Suriye ‘barış görüşmeleri’ bütünüyle savaşın bir parçası

img
Suriye ‘barış görüşmeleri’ bütünüyle savaşın bir parçası YDH

YDH- The Telegraph gazetesi yazarı Richard Spencer, Cenevre-2 görüşmelerini ve Suriye’nin geleceğini değerlendirdi.




YDH- The Telegraph gazetesi yazarı Richard Spencer, Cenevre-2 görüşmelerini ve Suriye’nin geleceğini değerlendirdi.

 

İki taraf da Montrö’deki görüşmeleri ateşkesten ziyade yeni askeri hedefler ilan etmek için kullanıyor.

Aynen öyle. Şimdi biliyoruz ki Suriye’de barış konusunda İranlıları masaya getirmek için gizli görüşmeler oldu; ama başarısız oldu bunlar. Savaş bitmedi. Tüm Suriye’de ‘danışman’ olarak aktif olan İran birlikleri savaşmaya devam edecek; uzantıları da ölmeye devam edecek.

Bir şekilde, aşırı temkinli BM Başkanı Ban Ki-moon bir çuval inciri berbat etmeyi başardı. Pazar günü New York’ta İranlı reformist Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’i köşeye sıkıştırmışken, elindeki kozları fazla çabuk ortaya serdi.

İranlıları kamuya ilan etmekten rahatsız oldukları bir konuma bağlamaya çalışıp onları ürküttü. İranlılar, destekledikleri Cumhurbaşkanı Esed’i asla terk etmezlerdi ve aynen de böyle söylediler; hâlbuki Ban Ki Moon, terk edebileceklerini düşünmüştü.

Haliyle Montrö’de, gerçekten Suriyelilerin de katıldığı ilk Suriye barış müzakerelerinin bugün başlayacağı yerde, koltukları boş duruyor. Tahran olmadan, Esed rejimi üzerinde güç sahibi olan tek hükümet olmadan, barış umudu da yok ve görüşmeler gerçekleşmese de olur.

Diplomatlar koştururken daima havaya kalkan tozdan ve dün taslak kararlaştırıldıktan sonra insanların dilinde dolaşan buydu en azından. Diplomasi dünyasındaki pek çok krizde ve U dönüşünde olduğu gibi, bu toplantının da boşa gürültü, boşa etkinlik olduğunu söylemek doğru bir sonuç olur.

Barış görüşmesi filan yok; İranlılarla ya da onlarsız bu görüşmeler barışa götüremez ki; Suriye’den iki taraf ilk yüz yüze toplantılarını gerçekleştirirken, güya cuma günü, çatışmayı sona erdirecek tavizleri görüşmeye yaklaşamayacaklar bile.

Aslına bakılırsa, barış görüşmeleri Roma formülünün tersi olmanın her türlü işaretini taşıyor: “si vis pacem, para bellum”; barış istiyorsan, savaşa hazırlan. İki taraf da, onların sponsorları da ‘barış’ görüşmelerini yeni savaş hedefleri ilan etmek ve taze destek aramak için kullanıyor.

Bu görüşmeler bir askeri reklam kampanyası. İşte bu yüzden görüşmelerin akabinde ne bir ateşkes, ne de sahada açık kontrol alanları oluşturmak için son dakika çabaları oldu, onun yerine yeni cephelerde ikiye katlanmış savaşmalar oldu.

Ocaktan beridir, yeni bir muharebe yoldaydı. En önemli cephe kuzeyde, The Telegraph’ın rapor ettiği gibi, Suudi Arabistan ve ABD’nin, görünürde laik ya da ılımlı İslamcı yeni bir koalisyon yarattığı, teçhizatlandırdığı ve örgütlediği yerdeydi, IŞİD’in kafa koparıcılarından, komşu Irak’taki en ürkütücü unsurlarından türemiş olan el-Kaide dalından sahayı geri almak üzere yapmışlardı bunu.

Siyasi danışmanlar ve kalemşorların yanı sıra silahlarla da tam teçhizatlandırılmış bu ‘ılımlı’ grup, daha birkaç hafta öncesine kadar yaygın gündemde bütünüyle unutulmuş bir marka, Suriyelilerin zihninde el-Kaide’nin ideallerine bağlı İslamcılar olarak yer almış olan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yeniden sadakat yemini etti.

Bu yeni grup, İsviçre’deki Suriye muhalefeti tarafından bütünüyle temsil ediliyor: ÖSO resmi olarak Suriye Ulusal Koalisyonu’nun silahlı kanadı olarak kalıyor ve bugün Beşşar Esed’in dışişleri bakanının karşısında oturuyor olacak.

Gözünüzü yeni ittifaktan ayırmayın. Saldırısının Cenevre’ye bu kadar az zaman kala başlaması tesadüf değil, bu saldırıyla kareografilenen yeni çıkışlara yönelik bir dizi sızıntı, Batı’nın IŞİD’e karşı müdahale ve Esed rejimine karşı savaşın birbirinden ayrılmaz tek bir mücadele olduğu görüşünü yeniden vurguluyor.

Yeni raporlarla, rejimin dudak uçuklatan suçları bize yeniden hatırlatılıyor. Rejimin el-Kaide’yle uzun süren işbirliği bize yeniden hatırlatılıyor. Nüfusun neredeyse kesinlikle çoğunluğunu temsil eden savaşçıların ekseriyetinin yalnızca rejime değil, militan İslamcılığa da muhalefet ettiği bize yeniden hatırlatılıyor.

Bu, Montrö’ye az bir zaman kala yalnızca Esed’i Rusya’nın ve İran’ın gözünde ‘gayrimeşrulaştırmak’ için ortaya konan bir çaba değil, aynı zamanda Batılı destekçilerinin yanında muhalefeti yeniden meşrulaştırmak için gösterilen bir çaba.

Suudiler bu işin içinde, Amerikalılar için de bu kullanışlı bir deney. Amerikalı siyasetçilerin kamuda birlikte görünmekten utanmayacakları, yeniden birleşmiş bir muhalefet, ABD’nin, hâlâ kazanmasını istediği bir tarafın arkasında durabilmesi için yeni imkânlar sağlıyor.

Batı’nın artık vazgeçtiğine ve Esed’in kalmasını gönülsüzce kabul edeceğine dair bir sürü şey konuşuldu. Tekrar, bu, yanlış bir soruya doğru bir cevap. Eylüldeki son verilen müdahalenin ardından, Obama doğrudan askeri hareketten alıkonulduğunda, ABD, ne Amerikan diplomasisinin, ne Amerikan ordusunun rejimi dışarı çıkaramayacağını kabul etmeye zorlanmıştı.

Hem sağ, hem sol cenahtan gelen eleştirilerin aksine, bunda utanacak bir şey yok: bu savaş, belli ki İran için Amerika için olduğundan daha çok şey ifade ediyor.

İran da gerekli olduğu müddetçe kozlarını artıracağını açıkça ifade etti zaten. Obama için, Suriye’den gelecek ışık, feda edilecek muma değmiyor. Ama mesele artık Suriye değil. Mesele İran, ve Ortadoğu’da hedef, Tahran’la yeniden müzakere edilmiş bir ilişki.

Anlaşılan oydu ki, nükleer program işin küçük ve kolay kısmıydı. Nükleer mesele, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Muhammed Cevad Zarif gibi nispeten açık siyasetçilerin elinde yatıyor.

Onlarla yumuşak bir şekilde yaklaşılabilir. Suriye meselesi ise, Devrim Muhafızları ve onun uluslararası kolu Kudüs Güçleri’nin elinde yatıyor. Onlara, Suudi Arabistan ve Amerika’yla savaşmanın yavaş yavaş kan kaybetmek demek olduğu gösterilmek zorunda, ta ki, hem İran’ın, hem Suudilerin temel çıkarlarının garanti edileceği yeni bir muafiyet müzakere edilebilene kadar.

Savaş ve barış: İkili bir yol. İran’a karşı yürütülen strateji işte bu ve İran gözünü kırptığı anda, Esed gidecek. Bu strateji illa da işe yarayacak diye bir şey yok, ama Batı’nın elinde de bir tek bu var.

Bir gün Suriye’ye barış getirebilir, ama önce bir sürü insan ölecek. Bu arada delegeler de, İsviçre’de güzel bir mola vermiş olacaklar.

Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu