Kaşıkçı’nın kaçırılması, Türk güvenliğindeki açıklarını, özellikle de Suudi özel güvenlik birimlerinin herhangi bir engelle karşılamaksızın onu konsolosluktan kaçırabildiklerini ortaya koydu.
YDH-Londra’dan yayın yapan Rey el-Youm gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdulbari Atvan, Cemal Kaşıkçı’nın Suudi konsolosluğuna girdikten sonra kaybolmasını değerlendirdi.
***
Erdoğan’ın Cemal Kaşıkcı’nın tutuklanması veya öldürülmüş olma ihtimali konusundaki açıklamaları, krizi arttırıp karmaşıklaştırdı; ama bir umut ışığı verdi.
Onu kim öldürdü? 15 Suudi güvenlik görevlisinden oluşan grubun bir saat sonra ayrılma hikayesinin mahiyeti nedir? Dördüncü eşinin bize açıkladığı şey nedir? Sonuç itibariyle en büyük mağdur Türkiye mi?
Türk güvenlik yetkilileri, Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkcı’nın geçtiğimiz salı günü İstanbul’daki konsolosluğa girip kaybolması konusunda bir basın toplantısı düzenleyip, video bantlarıyla desteklenen tüm bilgileri açıklama sözünü yerine getirmedi.
Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamaların söz konusu edilen tüm sorulara ikna edici cevaplar vermesini bekledik. Bu sorulardan öne çıkanlar şunlar: O hala yaşıyor mu, öldürüldü mü? Hala yaşıyorsa Türkiye içinde mi dışarıda mı? Eğer öldüyse cesedi nerede?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bizim gibi” hala araştırmanın sonucunu beklediğini açıklayıp “istenmeyen bir durumla karşılaşmamayı” ümit ederek durumun belirsizliğini arttırdı.
İki danışmanı ise durumu daha belirsizleştirdi, ilkin Yasin Aktay, ikici olarak da Turan Kışlakçı, üst düzey emniyet kaynaklarından onun konsolosluk içinde öldürüldüğünü naklettiler. Ama nasıl öldürüldüğünü, cesedin nasıl ve nereye çıkarıldığını açıklamadılar.
Özellikle Suudi konsolosun açıklamasına göre içerideki kameraların tamamı “bozuktu”, bu kameralar kurban, 6 katlı binaya girdiği saatte kasten mi bozuldu, yoksa teknik sebeplerle mi bozuldu?
Türk yetkililerin anlattığı yeni bir rivayet, bu suçtaki belirsizliği daha da arttırdı. Ayrıntıların söylediğine göre özel güvenlik güçleri olduğuna inanılan 15 Suudi, uçakla İstanbul’a geldi ve Kaşıkcı’nın geçtiğimiz salı günü saat birde girdiği sırada konsoloslukta bulundu.
Kaşıkçı’yla birlikte gelen nişanlısı Hatice, konsolosluk içindeki ziyaretçi bekleme odasında onu bekledi. Bu resmi güvenlik rivayetine göre onlar bir müddet sonra koyu renkli araçlarla mekandan ayrıldılar.
Yanlarındaki çantalarda ne taşıyorlardı? Onların içinde ne vardı? Kurbanın cesedi kesildikten sonra onların içine mi kondu, yoksa tasfiye edilmek üzere İstanbul’un başka bir yerine mi nakledildi.
***
İki teori var: Birincisine göre güvenlik görevlilerinden oluşan Suudi heyeti İstanbul’a belirli bir görevle geldi, Kaşıkçı’yı “Müslüman Kardeşler” hareketi ve Katar ile ilişkisi gibi bazı konularda sorguladıktan sonra öldürdü. İkincisine göre ise heyet onu bir çözüme varmak için Riyad’a götürmek üzere onunla müzakere yapmaya geldi.
“Önemli” bir Türk gazeteci, bu iki teoriyi Rey el-Youm’a açıkladı; ancak bunlardan hiçbirine ihtimal vermemekle birlikte birinci teoriye biraz daha meyyaldi.
(H. A) adlı bir bayan, Pazar günü telefonla arayarak bizi şaşırttı. Körfez ülkelerinin birinde ikamet ediyor. Bize dördüncü eşi olduğunu ve Washington kentinde evlendiğini teyit etti.
Kentteki İslam Merkezinin imamıydı, dedi ki ilk ismi Enver’di, o geçtiğimiz ramazan ayında (3 Haziran 2018) nikah yaptı, Şahitleri Filistin uyruklu iki kişiydi. Onlardan biri Cumhuriyetçi Parti üyesiydi.
Basit düğün töreninin resimlerine sahip olduğunu vurguladı, Sheraton otelinin kameraları da söylediğinin deliliydi. Onunla son kez geçtiğimiz 7 Eylül’de aynı kentte ve aynı otelde buluştu. Onunla son konuşması 25 Eylül’de, onun kendisine gönderdiği son mesaj metni de aynı ayın 30’undaydı ve doğum günü kutlaması içeriyordu.
Söz konusu bayan, onun “bunalımda”, “korkmuş” olduğunu, yalnızlık hissettiğini ve eşinin yanında olmasını istediğini vurguladı. O derece ki sürekli olarak kendisiyle taşınmayı ve yaşamayı reddetmesinden sonra, Türkiye’de Suriyeli bir mülteciyle evlenmeyi düşünüyordu.
Zorlu mali şartlarla karşı karşıya olduğunu, borca battığını, çoğu zaman ülkesine geri dönüp durumunu düzeltmeyi istediğini vurguladı.
O bayanı çok iyi tanısak da, bu rivayetin ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz, sağlığını gözden uzak tutmuyoruz; çünkü o, onun ve yazılarının hayranıydı ve evlilikten önce de onunla düzenli sayılabilecek bir ilişkisi vardı.
Suudi yetkililer, en küçük bir eleştiri dahi olsa muhaliflerine hoşgörü göstermiyor, çoğu objektif ve tarafsız tıpkı Kaşıkçı arkadaşımız gibi. Onun makaleleri ve açıklamaları Suudi iç durumuyla ilgili sistem içi bir reform hedefiyle nasihate yakın şeylerdi.
Kadınların araba kullanmalarına ve ekonomik hayata katılmalarına izin verilmesi ve onların hareketlerini kısıtlayan kuralların kaldırılması gibi adımlarla ilgili Twitter’daki mesajları bir milyondan fazla takipçisi tarafından ilgiyle karşılandı.
Ancak yabancı elçiliklerle iletişim kurdukları ve kadın haklarıyla ilgili daha fazla talepte bulundukları suçlamasıyla Suudi kadın aktivistlerin tutuklanmasını eleştirmekten çekinmedi. İlk aylarda Yemen’e karşı yapılan “Kararlılık Fırtınası” saldırısının ve ayrıca Suudilerin Suriye’ye müdahalesinin önde gelen destekçilerindendi.
Prens Muhammed bin Salman, “bizimle olmayan bize karşıdır” teorisini izliyor. Tarafsız veya orta yollu hiçbir tutuma müsamaha göstermiyor. Meşhur Davetçi Selman Avde’nin terör suçlamasıyla tutuklanmasının sebebi onun Katar devletiyle diyalog istemesiydi.
ARAMCO şirketinde hissenin satılmasına yönelik nazikçe bir eleştiriden dolayı Ekonomist İsam ez-Zamil’e terör suçlaması yapılması ve savcının diğer birçok tutuklu hakkında idam talep etmesi onun demir yumruk politikasını doğruladı.
İki gün önce Prens bin Salman, ülkedeki siyasi tutukluların sayısının 1500’den fazla olduğunu itiraf etti ve bu rakamın başarısız askeri darbeden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tutuklanan on binlerce kişiye kıyasla oldukça az olduğunu söyledi.
Ancak kimileri de onların askeri darbeye karışmadıklarını, bazılarının radikal reformlar ve büyük özgürlükler istediğini söyleyebilir.
***
Eğer Gazeteci Kaşıkçı’nın kaçırılmasının arkasında Suudi güvenliğinin bulunduğu doğruysa Arap basınının ve uluslararası basının ünlü bir ismini yani “büyük balığı” seçti.
Bununla hedef Suudi muhaliflerin terörize edilmesidir; ülke içinde ve dışında eleştiri yapan herkese bu güvenliğin kollarının uzun olduğu ve nerede olurlarsa olsunlar onlara ulaşabileceği mesajının gönderilmesidir.
Mesajın diğer kısmı krallığın Suudi, Yemenli, Mısırlı düşmanlarına kol kanat geren bir devlet olarak Türkiye’nin imajını sarstı ve onlara güvenli bir sığınak olmadığını gösterdi.
Kaşıkçı’nın kaçırılması, Türk güvenliğindeki açıkları, özellikle de Suudi özel güvenlik birimlerinin herhangi bir engelle karşılamaksızın girip çıkabildiklerini, onu konsolosluktan sağ ya da ölü olarak kaçırabildiklerini ortaya koydu. Eğer tasfiye edilmek üzere Türkiye içinde bir yere götürüldüğü doğrulanırsa bu, Türkiye’yi çok daha zora sokacak.
Bir ön bildirimde bulunmak veya alelacele bir hüküm vermek istemiyoruz. Arkadaşımız Kaşıkçı’nın kaderini bilmiyoruz. Şimdiye kadar sızdırılanlar sadece spekülasyon. Şu an Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumundan yanayız araştırmanın sonucunu bekliyoruz, kesin tavrı o zaman takınırız.
Arkadaşımız Kaşıkçı ile tam bir dayanışma içindeyiz. Bu kaçırma operasyonunun arkasındaki herkesi kınıyoruz. O belki öldürüldü, onu açık bir özgürlük savunucusu olarak tanıdık, ülkesindeki bütün tutuklamaları reddettik. Umut verici demokrasi, ötekinin görüşüne saygı ve bazı konularda ona karşı çıktık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasındaki onun hayatta ve sağlıklı olduğuna dair ihtimalin bir umut ışığı olmasını diliyoruz.
Ülkesine kırk yıldan fazla bir süredir samimiyetle ve bağlılıkla hizmet eden bu adam, kaçırılmayı, işkenceyi ve öldürülmeyi değil övülmeyi hak ediyor.
Çeviri: YDH