonov-Saratovskiy söz aldı ve Lenin’e, “Donetsk vilayetinin” nereye sayılacağını sordu: “anaya, Ukrayna’ya mı; babaya, Rusya Sovnarkom’a mı?”
Lenin salona baktı ve sordu. O sırada Kızıl Ordu İkmal Olağanüstü Komisyonu başkanı olan Leonid Krasin (en eski Bolşeviklerden) atıldı:
“Tabii ki babaya!”
Lenin kabul etti. Ama ertesi gün Antonov-Saratovskiy’i çağırdı ve ona “bir gaf yaptıklarını” söyledi, zira Ukrayna’nın Bolşevik yöneticileri Rakovskiy ve Petrovskiy gelmiş ve “ellerindeki son işçileri de aldıklarını, şimdi sadece mujikler kaldığını” söylemişti.
Böylece kararını değiştirdi.
Demek ki yabancı müdahalesinden başka bir şey daha var: Ukrayna’da Bolşevik hükümetinin, yani merkezi Sovyet hükümetinin Ukrayna’daki çekirdeğinin yaşaması için gerekli kitle temeli.
Bu kitle temelinin önemini kavramak için bir kez daha Beyaz Muhafız’a bakmanız gerekecek; Bulgakov orada dahiyane bir sezgiyle, protofaşist Petlyura’nın nasıl köylü gericiliğine yaslandığını anlatır.
* * *
Sorulacağını biliyorum; bu yüzden ön alıp peşinen cevap vermeli. Beyaz Muhafız Türkçeye daha önce de çevrilmiş. Rusçasından mı çevrildi, bilmiyorum; okumadım çünkü. Bense (tarih, kişiler ve olaylar hakkında epeyce not düştüğüm) kendi çevirimi birkaç hafta önce bitirdim. İthaki tarafından sanırım bir aya kadar yayınlanacaktır.