YDH- Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, ed-Dunya televizyonuna verdiği demeçte ülkede yaşanan olayları, bölgesel ve uluslar arası gelişmeleri değerlendirdi.
YDH- Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, ed-Dunya televizyonuna verdiği demeçte ülkede yaşanan olayları, bölgesel ve uluslar arası gelişmeleri değerlendirdi.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in ed-Dunya televizyonuna yaptığı açıklamalardan önemli bölümlerin çevirisini sunuyoruz.
“Sıradan vatandaşlar, durumu onun vehametine göre değerlendiriyorlar. Şiddet artınca durum onlar açısından vahim oluyor; şiddet azalınca durum onlar açsından daha iyi oluyor. Ama güvenlik operasyonları söz konusu olunca durum bu şekilde değerlendirilemez. Çünkü şiddet devam edebilir ya da artabilir; ama durum bir anda sakinleşebilir. Bunun tersi de mümkündür, yani sakin olan durumun bir anda şiddetlenmesi de mümkündür.
Onlar ülkeyi harabeye çevirmek istiyor. Bu yüzden Dera’dan başladılar, Humus’a gittiler. Sonra Şam’a, halep’e Deyr ez-Zor’a ve diğer illere gittiler. Kentleri birer birer denediler.
Ordunun katıldığı çatışmalar taktik, stratejik ve teknik açılardan son derece karmaşık çatışmalardır. Buna rağmen silahlı kuvvetler bu alanda büyük başarılar gösterdiler. Herkes olayların birkaç hafta, birkaç gün veya birkaç saat içinde bitirilmesini umuyor. Ancak bu mantıklı değil; çünkü biz bir bölgesel ve uluslar arası savaşla karşı karşıyayız, dolayısıyla da bunun kaderini belirlemek için zamana ihtiyacımız var. Ancak şunu söyleyebilirim ki biz ilerliyoruz. Durum iyileşti; ama henüz mesele hallolmadı.
Komşu ülkeler
Bazı komşu ülkeler Suriye’yi destekliyor; ama teröristlere ulaştırılan lojistiği tamamen durduramıyor. Bazıları kendileri kenara çekiliyorlar ve teröristlere yardım edilmesine göz yumuyorlar, bazıları ise bu yardımlara bizzat katılıyorlar.
Türkiye hükümeti, Suriye’de daha önce akan ve halen akıtılmakta olan kandan doğrudan sorumludur.
Biz Türkiye ile ilişki kurduğumuz zaman şahıslarla ya da hükümetlerle olan geçici ilişkiler peşinde olmadık. Yaklaşık asırlar süren gerilimli tarihe baktık ve bu gerilimleri ortadan kaldırmak istedik. Şimdi bazı yetkililerin cahilliği yüzünden geri mi dönmeliyiz, yoksa Türk halkıyla ilişkilere mi bakmalıyız. Türk halkı krizli dönemlerde bizi destekledi ve yapılan tüm medya propagandalarına rağmen bu tutumunu değiştirmedi. Biz öncelikle halklara bakmalıyız; çünkü hükümetler geçicidir. Hükümetlerle olan sorunlar geçicidir. Bu yüzden bu meselede infialle hareket etmemeli ve tepkisel olmamalıyız. Aksine halklarla olan ilişkimizi korumalıyız. Çünkü gerçekte bizi desteklemekte olan halklardır.
Bazı Suriyeliler halkların kendi hükümetlerine karşı tepki göstermesini bekliyor, bu doğru; ancak bunun için zamana ihtiyaç var. Şunu unutmamamız gerekiyor ki bu halkların kendisi de hükümetleriyle siyasi mücadele içerisinde bulunuyor. Gerçekçi olmalı ve kar-zarar hesabını iyi yapmalıyız. Halklarla olan ilişkilerimizi iyileştirmeliyiz. Gerçekleri aktararak bu halklara yardımcı olmalıyız. Halklar, Suriye’de yaşanan gerçekleri ve kendi yetkililerinin tutumlarının gerçekliğini anladığında kendi hükümetlerine karşı siyasi tutumlarında daha güçlü hareket edecektir.
Humus’ta yaşananlar diğer kentlerde yaşananlardan farklı değil. Suriye silahlı kuvvetleri kentlerde çatışmalara girdiğinde şu iki noktayı göz önünde bulundurmalıdır. Birincisi halkın can güvenliğini ikincisi de halkın malını korumalıdır.
Silahlı kuvvetlerin tüm gücünü kullanıp geniş alanları yerle bir etmesi doğru değildir ve olumlu sonuçlar doğurmaz. Bu tür çatışmalarda zamana ihtiyaç vardır. Öte yandan şunu da unutmamak gerekiyor ki özellikle Humus’ta silahlı gruplara yardımlar sürüyor; çünkü onlar Humus’u zaferlerinin merkezi görüyorlar.
Tampon bölge
Tampon bölge her yer için söz konusu edilebilir. Suriye’nin kentlerinin çoğu sınır bölgelerindedir. Örneğin Deyr-ez Zor, Haseke, Rakka, Halep, İdlib ve Lazkiye bu şekildedir. Tampon bölge iki ülkenin anlaşmasıyla olabilecek bir şeydir. Biz Suriye hükümeti olarak herhangi bir bölgenin Suriye kontrolü dışında olmasına hiçbir zaman karar vermedik.
Ordunun bir bölgeye girmesi, ordunun o bölgeye girme gücünün olduğu anlamına gelmektedir. Onlar, Suriye’nin birçok bölgesinin kontrol dışına çıktığını söylüyorlar; ama ordu bu bölgelere kolayca girebilmiştir; dolayısıyla tampon bölge fiilen imkansızdır.
Suriye ordusunun görevi içeride ve dışarıda düşmana karşı koymaktır. Dünyadaki bütün silahlı kuvvetlerin görevi ülkenin korunmasıdır. Bu koruma sadece dış düşmana karşı yapılmaz. Her nerede olursa olsun her türlü düşmana karşı ülkeni korursun. Ordu bu aşamada işe dışarından değil, içeriden başladı.
Yabancıların planları doğrultusunda hareket eden her Suriyeli düşmana dönüşür. Yasalarda da bu suçu işleyenlerin cezası idamdır. Bu aşamada düşman faaliyetlerine içeriden başladı. Silahlı kuvvetler de doğal olarak içeride onlara karşı koymaktadır.
Suriye askeri operasyonlar için Rusya, Çin ve ABD’den yeşil ışık mı aldı?
Suriye 1976’da Lübnan’a girdiği zaman da Suriye yeşil ışık aldı demişlerdi. Gerçek şudur: Suriye egemenliği ve ulusal güvenliği söz konusuyken dostlardan da düşmanlardan da yeşil ışık beklemez.
Suriye’deki gösterilerin 4-5 ay boyunca barışçı olduğu; ancak hükümetin sindirme politikası sebebiyle silahlı eylemlerin başladığı söyleniyor. Bu doğru değil. Gösterilerin ilk haftalarında güvenlik görevlileri ve polisler şehit edildi. Bunlar göstericilerin sloganlarıyla mı şehit oldu? Bunlar mermilerle şehit edildi. Ama o dönemde insanların silahlandırılma şekli de hedefi de farklıydı. O dönemde asıl hedef, göstericilere ve güvenlik güçlerine ateş açılarak halkın tahrik edilmesiydi. Halk ve güvenlik güçleri karşı karşıya getirilerek her iki taraftan daha fazla can kaybı olması ve hükümete karşı düşmanlık oluşturulması hedeflendi.
Bu plan başarısız olunca örneğin baba Amr’da ve silahlı kuvvetlerin bulunmadığı diğer bölgelerde bölgesel isyanlar başlatıldı. Bu da başarısız oldu bu kez de halk arasında korku ve dehşet yaratmak için terör, yol kesme, adam kaçırma başladı. Halka gıda, yakıt ve diğer ihtiyaç maddelerinin ulaştırılması engellendi, sabotajlar yapıldı.
Hükümet ihmal mi gösterdi?
Hükümet ihmal göstermedi, silahlı kuvvetler, Dera’da olayların şiddetleneceğini fark ettiği anda hiç tereddüt etmeden müdahale etti. Bazıları bizim o zaman da tıpkı şimdiki gibi davranmamız gerektiğini söylüyor. Bu mantıksızdır. O dönemdeki durumla şimdiki durum farklıdır.
Başlangıçta birçok insan aldatılmıştı, bu ülkede yaşananların Arap Baharı olduğunu ve silahlı kimselerin olmadığını sanıyordu. Halkın olayların bilincinden yoksun olması hükümetin sorunuydu. Hükümete yardımcı olan şey, son aylarda halkın büyük bir kesiminin meselenin gerçekliğini anlaması oldu. Ülkenin siyasi ve güvenlik şartları da halkın olaylara bakışı da değişti. Halk artık Suriye’de yaşananların ne bir devrim ne de bahar değil bir terörist saldırı olduğunu anladı.
Ülkedeki şartları istismar edenlere uyarı
İş adamlarıyla kriz zamanlarında ortaya çıkan şartları kendi yararına kullanmaya çalışan kişileri birbirinden ayırmak gerekiyor. Birtakım hırsızlıklar ve yanlışlıklar ortaya çıkarıldı. Bunların failleri mercilere teslim edildi. Kim olursa olsun suç işleyenlerin ve krizin sürmesi için çalışanların dosyası yargı sürecinde olmalıdır.
Krizin uzamasına rağmen neden atamalarda sorunlar yaşanıyor ya da liyakatli olmayan kişiler atanıyor?
Bu meselenin iki yönü var. Birisi gerçekçi, diğeri ise gerçekçi değil. İşin gerçekçi kısmı şu ki biz Suriye’de insan kaynaklarını bilimsel bir şekilde yönetemiyoruz. Bu başlı başına bir bilimsel alandır; şu anda bu meselede nihai çalışmalar içindeyiz. En yukarıdakinden en aşağıdakine tüm yetkililerin denetlenmesine dikkat etmeliyiz. Bu iş şimdiye kadar yalnızca yukarıdakiler, yani yalnızca resmi yetkililer tarafından oluyordu; ama bu yeterli değil. Denetlemenin aşağıdan da halktan da olması gerekiyor. Basın çeşitli aşamalarda bu denetleme rolünü ifa etmeye çalıştı; ama bu sadece genel konularda yazı yazmakla mümkün değildir. Basın daha eksiksiz bir rol oynamalıdır. Kanıtlar, belgeler sunmalıdır. Basının bu işlerde başarılı hareket etmesi için hükümetin de şeffaf davranması gerekmektedir.
Ülkeden kaçanlar
İsimleri bir kenara bırakalım, ülkenin geleceğinin çok karanlık olduğunu farz edelim, vatanı terk etmemiz doğru mudur? Şimdi ülkeden ayrılanlar diye gündeme getirilen meseleye değinelim. Ayrılma meselesi kişilerin kurumlara karşı başkaldırmasıyla olur. Suriye’de böyle bir şey gerçekleşmemiştir. Suriye’de olan şey makam sahibi bazı kişilerin yurt dışına kaçmasıdır. Bu, kaçmaktır; ayrılmak değil. Ayrılmak içeride olur, dışarıda olmaz. Giden kişilerin tamamı firaridir.
Peki kimler firar ediyor? Ya fasit ve rüşvetçi olup da kendisine para verilenler, ya da teröristlerin tehditlerinden dolayı korkanlar ve ülkenin geleceğinden ümidini kesenler firar etti. Bazılarının da talepleri ve beklentileri vardı; ama bunları elde edememişlerdi ve kişisel beklentilerini ve çıkarlarını temin edebilmek için kaçtılar. Kaçanlar, yaz zayıf veya işe yaramaz olanlardır. İyi ve vatansever insanlar yurt dışına kaçmıyorlar. Aslında bu firarlar bir bakıma iyi oldu, hükümetin ve genel anlamda da ülkenin temizlenmesine yaradı. Dolayısıyla bu firarlardan endişe duymamak gerekiyor.
Bu tür insanların kaçması olumlu bir şeydir. Böylesi bunalımlı dönemlerde bu tür adamların kendi mahiyetlerini ortaya koyması doğaldır. Biz bu tür durumlarla ilgili öngörülü olmalı ve buna karşı iyimser bakmalıyız.
Suriye’ye neden bu kadar geniş çaplı saldırı oluyor?
Bu, Suriye tarihiyle ilgili bir meseledir. Bu ülke Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olduğu zaman da bu tür saldırılara mazur kalmıştı. Suriye, stratejik bir bölgedir. Fransızların çekilmesinden ve bağımsızlığın kazanılmasından sonra bu bölgede olan tüm darbeler buraya hakim olmak isteyen yabancıların himayesinde oldu.
8 Mart Devrimi’nden sonra Suriye bağımsız bir yol tuttu. Bu politika reform hareketiyle istikrara kavuştu, Suriye’ye yönelik saldırılar da şiddetlendi. Şu an biz muhtelif tutumlarımızın bedelini ödüyoruz. Bunlardan bazıları Direniş ve İran’la ilgili ilkesel tutumumuzla ilgilidir. Batı bu tutumumuzdan hoşlanmadı.
Bu da bir yana biz Libya’ya yönelik son saldırıdaki tutumumuzun da bedelini ödüyoruz. Biz Arap Birliği içerisinde bu saldırıya karşı olan tek tavır sahibi ülke olduk. Biz 2008 ve 2010 yıllarının da bedelini ödüyoruz. Batı bu yıllarda bize yönelmişti; fakat onların asıl hedefi, Suriye konusunda tutum değişikliğine giderek kendi hedefine ulaşmaktı.
Onlar Lübnan Direnişine karşı komplo yapmak istediler, İran Suriye ilişkilerine darbe vurmak istediler. Bu işte başarısız olunca Arap Baharı’nı kamuoyuna Suriye’ye karşı gerekçe olarak kullandılar.
İran’dan ve direnişten uzak durmamızı istediler
Onlar, sürekli olarak bizden İran’dan uzak durmamızı istediler; ama bizim cevabımız açıktı. İran, bizim yanımızda yer aldıkça ve bizi destekledikçe İran’dan uzaklaşmayız. Onların istekleri ilkesel açıdan mantıksızdı. Onların bir diğer isteği, İran’ın nükleer programına komplo yapılmasıydı. Biz, bu meseleye hiç karışmadık. İran da bu meseleyle ilgili olarak bizden bir yardım istemedi. Bu mesele bölgesel değil, uluslar arası alanla ilgilidir. Suriye’den İran’ı kendi zararına olacak şeyler yapmasına ikna etmesini istediler. Fakat biz buna geleceğe yönelik çıkarlarımız ve ulusal güvenliğimizle alakalı bir mesele olarak baktık. Çünkü İran’ın nükleer programını engellemeye yönelik çabalar, gelecekte bizim için de söz konusu edilecekti.
Onların Suriye’den istediği şeylerin bir kısmı da direnişle ilgiliydi. Bizden, Lübnan’da ve Filistin’de direnişi dizginleyecek komplolar kurmamızı istediler. Fakat biz bunların tümünü reddettik.
Suriye’ye uygulanan yaptırımlar
Şüphesiz Suriye’ye uygulanan yaptırımların olumsuz etkileri olacak. Ama bunların etkileri bizim bu şartlara sağlayacağımız uyum ölçüsünde olabilecek. İran’a bakarsanız bu ülkenin on yıllardır yaptırımlar altında ilerlediğini görürsünüz. Bizim şartlara uyum sağlama kapasitemiz var. Biz tarihimiz boyunca birçok bunalımı geride bıraktık.
Muhaliflerle müzakere
Bu meselenin uzun bir hikayesi var. Bunalımın en başında tüm gruplarla ve şahıslarla diyalog kurmak istedik. Biz bu meseleyi tüm Suriye halkının elde etmek istediği siyasi değil, milli bir mesele olarak ortaya koyduk. Her düzeyde diyalog söz konusu edildi. İyi niyetle de kötü niyetle de bize nasihate gelenler oldu. Diyalog meselesini söz konusu ettiler, biz de diyalog için çaba gösterdik.
Bu noktada muhalifleri gruplara ayırdık. Bazı muhalifler, bizimle olan tüm ihtilaflarını ülke çıkarları için bir kenara bırakarak diyaloga öncelik veren milli muhaliflerden oluşuyor. Bu muhaliflerden bazıları seçimlere katıldılar, parlamentoya ve kabineye girdiler.
Bunlara karşı milli olmayan muhalifler de var. Onlarla doğrudan temasa girmedik. Halk daha sonra bu muhaliflerin kimler olduğunu anladı. Bu muhalifler başlangıçta reform istediler, anayasada reform talep ettiler. Onlar bizim buna karşı çıkacağımızı sandılar. Ondan sonra diyalog süreci başlattık, fakat onlar diyalogu reddettiler. Sadece kendileriyle hükümet arasında diyalog olmasını başka grupların buna katılmamasını istediler. Onlar bu şekilde kendilerinin halkın dostu bizim ise halkın düşmanı olduğumuz algısını yaratmaya çalıştılar.
Muhaliflerden bazıları o dönemde etkin olan Batılı büyükelçiliklerle sürekli irtibat halindeydi. Bu büyükelçilikler onlara bu rejimin birkaç haftalık ömrü var deyip diyaloga girmemelerini söylediler. Onlardan bazıları Mısır’a, bazıları Körfez ülkelerine gittiler. Diyalog süresine girmemek için para aldılar.
Bizim açımızdan diyalog yolu hala açıktır. Ancak dürüst olmaları ve Suriye için bir çözüm ortaya koymaları şartıyla daha önce diyalogu reddedenler yeniden diyaloga dönebilirler. Ortaya konan çözüm planlarını görüşmeye hazırız. Örneğin İran bir çözüm planı ortaya koydu. Biz bu ülkenin bölgedeki rolünden konumundan dolayı bunu destekledik. Birçok taraflar birçok plan sundular onların ise bizim açımızdan hiçbir değeri yoktu ve onları reddettik. Bu bunalım, bazılarının bu sayede kendine bir konum elde etmek istediği bir şey olmamalı.