Kiminle savaştığımızın farkında mıyız?

img
Kiminle savaştığımızın farkında mıyız? YDH

"Bu çılgınlığa karşı direnişten başka bir seçenek var mı? En üst düzeyde sabır ve kararlılıkla, bölgenin dört bir yanındaki direnişçilerin 'direniş kabusunu' canlı tutma ve düşmanların korkulu rüyası olmaya devam etme irade ve kabiliyetine sahip olduklarına dair tam bir güvenle hareket etmek gerekiyor. "




YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, son köşe yazısında Netanyahu'nun siyasi vizyonunu şekillendiren aile geçmişi, ideolojik temelleri ve güncel hedeflerini ele alıyor. El-Emin, İsrail Başbakanı'nın, Büyük İsrail'in kurucu kahramanı olarak tarihte yer alma arzusuyla hareket ettiği ve bölgedeki mutlak liderlik konumunu pekiştirmeye çalıştığına dikkat çekiyor.

Benyamin Netanyahu şekle son derece önem veren bir siyasetçi. Bu, onun saf olduğu anlamına gelmiyor elbette. Otuz yıl boyunca siyaset sahnesinde kalmayı başarmış deneyimli bir aktör. Siyasi kariyerinin bu aşamasında bambaşka hedeflere odaklanıyor ve kendisini Yahudilerin kolektif hafızasına Büyük İsrail'in kurucu kahramanı olarak kazımak istiyor.

Efsanelerle dolu bir evde zorlu yıllar geçiren Netanyahu, siyasete atıldıktan sonra, Aşkenaz Yahudilerinin tarihi üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen olan babası Bentsion Netanyahu'ya daha da yakınlaştı.

Zamanla, babasının "Revizyonist Siyonizm"in kurucusu Zeev Jabotinski hakkındaki anlatılarını tekrarlamaya başladı. İsrail'in "asi çocuğu", dini ve davranışsal hoşgörüsüzlüğün hâkim olduğu boğucu bir ortamda yetişti.

Babası, radikal görüşleri ve Araplara ve Müslümanlara karşı açık düşmanlığı nedeniyle toplumdan soyutlanmıştı. Hatta dünya Yahudilerini zorla İsrail'e göç ettirme politikasına karşı çıkan Yahudilerin öldürülmesi olaylarına karıştığı da biliniyordu.

Bibi ise ev ortamının dışında farklı bir karakter sergilemeye çalıştı ve ABD'de geçirdiği yıllardan kayda değer kazanımlar elde etti. Babasından ve fikir babasından devraldığı en önemli miras, David Ben-Gurion'un bölünme kararını kabul edip, Yahudilerin vadedilmiş toprakların kalbi olarak gördükleri Yahudiye ve Samiriye'den (Batı Şeria) vazgeçerek Filistin topraklarının bir kısmıyla yetinmesinin, saf Yahudi idealine ihanet olduğu düşüncesiydi.

Netanyahu yaşlandıkça, inançsal öğeleri diğerleri gibi ritüeller üzerinden değil, doktriner kavramlar şeklinde daha belirgin biçimde ortaya koyuyor. Aşırı dincilerin tutumundan hoşlanmasa da onları kendi hedeflerine hizmet eden piyonlar olarak görüyor. Şu anda tek düşüncesi yeni İsrail'in kurucusu olarak tarihe geçmek!

İşte şu anda mücadele ettiğimiz insan bu!

Netanyahu'nun yaklaşık bir yıldır izlediği yol, İsrail'in siyasi, güvenlik ve ekonomi mutfağındaki kilit karar alıcılardan oluşan bir ekibin desteğiyle, Amerikan ve Batılı karar merkezlerinin mutlak onayıyla hazırladığı bir programa dayanıyor.

Bu program, İsrail'in bölgedeki tartışmasız liderlik konumunu pekiştirmesi için bulunmaz bir fırsat sunuyor. Bu öyle bir konum ki, kimsenin iznine ihtiyaç duymadan, sadece Filistin ya da Lübnan halklarından değil, Kudüs, Filistin ve bölgeyle ilgili söz söyleme hakkı olduğunu düşünen herkesten zorla alınıyor.

Bu, 1990'ların başında Amerika'nın İsrail'e, Filistinlilerle anlaşma yapması durumunda vaat ettiği bir konumdu. Netanyahu'nun kendisi, ekibi İsrailli lider İzak Rabin'i öldürmeden ve yandaşları Filistinli lider Yaser Arafat'ı ortadan kaldırmaya girişmeden önce bunu bir teslimiyet olarak değerlendiriyordu.

Lübnan, Filistin ve Körfez'deki teslimiyetçi kesimden bazı siyasetçiler, günümüzdeki gelişmeleri oldukça basit bir şekilde yorumluyor: Güya İsrail, İran'ın Filistin, Lübnan, Yemen ve Irak'taki müttefikleri dengeleri altüst edene kadar, Araplar ve Müslümanlarla kapsamlı bir barış sürecine istekli bir şekilde yöneliyordu.

Bu çevreler, İsrail'in mevcut eylemlerini meşrulaştırmaya çalışıyor. Siyasetçileri, basını, entelektüelleri ve akademisyenleriyle organize bir yapı oluşturan bu kesim, artık İsrail'in tüm muhalif eksenlere karşı mutlak zaferini hedefleyen siyasi projenin bir parçası olduklarını gizleme gereği bile duymuyor.

Öncelikle bizim, ardından da diğerlerinin açıkça anlaması gereken şu: Bu savaşın asıl amacı, Gazze'deki esirleri kurtarmak, kuzeydeki yerleşimcileri evlerine döndürmek ya da direniş gruplarının kapasitesini zayıflatmak gibi yerel hedeflerle kesinlikle sınırlı değil.

Tek ve net hedef, İsrail'in, Amerika, İngiltere ve Avrupa öncülüğündeki sömürgeci Batı'nın ve Arap normalleşme bloğunun kendisine biçtiği rolü üstlenmesini sağlamak. Bu rol, tüm ülkeleri, güçleri, örgütleri ve imkanlarıyla "Direniş Ekseni" kabusuyla hesaplaşmak... Ya da en azından kamuoyunu buna inandırmak.

Bu görev, ancak "ötekini" -herhangi bir ötekini- yok etme doktrinine sahip olanların üstesinden gelebileceği türden. Bugün bu doktrini çılgın Benyamin Netanyahu temsil ediyor. Fakat yalnız değil; toplumun tüm sosyal, kültürel ve ekonomik katmanlarından seçkinler, bu açık suçu alkışlayarak ona destek veriyor.

Bu çılgınlığa karşı direnişten başka bir seçenek var mı? En üst düzeyde sabır ve kararlılıkla, bölgenin dört bir yanındaki direnişçilerin "direniş kabusunu" canlı tutma ve düşmanların korkulu rüyası olmaya devam etme irade ve kabiliyetine sahip olduklarına dair tam bir güvenle hareket etmek gerekiyor.

Lübnan'ın 1982 yazında tanık olduğu gibi bir şölene hazırlanmak için şimdiden kolları sıvayanlara gelince, onlar tarihten ders almayı reddeden çılgınlardan başka bir şey değil.

Çeviri: YDH