Geçen hafta Kosova'da yaşananlar uluslararası ilişkilerde hukukun yerini bütünüyle haydutluğun almakta olduğunun apaçık bir işaretiydi.
Geçtiğimiz hafta Kosova’da yaşananlar, seçim tartışmalarının gürültüsü arasında dikkatten kaçtı. Oysa yaşananlar çok önemliydi ve uluslararası ilişkilerde hukukun yerini bütünüyle haydutluğun almakta olduğunun da apaçık bir işaretiydi.
Yugoslavya savaşı, NATO bombardımanı, Kosova ve Sırbistan üzerine YDH’da daha önce de çeşitli defalar yazmıştım. YDH’nın takipçileri arasında bu meseleye özel bir ilgi duyan okurlar, özellikle “Yugoslavya’nın Yok Edilişinin Kısa Tarihi”ni hatırlayacaklardır.
Orada, Kosova’nın bugünkü muteber yöneticilerinin, isimleri Lahey Adalet Divanı’nın eski başsavcısı Carla del Ponte’nin soruşturma dosyalarına girmiş kriminal haydutlar oldukları ve bu haydutların, özellikle Avrupa’nın sosyal demokratları tarafından Yugoslavya’nın parçalanması senaryosu içinde muteber kılındıkları anlatılmıştı.
Carla del Ponte, Kosova’nın bugünkü yöneticileri hakkındaki insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı açtığı soruşturmaların, o sırada (1999-2001) Kosova’da BM temsilcisi sıfatıyla bulunan ve daha sonra Fransa’nın en popüler dışişleri bakanlarından olan Bernard Kouchner tarafından engellendiğini açıklamıştı.
Geçen hafta Kosova’da neler oldu?
28 Mayıs günü Kosova özel kuvvetleri, Sırp nüfusun yaşadığı birkaç köye saldırı düzenledi ve 19 yerel polis ile 9 sivil rüşvet ve kaçakçılık suçlamasıyla gözaltına alındı. Gözaltıların hemen arkasından Sırplar sokaklara çıkarak barikatlar kurdular. Geniş çaplı çatışmalar ve yeni gözaltılar oldu.
Olay, ilk bakışta olağan görülebilir; ancak Kosova özel kuvvetlerinin saldırı düzenlediği bölgeye girmesi, ancak Kosova’da NATO komutasındaki uluslararası KFOR’un rıza vermesi halinde mümkündü.
KFOR’a önceden bilgi sunulup rıza alınmış olması çok şüpheli, ancak KFOR komutanlığı, bekleneceği gibi, hemen hemen devlet başkanı (Carla del Ponte’ye göre savaş suçlusu) Taçi ile aynı şeyleri söyledi: Operasyon sadece Sırplara karşı yapılmamıştı, Kosova savcılığının uzun süredir devam eden bir soruşturması vardı, özel kuvvetlerin baskını meşruydu.
Olay, Sırbistan’da infial uyandırdı ve Sırp kuvvetleri alarm durumuna geçti. Ne var ki Taçi, arkasındaki NATO (ABD) desteği sayesinde şöyle demekten çekinmedi: “Sırbistan devlet başkanı, orduyla Kosova’ya yürüyemeyeceğini çok iyi bilir.”
Gene tahmin edilebileceği gibi, AB, taraflara sükûnet ve itidal telkin etmekle yetindi. Sırbistan’la yakın ilişkileri bulunan Rusya ise sert tepki gösterdi.
Rusya’nın, Yugoslavya’nın NATO tarafından bombardımanı, arkasından tamamen parçalanmasının travmasını çok derin yaşadığını, bu olayın Rusya’da iktidar değişikliğinde etkili olduğunu ve Rusya dış siyasetinde bir dönüm noktası teşkil ettiğini hatırlayalım.
Moskova ilk açıklamasında, Kosova’nın Batılı hamilerini de, “Kosovalı radikallerin aklını başlarına getirip çatışmanın öngörülemez sonuçlar doğuracak şekilde büyümesini önlemeye” çağırdı.
Bu sırada Kosova özel kuvvetlerinin, BM misyonunda görevli Rusya diplomatı Mihail Krasnoşçokov’u da gözaltına aldıkları henüz bilinmiyordu. Olay birkaç saat sonra açığa çıktı. Haşim Taçi’ye göre Rusya diplomatı, “polisin çalışmasını engellemeye çalışırken” gözaltına alınmıştı.
Kosova polis şefi ise, BM misyonundan Kosovalı bir kişiyi daha gözaltına aldıklarını açıkladı. Moskova, bunun üzerine, Kosova’daki BM misyonundan Rusya diplomatının derhal serbest bırakılmasını sağlamak için azami çaba göstermesini istedi.
Bu defa ilginç bir şekilde, bu kukla ülkedeki BM misyonunun başı, Afganistanlı Zahir Tanin de aynı çağrıyı yineledi.
İlginç olduğunu özellikle vurguladık; zira, aslında hiçbir ilginçlik bulunmaması gereken bir şey, Kosova’nın Batı’nın engin hoşgörüsünden yararlanan muteber haydutları söz konusu olduğunda gayet ilginç görünüyor.
Bütün bunların aynı gün içinde olduğunu tekrar hatırlatmak gerek. Sonuçta Kosova’nın eski UÇK, şimdiki devlet ricali, o gün öğleden sonra Krasnoşçokov’u serbest bıraktılar.
Yeri gelmişken. Sırbistan’ın tepkisi göstermelik miydi, bilmiyoruz. Sırbistan Devlet Başkanı Aleksandr Vuçiç, Krasnoşçokov’un serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra, “uluslararası toplumun baskısıyla” (Rusya’yı kastettiği çok açıktı) Kosova özel kuvvetlerinin bölgeden çekildiğini açıkladı.
Ancak Vuçiç’in yakın çevresinden, isminin açıklanmaması kaydıyla Kommersant’a açıklama yapan bir danışmanı, başkanın AB’ye girmek için Kosova ile ilişkileri yumuşatmaktan yana olduğunu, bunun için karşı taraftan küçük de olsa taviz beklediğini açıkladı. Danışman, buna rağmen ne Batı’da ne de Priştine’de böyle bir taviz havası olmadığını da vurguladı.
Ama Sırbistan’ın AB’ye girmesinin önündeki tek engel Kosova meselesi değil. Rusya ile ittifak ilişkisine son verip Rusya’ya yönelik ambargolara katılmadıkları sürece, Sırbistan’ın Kosova meselesi hallolsa bile, Sırbistan’ın AB üyeliği gündüz düşü.
Kaldı ki, Sırbistan’da Batı karşıtı hareket epeyce güçlü. Bu hareket, genel olarak Rusya yanlısı görünse bile, tamamen öyle olduğunu söylemek, ta 19. yüzyıl ortalarından beri Rusya-Sırbistan ilişkilerinin tarihinden kaynaklanan nedenlerle, kolay değil.
Ama biz, haftanın olaylarına devam edelim.
Üst düzey bir diplomatının dövülerek gözaltına alınması, başlı başına önemli bir olay. Ancak olayı daha da önemli kılan yanı, şu: gerek NATO’nun, gerekse de Kosova tarafının yaptığı açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, operasyonu çok önceden planlamışlardı.
Bu durumda, “Rusya diplomatının gözaltına alınması da özellikle mi planlanmıştı?” sorusu ortaya çıkıyor. Bu, küçük bir şüphe değil; bu yönde istihbarat olduğu imaları da var. Örneğin Regnum yazarı Eduard Birov, 31 Mayıs’ta şöyle yazıyor:
“İçimde bir şey, bütün operasyonun Sırplara karşı olmaktan ziyade bir Rusya vatandaşına zarar vermek hedefiyle planlandığını fısıldıyor.”
Bu iddianın doğruluğunu teyit etmek mümkün değil; ama Rusya’nın Kuzey Akım projesinin önündeki engellerin birer birer kalkması, AB ile iyi ilişkiler ve AB tarafından Rusya yaptırımlarını boşa çıkartmak üzere yapılan açıklamalar karşısında, Rusya’nın Balkanlara müdahalesini provoke edecek bir girişim, doğrusu ABD’nin pek işine gelebilir.
Lavrov, olayların ertesi günü yaptığı açıklamada, doğrudan doğruya NATO ve AB ülkelerini suçladı ve bu provokasyonu, Rusya’nın çevresinde NATO güvenlik çekme girişiminin parçasıydı; Batı, Sırbistan’ı Kosova’nın bağımsızlığını tanımaya ve böylelikle NATO’nun yeni bölgelere açılmasını kolaylaştırmaya çalışıyordu.
Kosova tarafı ise gerilimi tırmandırmaktan kaçınmadı. 31 Mayıs günü, yani olaylı 28 Mayıs’tan üç gün sonra, Kosova içişleri bakanlığı, Rusya diplomatı Krasnoşçokov’u istenmeyen adam ilan etti ve Kosova’yı terk etmesini istedi. Başbakan ise, “BM çalışanı maskesi altında casus” olmakla suçladı.
Ancak Rusya diplomatı bu sırada zaten, Kosova özel kuvvetlerinden gördüğü şiddetli müdahale yüzünden Belgrad’da bir hastanede travma tedavisi görüyordu.
Kosova, bununla kalmadı; AB’ye de meydan okudu. Haşim Taçi, AB Kosova’yı izole etmeyi sürdürecek olursa, bir parlamento kararı veya referandumla Arnavutluk ile birleşebileceklerini bildirdi. Hatta daha ileri gitti: Bu birleşik Arnavut devleti, Preşova vadisini de topraklarına katacaktı. Preşova vadisi, Sırbistan’da.
Bu proje yeni değil. Taçi, bir hafta önce de muhalefet lideri İsa Mustafa’ya bir açık mektup göndererek, Preşova’nın Kosova ile, Kosova’nın da Arnavutluk ile birleşmesi gerektiğini söylemişti. Taçi’ye göre, bu iş BM’nin ortaklık şemsiyesi altında olursa ne âlâ idi, değilse de Arnavut şemsiyesi altında birleşmeliydiler.
Genel görüş, Taçi’nin bu lafları, düşen popülaritesini tekrar yükseltmek ve AB’ye şantaj yoluyla Kosova’nın üyeliğini hızlandırmak için ettiği şeklinde. Ne var ki geçmişi ve başının üzerindeki NATO (ABD) şemsiyesi dikkate alındığında, Taçi’nin böyle bir girişime kalkışması da, hiç şaşırtıcı olmaz.
Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk üçgeni, Batılı ülkelerin Sırbistan’ı bütünüyle işbirlikçileştirme hedefi, Rusya’nın kırmızı çizgileri ve tarihsel ilişkiler, bu bölgeyi daha yakından incelemeyi gerektiriyor.
Ancak şimdilik, Sırbistan’da Rusya askeri üssü (hatta üsleri) kurulması üzerine bir takım tartışmaların sürdüğüne dikkat çekerek, ayrıntıları başka bir yazıya bırakalım.
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırka yakın çevirisi var. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. @Hazal_Yalin