İsrail ve Lübnan'ın ikilemi

img
İsrail ve Lübnan'ın ikilemi YDH

"Düşman açısından daha da acı olan şey, bu savaşın dar kapsamına rağmen, İsrail'in 'dünya Yahudileri için güvenli bir sığınak' olarak kuruluş fikri gibi en önemli mücevherini vurmuş olması."




YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı İbrahim el-Emin, Hizbullah ile yıpratma savaşının birinci yıl dönümü yaklaşırken Siyonist rejimin kafasının karıştığına ve ABD'nin, Gazze'deki savaşın durdurulmasının kaçınılmaz olarak kuzeydeki yıpratma savaşının da durdurulmasıyla sonuçlanacağı fikrine dayanan 'geçici bir çözüm' fikrine teorik olarak da olsa daha yakın olduğunu ifade ediyor.

Tüm savaş tehditleri bir gözdağı biçimi olarak değerlendirilemez. Düşmanın liderleri arasındaki düşünce yapısını yansıtan siyasi mesajlar taşırlar. Fakat tehdit ve arzu başka, kabiliyet ve olasılık başka şeylerdir.

Lübnan cephesindeki yıpratma savaşının birinci yıl dönümü yaklaşırken düşmanın kafasının karıştığı ve hangi çarenin kendisine yardımcı olacağını bilemediği Lübnan'da durum budur.

İşgal ordusunun 'Kuzey Komutanlığı' bölgesinde neler yaptığına dair, eyleme hazırlığın göstergeleri olarak okunabilecek bilgiler içeren pek çok askeri ve güvenlik raporu var.

İşgal ordusunun Lübnan'ın karşısındaki askeri yığınağın niteliği alışılagelenden farklı hale geldi ve bu da çatışmanın niteliğinin düşmanı daha önce görülmemiş bir mekanizmaya göre hareket etmeye zorlamasının ardından, İsrailli komutanları, kuzeyde büyük bir görevi yerine getirmek için hızlı bir geçiş için hazırlık yapma ihtiyacı konusunda kuvvetlerini uyarmaya sevk ediyor.

En önemli soru, İsrail'in Lübnan'la gireceği geniş çaplı bir savaştan elde etmek istediği hedefle alakalı.

Evimizde (Lübnan'da ve bölge ülkelerinde) direnişin Lübnan'da yaptıklarını önemsizleştirmekle meşgul olan adi insanlar olduğu doğru; fakat İsrail'in bizzat kendisi, ABD ve İngiltere, Lübnan cephesi adı verilen gerçek bir ikilemin varlığını kabul ediyor.

Geçtiğimiz ekim ayının 8'inden bu yana bu cephedeki askeri, güvenlik, demografik ve ekonomik durumdaki değişikliklerin büyüklüğünü görmeyen herkes ya cahil ya da saftır.

7 Ekim'den sonra yaşananların, düşmanın uzun bir savaşa dayanma ya da daha yüksek düzeyde insan ve maddi kayıplara katlanma kabiliyeti de dahil olmak üzere davranışlarının doğasına ilişkin pek çok algıyı altüst ettiği doğru.

Ancak biraz inceleme, resmin düşmanların tasvir ettiği gibi olmadığını gösteriyor. Filistin'de yaşananlar Aksa Tufanına karşılık bir hesaplaşmadan ziyade, işgal ve sömürünün gündeme hâkim olduğu 1990'lar öncesine dönmek isteyen Siyonist zihniyetin bir tercümesidir ki işgal güçlerinin Gazze ve Batı Şeria'da yaptığı da tam olarak budur.

Ancak modern tarihin en korkunç suçlarını işleyen İsrail, bu savaşın maliyetini hassas teraziyle hesaplıyor. Filistin'deki direniş ister asker ister yerleşimci olsun, düşmana kayda değer insan kayıpları verdirecek ateş gücüne sahip olsaydı, işgal ordusu böyle davranmazdı.

Bu nedenle, düşmanın çılgınlığında bu kadar ileri gitmesine izin veren şeyin sadece bölgesel veya uluslararası siyasi kapsamın varlığı değil, aynı zamanda İsrail'in her şeyden önce Filistin'de savaştığı insanların kendisine davranışını değiştirmeye zorlayacak insani ve maddi kayıplar veremeyeceğini düşünmesi olduğunu da kabul etmek gerekir.

Düşmanın Batı Şeria'da acımasız operasyonlar yürütme konusundaki aceleciliği bile direnişin Batı Şeria'da ve entite içinde gerilla eylemleri yürütebileceğinden ve bunun da beklenmedik miktarda kayıpla sonuçlanacağından korkmasından kaynaklanıyor.

Bu nedenle savaşın uzunluğu, dayanıklılığı ve hareket tarzıyla ilgili tahminler tüm cephelere genellenemez. Gazze ve Batı Şeria'ya karşı en üst düzeyde huzursuzluk ve çılgınlık uygulayan düşman, kuzey cephesinde ciddi kontrollere bağlı kalıyor.

Lübnan'da 11 ay önce işlediği tüm suçlar, ne kadar korkunç ve vahşi olursa olsun, Gazze'de her gün işlediği katliamlardan birine eşdeğer değil.

Bu 'disiplinin' siyasi hesaplarla ya da ordusunun ateş gücüyle bir ilgisi yok, daha ziyade Lübnan'daki direnişin kendi iç cephesine büyük zarar verebileceğinin farkına vardı.

İsrail, zaman geçtikçe huzursuzlaştı ve bu cepheyi artık bir oyalama ya da destek cephesi olarak değil, gerçekleri Hizbullah tarafından kontrol edilen kurallara göre gerçekleşen başlı başına bir cephe haline geldiği için bir zarar cephesi olarak ele alıyor.

Düşman, kâr ve zarar tablolarını incelediğinde, Lübnan'daki direnişe ve yakın halkına verdirdiği kayıpların büyük olduğunu, ancak direnişin bunlara katlanabileceğini ve tam ölçekli bir savaş olsaydı, bunların günlük bir karşı fatura şeklinde olabileceğini çok iyi biliyor.

Fakat kayıplarını irdelediğinde, Gazze Şeridi büyüklüğündeki bir sivil şeridi on binlerce yerleşimciden tahliye etmeye zorlandığı (evet, zorlandığı) ve Gazze Şeridi'nden daha büyük ikinci bir şeritte on binlercesinin tahliyesini ve geri dönüşünü yönetmek zorunda kaldığı fikri üzerinde duruyor.

Bunun insanların bir süreliğine başka yerlere taşınması meselesi olmadığını, çok sayıda yerleşimci için yaşam kavramının tersine çevrilmesi, Siyonistlerin 200 milyar dolardan fazla yatırım yaptığı bir ekonomik çarka çomak sokulması ve milli hasıla için kaldıraç oluşturan sektörlerde üretimin durması anlamına geldiğini fark etti...

Daha ciddi bir mesele de ordusunun konuşlanma ve mevzilenme mekanizmalarında, eğitim ve seferberlik merkezlerinde, mevzilenme ve izleme noktalarında, askeri ve casusluk teknik çalışma merkezlerinde, merkezi komuta ve ara komuta yerlerinde ve hatta daha önce her yerleşimde örgütlediği acil yardım ekiplerinde, üyeleri yerleşimlerinde hırsızlar gibi yaşayıp asker kılığında kendilerine gelen hırsızlarla yüzleşene kadar daha önce hayal bile edemediği değişiklikler yapma ihtiyacıyla alakalı.

Düşman açısından daha da acı olan şey, bu savaşın dar kapsamına rağmen, İsrail'i 'dünya Yahudileri için güvenli bir sığınak' olarak tanımlayan kuruluş fikri gibi en önemli mücevherini vurmuş olması.

İsrail devleti, ordusu ve kurumları yerleşim yerlerini korumakta başarısız olunca, akıllara temel bir soru geliyor: Lübnan'ı ne yapacağız?

Bu da bizi İsrail'in Lübnan'a karşı yürüteceği herhangi bir savaştaki hedefiyle ilgili olan ilk soruya geri götürüyor.

Gerçek şu ki düşmanın önünde iki seçenek var: Ya Lübnan'daki direnişi geri çekilmeye ve teslim olmaya zorlayacak ve 'güvenli bölgeyi' yeniden tesis edecek koşullarını dayatacak ya da yenilgiyi kabul edip 'arı kovanına çomak sokmak' için bir formül arayacak.

Fakat düşmanın Filistin'de yaptıkları ve siyasi, askeri ve güvenlik liderlerini kontrol eden batıl eğilimler göz önüne alındığında, savaş meydanında durma ihtimali ile hareket ediyor. Ancak önündeki sorular büyük ve sert: Hangi savaş, hangi silahlarla, hangi taktiklere göre, hangi desteğe dayanarak ve hedefe ulaşmak için ne pahasına?

Amerikalıların bugün düşmanla yaptığı şey, onu bu savaş için zamanın doğru olmadığına ikna etmeye çalışmaktır.

Washington, düşmanın amacına ikna olmuş durumda ve bunu başarması için gereken meşruiyeti, örtüyü ve desteği veriyor. Ancak İsrail'in bu hedefe şu anda ulaşabileceğine inanmıyor.

Sonuç olarak ABD, Gazze'deki savaşın durdurulmasının kaçınılmaz olarak kuzeydeki yıpratma savaşının da durdurulmasıyla sonuçlanacağı fikrine dayanan 'geçici bir çözüm' fikrine teorik olarak da olsa daha yakın görünüyor...

Bundan sonra herkes büyük savaşa hazırlanmalı... Peki İsrail bu tavsiyeyi kabul edecek mi?

Çeviri: YDH