Enkaz altında tek başına ölen aç bir yetime...

img
Enkaz altında tek başına ölen aç bir yetime... YDH

Counter Punch'ta sayıların çatışmanın gerçek insani maliyetini yakalamadaki yetersizliğini vurgulayan Hatch, Gazze'de acı çeken Filistinli çocuklar başta olmak üzere savunmasızların savunulması çağrısında bulunuyor.




''Yeterince beslenemedikleri için ölen bebeklerin,küçük çocukların ve çocukları ya da kendileri için hiçbir şey yapamadıkları için onurları ellerinden alınan perişan ebeveynlerin hikayeleri burada detaylandırılamayacak kadar çoktur, korkunçtur. Ancak bir an için tüm bunların sevdiklerinizin başına geldiğini düşünün.''

YDH- Counter Punch'ta yayımlanan makalenin yazarı Bill Hatch, bilhassa Filistin halkına yönelik acı ve adaletsizliği sürdüren ırkçı ideoloji ve politikalara karşı çıkılması gerektiğinin altını çizerken soykırım ve baskı tarihi ile yüzleşip reddetmenin ve daha adil ve eşitlikçi bir geleceği arzulamanın önemini vurguluyor.

7 Ekim'den bu yana her gün Facebook'ta Gazze Savaşı ile ilgili yazılar paylaşıyor (hatta FB yönetiminin onaylamadığı bir kaynaktan alıntı yaptığım için bir ihtar cezası bile aldım), umursayabilecek insanlarla konuşuyor, hissizleştikçe artan bir hayal kırıklığı yaşıyordum.  Ancak yüz binlerce çocuğun ölümü karşısında hissizleşmedim. Travma derinleşti ve 1953'ün sıcak yazında Stanislaus İlçe Hastanesi Erkek Çocuk Felci Koğuşu'nda bulana kadar nedenini hafızamda aramak zorunda kaldım. 

Küçük çocuk geceleri koğuşta feryat ediyor, bazen neredeyse bütün gece hepimizi uyutmuyordu. Sadece 13 yaşında bir çocuk olan en büyük sakinimizin derin sesi, 1953 yazında, Salk aşısı gelmeden ve kısa süre sonra daha zengin ülkelerdeki insanların çocuk felcini tamamen unutmasına neden olmadan önce dünya çapındaki son çocuk felci salgını sırasında onu görmek için her gün günde 100 mil yol kat etmelerine rağmen, sefaletinde, umutsuzluğunda ve ona ailesinden tamamen ayrı göründüğünde onu sakinleştirme umuduna sahipti.  

“Ama görmüyorlar mı,” der gibiydi hıçkırıkları arasında, ”şimdi burada, gecenin bir vakti, karanlıkta yapayalnız ve korkmuşken onlara ihtiyacım olduğunu?” 

Hatırladığım kadarıyla ailesinin koğuşa girmesine izin verdiler. Geri kalanımız mavi renkli, güneye bakan pencerelerden ailelerimizi ziyaret ettik. Bazen, doktor olan babam elinde herkes için yeni çizgi romanlarla gelirdi. 10 yaşındaydım. Bir ebeveynin dokunuşunun bir çocuk için ne kadar önemli olduğunu, onsuz kalana ve bazen bir yıldan uzun süre ebeveynsiz kalan hasta arkadaşlarınızın gözlerindeki kıskançlığı görene kadar hayal edemezsiniz. 

O geceye kadar sadece 4 yaşında olan küçük çocuğun hayatını, kısacık hayatını hıçkıra hıçkıra ağlayarak geçirdiğini bilmiyorduk. 

Bu hikayeyi anlatmayı takıntı haline getirdim. İngiliz tıp dergisi Lancet'in bu hafta ortaya attığı, Gazze'de genellikle konuşulan 40 bin değil 186 bin ölü rakamıyla ilişki kurmak benim küçük hayatımdaki küçük yolum. Sayılar bugünlerde o kadar az şey ifade ediyor ki, ne kadar az şey ifade ettiklerini söylemek daha da az şey ifade ediyor. Bir sayı, herhangi bir sayı, her gün bir ya da birkaç ya da daha fazla çocuğun ölümü gerçeğini nasıl ifade edebilir? 

Çocuk felci koğuşunda, küçük çocuğun ağlaması gece boyunca giderek azaldı, ta ki ağlaması kesilene ve beşiğinin etrafında hemşirelerin kolalı üniformalarının hışırtısını, kısık seslerini ve bir doktorun daha derinden gelen erkek sesini duyana kadar.  Bir hastanenin görece saygınlığı içinde, anne ve babası olmadan ama hemşireler ve çocuk felci geçirmiş ağabeyleri tarafından çevrelenerek, yataklarımızda hareketsiz, sessizce dua ederek öldü. 

Filistinli çocuklar acı ve umutsuzluk çığlıkları, ağıtlar, çığlıklar, patlayan bombalar, etraflarına yıkılan binalar ve başka ne tür sesler olduğunu hayal bile edemediğim bir kargaşa içinde ölüyorlar. Aç, yaralı, ilaçsız yatıyorlar ve acı ve eziyet karşısında önce şok geçiren, umutsuzca dışarıdan yardım arayan gözleri sonunda acının girdabına kapılıyor. Gözleri artık odaklanmaya çalışmaz, ancak sonunda sonsuz uzaklığın ışığı olan işkence tüneline doğru döner.  

Her biri tek başına ölüyor, kalan birkaç Filistin hastanesinden birinde, hala hayatta olan akrabaları, belki bir ya da iki hemşire, telaşlı, umutsuz bir doktor ve elbette bomba, füze, havan topu ve otomatik silah sesleriyle çevrili olarak ölüyorlar.

Yaşantıları olmuş kıvılcımlar hastanelerin, okulların ya da evlerin bombalanmış çatılarından uçup gidiyor ve tüm dünyaları olan mahallelerin enkazı üzerindeki tozda dönüp duruyor, Başka mahallelerde yaşayan ve anneleri yaptıkları kötülükleri alkışlayan katil manyaklar tarafından kısa kesiliyor ve sadece genç çocuk katillerinin, alınıp satılan ABD Kongresi ve Siyonist G$d (Yazar, Tanrı anlamına gelen ''God'' kelimesini dolar sembolü ile yazarak kelime oyunu yapıyor, çev.)  tarafından garanti edilen, “topraksız halk için halksız bir toprak” olarak hayal ettikleri topraklara sağ salim dönmelerini diliyorlar.

UNICEF Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölge Direktörü Adele Khodr'a göre: “Gazze'den, devam eden gıda ve beslenme malzemesi eksikliği ve sağlık hizmetlerinin tahrip edilmesi nedeniyle ailelerinin gözleri önünde ölen çocukların korkunç görüntüleri gelmeye devam ediyor.” 

Tarih boyunca mazlumlar, hakikati dile getirince kuvvet kazanmaya, yeniden güçlenmeye başlamışlardır. Umutsuzluğa kapılmaktan vazgeçerler. Kendilerine acımaktan vazgeçerler.

Yoksul bir ilçe hastanesinde, klimasız, berbat bir yaz sıcağında yanımdaki çocuklar aklıma geliyor. Acı ve korkuya rağmen arkadaş olmaya çalıştığımızı, yanımızda duran ölüme karşı mücadele ettiğimizi hatırlıyorum. 

Dünyalarımızın enkazından yükselen masum hayatların kıvılcımlarına şahit oluyoruz. Gerçeği söylemeye başladığımızda, kendimizi ideolojinin korkunç gölgesinden kurtarıyoruz; sonra hayatlarımız her hayatın sahip olduğu sınırlı anlamı kazanmaya başlıyor. Siyonist G$d sadece siyasi kampanya bağışları için bir kaynaktır ve daha fazla masum çocuk ona kurban edilmemelidir. 

Bazen doğruyu söylemek Hayır demekle başlar. Ülkemizin önemli ölçüde soykırım üzerine kurulmuş olması, bunu sonsuza kadar tekrarlamamız gerektiği anlamına gelmez. Bu bizim tarihimiz olsa da, 1851 yılında Kaliforniya'nın ilk valisi Peter Burnett'in şu ifadesine katılmamalıyız: “Kızılderili ırkının soyu tükenene kadar ırklar arasında bir imha savaşı devam edecektir. Bu sonucu acı bir üzüntüden başka bir şeyle tahmin edemesek de, ırkın kaçınılmaz kaderi, insanoğlunun önleme gücünün ya da bilgeliğinin ötesindedir.” 

Ne de 3 Aralık 1833 tarihli beşinci yıllık mesajında şunları söyleyen Başkan Andrew Jackson'a katılmalıyız: “Durumlarında herhangi bir olumlu değişiklik için gerekli olan ne zekâya, ne sanayiye, ne ahlaki alışkanlıklara ne de gelişme arzusuna sahipler. Başka ve üstün bir ırkın ortasına yerleşmişler ve aşağılıklarının nedenlerini takdir etmeden ya da onları kontrol etmeye çalışmadan, zorunlu olarak koşulların gücüne boyun eğmek ve uzun süre sonra yok olmak zorundadırlar.” 

ABD'nin bu uzun geleneğinin gücünü reddediyorum. Şu anda dış politikamıza hakim olan ve dünyayı her geçen gün topyekün yıkıma yaklaştıran nükleer silahlı, “istisnai” narsist neo-Hint Katillerine tamamen karşıyım. Bu toplumda bizi kalplerimizden ve birbirimizden ayıran çeşitli hastalıklı ideolojilerin altında birçoğumuzun Filistin halkı için bir şeyler hissettiğini biliyorum. Gazze'nin enkazında açlıktan ölmekte olan Filistinli yetimler adına, “topraksız bir halk için halksız bir toprak” şeklindeki aşırı ırkçı sloganla başlayarak bu ideolojilere karşı çıkmaya devam edeceğim. 

Çeviri: YDH