Şiilerle Selefi Akımın İlişkileri

img
Şiilerle Selefi Akımın İlişkileri YDH

Suudi Arabistan İnsan Hakları Merkezi'nin Başkanı olan Abdülaziz el-Hamis'in "Şiilerle Selefi Akımın İlişkileri" adlı makalesini




YDH- Suudi Arabistan İnsan Hakları Merkezi'nin Başkanı olan Abdülaziz el-Hamis'in "Şiilerle Selefi Akımın İlişkileri" adlı makalesini arkadaşımız Furkan Torlak tercüme etti.

Şiilerle Selefi Akımın İlişkileri

Şii mezhebi mensuplarıyla Selefi akım arasında ilişkiler 1926’da düzenlenen Artaviyye Konferansı’yla birlikte gerginleşti. Bu konferansta “Selefi Kardeş Kabileler” İmam (daha sonra da kral) Abdulaziz’e karşı ilk defa toplanmış oldu.

 Selefiler birçok noktada Abdulaziz’in tasarruflarını eleştiriyordu. Bunlardan bazıları; İslam krallığı yasakladığı halde Abdulaziz’in kendisini kral olarak ilan etmesi; Selefilerin sihir (büyü) ürünü olarak kabul ettikleri araba, telgraf ve televizyonun Abdulaziz tarafından kullanılması; yine Abdulaziz’in “El-İhsa”, “El-Kuteyf” gibi bölgelerdeki Şiilere ses çıkarmaması ve onlara “sahih İslam”ı zorunlu kılmaması. (Konferansın 10. Bendi.)

 Şiiler Hakkındaki Fetva

Kral Abdulaziz, “Selefi Kardeşler”in isteklerini 1927’de düzenlenen Riyad Konferansı’yla birlikte fetva kuruluna havale etti. Fetva kurulundan çıkan karar Şiilerin “sahih İslam”a biata zorlanmalarıydı. Bu İslam Şeyh Muhammed b. Abdulvahab’ın “Tevhid” kitabına uygun olmalıydı. Fetvada “batıl dinlerinin şiarlarını göstermeleri” yasaklanması; “Kerbela ve Necef gibi şehirleri” ziyaret etmelerinin engellenmesi ve “bidatleri ikame etmek için imar edilen mescitlerinin” yıkılması gerektiği belirtiliyordu. “Bu durumu kabul etmeyenlerin Müslümanların beldesinden sürülmesi” gerekiyordu.

Kral Abdulaziz, bu fetvanın bentlerinden sadece Aşura merasimlerinin engellenmesini yürürlüğe koydu. Öte yandan Medine-yi Münevvere’deki Baki mezarlığında Şiiler tarafından kutsal görülen mezarları yıktı. Ancak Şiilerin, “sünnete uymaya zorlanması” yeni doğan hükümetin şartları ve uluslar arası ilişkilerle çakıştı. İngilizler, “Selefi Kardeşler”in isteklerinin daha fazla uygulanmasını kabul etmemişti. Nitekim Kral Abdulaziz “Selefi Kardeşler”in bazı kabileleriyle karşı karşıya kalma durumundaydı ki bu noktadaki başarısı Şiileri yaklaşan felaketten yana rahatlattı. Buna rağmen şiarlarını ikame etmekten engellenme gibi rejimin kararları Şii bölgelerde uygulandı.

Bunun da ekonomik bir sebebin olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Zira Şiiler zengin yerlerde ve tarım bölgelerinde bulunuyor; “el-İhsa” Arap Yarımadasının gıda ambarı ve su kaynağı olarak biliniyordu. Bu durum Melik Abdulaziz’in, Şii bölgelerin vergisine önem vermesini beraberinde getiriyor; onlara güçlü bir düşmanlıkta bulunmasını engelliyordu. Nitekim Şiiler de vergilerini en mükemmel şekilde ödüyorlardı.

Selefilerin Şiilerle savaşı, sağ salim kalmaları karşılığı imzalanan antlaşmaya -ki Suud ailesinin önceki yöneticileri de bu anlaşmalara imza atmışlardır- uymasıyla durmadı. Bu savaş Abdulaziz’in evlatları döneminde de devam etti. Şiiler, Selefi akım mensuplarıyla dolu güvenlik güçlerinin sebep olduğu birçok sıkıntıya maruz kaldı. Yönetim tarafından da Şiilere karşı şiddet ve zulüm kullanıldı. Böylelikle yönetim, Selefiliğe; hak dine bağlı olduğunu kanıtlamaya ve bu güçlü akıma karşı iyi niyetli olduğunu ispat etmeye çalışıyordu.

Diğer yandan Selefi akımın, Şiilerin Sünnetten çıktığına dair inancı Şiilere şiddetle düşmanca tavır almalarına neden oluyordu. Bu (selefi) akım, Şiilerin hazır ve hâkim imama değil de gaip imama inanan inkılabî ilkeleriyle çelişen “veli-yi emr”e uyuyordu. Selefi akımın çeşitliliği ve gelişimi sırasında Suudi Arabistan’daki Şiilerle bir arada yaşamanın mümkün olduğuna inanan gruplar da çıktı. Ancak bunlar da Şiilerle ilişki düzeyinin zimmîlerle ilişki düzeyinde olması gerektiğine inanıyordu.

 Şii Kartı

Selefiler günümüzdeki yönetim dolayısıyla birçok sıkıntı çektiler. Sonuçta Selefiler Suud hanedanlığının müessisi Muhammed b. Suud ile Selefilerin manevi babası Şeyh Muhammed b. Abdulvahab arasındaki tarihi ittifak dolayısıyla yönetimle yardımlaşmak zorundalar. Ancak Selefiler diğer tarafın (Suud Ailesi), Selefi akımın nüfuzundan uzak muasır bir yönetimi geliştirmek istediğini hissedince ilişkiler zedelenmeye başladı. Bu noktada iki taraf birbirlerine karşı muhtelif kartlar kullanmaya başladı ki Şii kartı da bu kartlardan biriydi. Nitekim “el-Suble” savaşı muasır bir devletin ikame edilmesi ile ikili yönetimin devam ettirilmesinin ayrım noktasıydı. Bu savaşta Selefilerin askeri gücü ortadan kalkmış oldu. Ancak bu çok uzun sürmedi ve siyasi noktada rejime verilen tavizlerle –ki bunlardan birisi de birçok isteklerinden geri adım atmalarıdır- yeniden Selefiler güç kazandı. Ancak top yuvarlanmaya devam etti, yeni kartlar oynandı, geçmiş kartlardan birisi olarak Şii kartı öne sürüldü.

Selefiler 1925 yılında siyasi yönetimle mücadelelerinde Şiilerin aleni ibadetlerini eda etmelerinin yasaklanmasını isteyerek Şii kartını kullandılar. Ayrıca Selefiler, Şiilerin “Âlimler birliği”nin önde gelenlerinin huzuruna çıkmaya zorlanmalarını; “Ehl-i Beyt’e dua etme”lerinin yasaklanmasını; Muhammed Peygamberin ve Ali’nin vefatı dolayısıyla düzenlenen törenlerinin engellenmesini; Kerbela ve Necef gibi mukaddes gördükleri bölgeleri ziyaret etmelerinin yasaklanmasını istediler. Selefiler daha da ileri giderek Şiilerin Muhammed b. Abdulvahab’ın eserlerini zorla ders olarak görmelerini ve Şiilerin “El-İhsa” bölgesindeki ibadet yerlerinin yıkılmasını talep ettiler.

Kral Abdulaziz Selefilerin bu taleplerine karşı çıktı ve “el-Suble” savaşında Selefilerle savaşmak durumunda kaldı. Bu çetin savaş sonrası Selefiler yaralılarını topladılar; sıcak Necd çöllerine düzüldüler; işlerini yoluna koymak ve yaralarını sarmak üzere çevre köylerdeki evlere dağıldılar. Uzun süre geçmeden Şiilere dair daha hafiflemiş istekleriyle savaş meydanın farklı metotlarla geri döndüler. Bu sefer öldürme yoktu; ambargo, şiddet ve tekfir vardı! Öte yandan siyasi rejimin Allah katında Rabbani hükümleri uygulamayla sorumlu olduğuna riayet ettiler. Bu durum Selefilerin, hükümlerin uygulamasını “veliyi emr”e bıraktıklarını gösteriyordu. Böylelikle kendilerine ağır gelen meselede; sünnetleri ve ilahi emirleri uygulama konusundaki taksirlerinde kalplerini rahatlattılar.

Muasır selefiler Şeyh Abdulaziz b. Baz’ın Şia hakkında “Büyük Şirk Sahipleri” şeklinde verdiği fetvadan yola çıkarak hareket ediyorlar. Dolayısıyla Selefilerin Şiilerle aralarındaki problemin “tevhid” noktasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada Selefiler, kabirleri ziyaret etmeleri ve kabirleri önemsemelerini –kendilerine göre- “şirk” olarak değerlendiriyorlar. Bu noktadaki tartışma tarafların birbirlerini tekfir etmesine kadar şiddetli hilafa neden oluyor.

Selefilerin çoğunluğu Şeyhleri İbn Baz’ın mantığından yola çıktılar. Öte yandan Şiiler de bunun üzerine selefileri tekfir ederek, onları haricilikle, Ehl-i Beyt sevgisine ve siyasi önderliğine davet eden Resul’ün Sünnetine uymamakla suçladılar. Ancak selefiler “veli-yi emr”in Şiilerle ilişkileri belirleyecek hak sahibi olduğunu düşünüyorlar. Bu doğrultuda Şiilere karşı izlenen barışçıl politikaları “veli-yi emr”in kutsal hakkı görerek ve siyasi zaruretler doğrultusunda ümmetin maslahatına uygun karar kabul ederek kabullenmeleri mümkün gözüküyordu.

Ancak Selefilerin konumundaki birçok çelişkileri belirtmekte yarar vardır. Kimi selefiler Şiilerin kabirlerde tevessül etmesini şirk olarak görürken kimileri ise bunu şirk olarak değil de bidat olarak görmekteler. Bu mesele Şeyh İbn Baz’ın olaya müdahale ederek Şiilerin müşrik olduklarını ilan etmesine rağmen çözülememiştir.

Necd ile Şiilerin çoğunluğunu oluşturduğu bölgelerin yakınlığı ve büyük temasının da Selefilerle Şiiler arasındaki mücadelenin büyümesinde etkin oldu. Nitekim Necd bölgesi Şeyh Muhammed b. Abdulvahab’ın hareketi doğmadan önce On İki İmam Şiileriyle Zeydî Şiilerin etkin olduğu bir bölgeydi. (Necdliler Müslümanların mürtetlere karşı verdiği savaşta öldürülen Zeyb b. Hattab’ın Riyad’ın kuzeyindeki el-Cebile köyündeki kabrinde tevessül ediyorlardı) Nitekim gözlemciler Necd’de fazla olan Ali, Hasan, Hüseyin gibi isimlerin, Selefi nüfuzun artmasıyla birlikte ortadan kalktığını görebilirler. Suud ailesinin -7 bini aşan nüfuslarına rağmen- bir tane Ali veya Hasan veya Hüseyin isminde ferdinin olmaması şaşırtıcıdır.

Selefi Şii mücadelesi bölgesel şartlara ve mezhep ihtilaflarına karıştı. Oysa mutedil bir diyalog ortamı doğsaydı bir anlayış ortamının doğması mümkündü. Ancak iki taraf da kendilerinin Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve kurtulan fırka olarak görerek bunu reddetti. Sonuçta birçok kimse yakın zamanda da bitecek gibi gözükmeyen bu savaşın kurbanı oldu.

 Yalnızca Şiiler Değil…

Yorumcular ve uzmanlar, Suudi Arabistan’da azınlıkların problemlerinin Doğu bölgelerindeki Şiilerin çektiği sıkıntılarda yoğunlaşıyor. Bu noktada Şiilerin düşüncelerini ifade etme haklarının engellendiği düşünülüyor. Ancak sorun Şiilerle sınırlı değil. Suudi Arabistan’da Malikiler, Hanefiler, Şafiiler ve Zeydiler dâhil İsmaililer ve Sufiler gibi diğer akımların da sorunları var.

Ancak Doğu’daki Şii kardeşlerin eğitim ve yaşam durumlarının nispeten yükselmesi haklarını talep etme durumları öne çıkıyor. Öte yandan diğer mezheplerin çektiği sıkıntıların Şiilerin çektiği sıkıntılardan az olmadığını söylersek abartmış olmayız. Zira herkes ifade ve irade özgürlüğüne muhtaç ve çoğunluk kendilerine zulmedenlerin istekleri tabi ve teslim olmak zorunda! Aynı zamanda Doğu’da Şiiler, Necran’da İsmaililer direniyorlar; zira Suudi Arabistan dışındaki kardeşleriyle en fazla ilişki ve diyalogları bulunanlar onlar. Öte yandan vatandaşlık hak ve görevleri noktasında hak sahibi olduklarına inanıyorlar. En fazla da dini özgürlüklerine sahip olmaları gerektiğine inanıyorlar.

Şiilerin maruz kaldığı baskı, Suudi kadınların maruz kaldığı baskıdan farklı değil. Suudi Arabistan’da kadınlar yoksunluktan ve Suud erkeğinin baskısından muzdarip. Çözüm, sonuçları tamir etmekte değil; ana sıkıntıyı çözmede. Ana sıkıntı müsamaha ve siyasi katılımın olmamasıyla insan haklarının eksikliği. Vatandaşlar –inancı, ırkı, cinsi ne olursa olsun- vatanın kendisine ait olduğunu, onurunun korunduğunu ve özgürlüğünün garanti altında olduğunu hissettiği zaman diğer meselelere geçebiliriz. Bu meselelerden birisi de elbette Suudi Arabistan’daki Şiilerin sorunlarıdır.