Direniş 2.0: İran İsrail'i yok etmek için oyununu yükseltiyor

img
Direniş 2.0: İran İsrail'i yok etmek için oyununu yükseltiyor YDH

"ABD'nin dünya ve özellikle de Orta Doğu üzerindeki nüfuzunun azalması karşısında İran ve vekilleri artık 'kaybetmeyerek kazanmakla' yetinmiyor, bunun yerine İsrail'e ciddi stratejik zararlar vermeye çalışıyor."




YDH - Tel Aviv Üniversitesi Moshe Dayan Merkezi'nde Filistin Çalışmaları Forumu'nun direktörü Dr. Michael Milshtein, Yedioth Ahronoth gazetesinin internet portalında yer bulan makalesinde, Direniş Ekseni'nin yeni jeopolitik gerçeklikler karşısında 'el yükselttiğini' ifade ediyor.

İsrail tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkla mücadele ediyor. Batılı ve İsrailli analistler, Siyonist rejimin tüm gücüne rağmen küçük bir direniş grubu karşısında ezici bir yenilgiye uğradığını ve en ufak bir hedefine bile ulaşamadığını anlıyor.

Bazıları mevcut savaşın tüm dünyayı değiştireceğini söylüyor: Londra sokaklarında, Paris meydanlarında ve Amerikan üniversitelerinde insanlar Filistin halkının lehine ve İsrail'in aleyhine sloganlar atıyor.

"Bu saldırı, mümkün olan en iyi zamanda -normalleşme hayata geçirilmeden ve İsrail-Amerika'nın Ortadoğu'ya hakim olma planı gerçekleşmeden önce- gerçekleşen İlahi bir mucizedir". İran lideri Ali Hamanei'nin yaklaşık iki ay önce yaptığı bu konuşma, savaşın başlamasından bu yana İslami rejim içinde giderek artan, İran hükümetinin tarihin doğru tarafında yer aldığı ve İsrail'in yok edilmesi vizyonunu gerçekleştirmeye yaklaştığı düşüncesini yansıtıyor.

İran'ın İsrail'in etrafına yerleştirdiği 'ateş çemberi' devam etmekte olan savaşta önemli bir meydan okuma. Yarım yüzyıl boyunca özenle inşa edilen bu araç şimdi kullanılıyor.

İran, Şii grupların siyasi kaos yaşadığı her yerde etkisini gösterdi. İlk ve en önemli girişimi 1982'de Hizbullah'ın kurulması oldu ve yıllar geçtikçe benzer modeller Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin ardından Irak'ta, 2011'den bu yana korkunç bir iç savaşın yaşandığı Suriye'de ve 1990'ların başından bu yana iç karışıklıklarla boğuşan Yemen'de kuruldu.

İran'ın stratejik haritadaki yıldızların kendi lehine sıralandığı düşüncesi, ABD'nin genel olarak dünya, özel olarak da Orta Doğu üzerindeki nüfuzunun azalması nedeniyle son yıllarda daha da güçlendi.

On yıllardır küresel polis konumunda olan Washington, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi ve Afganistan'dan çekilmesinden dolayı yaşadığı utançta görüldüğü üzere, artık giderek artan bir meydan okumayla karşı karşıya.

Mevcut Amerikan yönetimi ayrıca İran'a karşı daha yumuşak bir yaklaşımı teşvik ederek, Suudi Arabistan başta olmak üzere pek çok Arap ülkesinin Kuzey Amerika'da stratejik bir destek kaynağına sahip olmadıkları ve 'Tahran'daki şeytan' ile uzlaşmayı teşvik etmelerinin daha iyi olacağı sonucuna varmalarına yol açtı.

'Ateş çemberinin' İran açısından bir dizi amacı var: Orta Doğu'da stratejik nüfuz kurmak; İsrail'le Tahran'ı ön plana çıkarmadan mücadele etmek ve böylece askeri ve siyasi zararı azaltmak; Ensarullah'ın savaştığı Körfez ülkeleri ya da Irak'taki Sünni ve Kürt azınlıklar gibi diğer bölgesel düşmanlara zarar vermek.

İran'ın bu ülkeler üzerindeki hakimiyeti, başta gelişmiş silahların tedariki, eğitim ve komuta ekipleri olmak üzere askeri desteğin yanı sıra eğitim, kültür ve din gibi alanlarda devrimi 'ihraç eden' projelerle sivil çabaların bir kombinasyonu kullanılarak inşa edildi.

'Ateş çemberi', İran'ın on yıllardır peşinde olduğu bir hedef olan Direniş Ekseni'nin (Mihver el-Mukaveme) pratikteki tezahürüdür.

Bu ideale göre, gayretli bir dini ideolojiyi savunan ve İsrail'in askeri, teknoloji ve istihbarat gibi alanlardaki üstünlüğüne karşı koymaya çalışan devlet dışı örgütlerden oluşan bölgesel bir koalisyon kurulacaktır.

Bu hedefe asimetrik savaş (gerilla, roketler) kullanılarak ulaşılacak, sabır ve sebat (Sabr ve-Summud) ile birlikte çevreleme sergilenerek İsrail'in galip gelmesi engellenecektir.

İran her zaman bu örgütlere, özellikle de Hizbullah ve Hamas'a destek sağladı. Fakat 7 Ekim'den bu yana onları başarılı bir şekilde birleştirerek ortak bir vizyonu takip eden ve daha önce hiç olmadığı kadar yakın koordinasyon içinde olan bir kamp oluşturdu.

Buna 'Direniş Mücadelesi 2.0' da denebilir; görünüşte eski bir tehdit daha önce görülmemiş bir boyutta. Böylece gerilla örgütleri, 7 Ekim saldırısında ve Hizbullah'ın eylemlerinde görüldüğü gibi, konvansiyonel orduların kabiliyetlerine sahip oldular.

Bu kampın üyeleri artık 'kaybetmeyerek kazanmakla' yetinmiyor, bunun yerine, diğerlerinin yanı sıra İran'ın hassas gelişmiş silahlarını kullanarak İsrail'e ciddi stratejik zararlar vermeyi amaçlıyor.

Dahası, son on yıllarda bu örgütler, görüşlerini şekillendirdikten sonra egemen, bölgeleri ve toplumları yönetir hale geldi. Dolayısıyla bu yerli halkların çoğu, Gazze'de çarpıcı bir şekilde görüldüğü üzere, bu örgütlerle özdeşleşerek onlar adına hareket ediyor.

Sünni Hamas, çoğunluğu Şii olan bir kampta bir nevi 'yabancı' konumunda. İran'dan kapsamlı askeri ve mali yardım almasına rağmen, Tahran ya da Hizbullah ile tam olarak koordine edilmediği anlaşılan 7 Ekim saldırısında da görüldüğü gibi kendi bağımsızlığını koruyor.

Hizbullah çatışmaya ertesi gün katıldı ve Filistinlilerin harekâta 'tam güçle' girme beklentilerini karşılamadı.

Kökleri Sünni Filistinliler ile Şii İranlılar arasındaki etnik ve dini farklılıklara dayanan derin düşmanlık, bu işbirliğinin arka planında sürekli olarak yer alıyor.

Geçtiğimiz aylarda üst düzey İranlı yetkililerin 7 Ekim saldırısının Süleymani'nin öldürülmesinin intikamı ya da normalleşmeye karşı bir araç olduğunu iddia etmelerinin ardından Tahran'ın 'kendi çıkarları için Filistin halkının kanını feda ettiği' suçlamalarına yol açtı.

Lübnanlı analist Kasım Kasir, Hamas ve İran'ın yakın olmalarına rağmen savaş sırasında aralarındaki uçurumların göze çarptığını ifade etti. Analist, Direniş Ekseni'nin savaş algısının merkezinde cepheleri birleştirme fikrinin yer aldığını, ancak Hamas'ın 7 Ekim saldırısını Hizbullah ve İran ile tam olarak koordine etmeden gerçekleştirme kararının bu algıyı hayata geçirme kabiliyetinde  delik açtığını savundu.

Kasir'e göre, bu savaş sona erdiğinde, İsrail'e karşı mevcut harekatın son olmaması ve bir sonrakinin daha başarılı olmasını sağlamak için Eksen mensupları arasındaki bu koordinasyon eksikliğinin arkasındaki nedenlerin araştırılması gerekecek.

Filistinliler ile Tahran arasındaki gerilim Yahya Sinvar'ın İsmail Heniye'nin halefi olarak atanmasında da kendini gösterdi. Sinvar atanmadan önce, Heniye'den önce siyasi büro başkanı olan ve 21 yıldır bu görevi yürüten Halid Meşal'in bu göreve geri döneceği öne sürülmüştü.

Fakat Meşal'in İran ile ilişkileri, Suriye savaşı patlak verdiğinde Tahran'ın müttefiki Esad'ı eleştirmesi ve Şam'dan Katar'a taşınmayı tercih etmesinden bu yana sallantıda.

Dolayısıyla Sinvar, İran'ın Meşal'in yeniden atanmasını engellemek ve yerine İslam Cumhuriyetine daha yakın bir Hamas temsilcisini başa getirmek için uyguladığı ağır baskıya boyun eğerek seçilmiş olabilir.

Her ne kadar mevcut kampanyayı İran başlatmamış olsa da, başından beri bunu geliştirilmesi gereken stratejik bir fırsat olarak gördü.

Bu nedenle, İslam Cumhuriyeti rejimi tarafından belirsiz bir zamanda ulaşılacak uzun menzilli bir hedef olarak algılanan İsrail'in yok edilmesi vizyonunun, öngörülebilir vadede uygulamaya konulacak bir politika haline geldiğini ve önümüzdeki yıllarda harekete geçilmesi gereken organize bir eylem planı gerektirdiğini gösteren haberler artıyor.

7 Ekim modeli, İsrail'in eskatolojiyi [ahiret inancı] ya da zamanın sonu vizyonunu her ne pahasına olursa olsun şimdi ve burada ulaşılması gereken bir hedef olarak gören Batılı olmayan ideolojik tarafları derinlemesine yanlış anladığını fark etmesini gerektiriyor.

Hamas bu yaklaşımı 10 ay önce ortaya koyarken, kendisinden çok daha güçlü olan İran bu konuda bir saplantı geliştiriyor ve sürekli olarak silah düzeyinde nükleer kapasiteye doğru ilerliyor.

Mevcut durumda İsrail, İran'ın en önemli varoluşsal tehdidi oluşturduğunu ve savunma teşkilatı kaynaklarını Gazze ve Lübnan'da kazanılması mümkün olmayan yıpratma savaşlarında tüketirken ve Tahran'a karşı bölgesel ve uluslararası bir koalisyonun üyeleri olabilecek taraflarla -özellikle de ABD ile- ilişkiler sürtüşmelerle doluyken bu tehdidin doğru bir şekilde ele alınamayacağını kabul etmeli.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel