"Hizbullah'ın o dönemde reddettiği öneri, Amerikalı temsilci tarafından tekrar Beyrut’a getirilmiş durumda."
YDH - ABD Başkanı Joe Biden'ın temsilcisi Amos Hochstein’in Lübnan'a yaptığı son ziyaret, 1701 sayılı BM kararı ile 1559 sayılı karar arasındaki ilişkiye dikkat çekti. 1701 sayılı karar, 2006 yılındaki savaşı sona erdiren ve sınırda "istikrarı sağlamayı amaçlayan" bir karar olarak ön plana çıkarken, 1559 sayılı karar iki yıl önce kabul edilmiş, ancak o dönem Lübnan’da uygulanmamıştı. Hochstein’in ziyaretinde bu iki kararın birlikte anılması, Siyonist rejimin artık 1701 sayılı kararın sunduğu çerçeveden memnun olmadığını ve "Hizbullah’ın tamamen yok edilmesini" öngören 1559 sayılı karara daha fazla önem verdiğini ortaya koydu. Lübnan’da direniş karşıtı kesimler de bu kararı yeniden gündeme getirdi. 1701 sayılı karar rejim, Lübnan ve BM’yi içeren bir çözüm planı sunarken, 1559 sayılı karar yalnızca Lübnan hükümetini ilgilendiriyor ve İsrail’in doğrudan bir rolü bulunmuyor. El-Ahbar yazarı Nikola Nassif, Siyonist rejimin 1559 sayılı kararı Hizbullah’ı ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak gördüğüne işaret ediyor.
ABD’nin özel temsilcisi Amos Hochstein’in Beyrut’a yaptığı ziyaretin, anlaşılmaz görünen zamanlaması, kesinlikle askeri gelişmelerin Güney’den, Dahiye'ye ve Bekaa’ya kadar olan bölgelerdeki yeni durumlara diplomatik olmayan bir siyasi tercümesinden başka bir şey değil.
Bu ziyaret, ABD başkanlık seçimlerinde sandıkların açılmasına sadece iki hafta kala gerçekleşiyor, fakat ne Demokrat Parti ne de Cumhuriyetçi Parti’nin kazanacağı kesin.
Dahası, Hochstein’in görevinde kalıp kalmayacağı da belli değil ve mevcut savaşın son aşamalarına bu kadar hızlı ulaşılacağına dair bir beklenti de yoktu.
Lübnanlı yetkililer, Hochstein’in aceleci yaklaşımını pek çok dosyada tecrübe etti: Deniz sınırlarının çizilmesiyle başlayan süreç, kara sınırlarına sıçradı, ardından Gazze cephesi ile Güney Lübnan cephesini ayırma çabalarına döndü ve son aylarda Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı boşluğu meselesine kadar uzandı.
Önceki ziyaretlerinde Hochstein, ateşkes sonrasına ertelenmiş bir çözüm taslağı üzerinde ısrar etti; bu taslakta Hizbullah’ın 1701 sayılı BM kararını uygulamaya onay vermesini istiyordu.
Lübnanlı muhatapları -dolaylı olarak Hizbullah aracılığıyla da- ona, sadece Gazze’de ateşkesin sağlanmasının Güney Lübnan cephesinin Gazze cephesinden ayrılması için yeterli olacağını söylüyordu.
Yine de Hochstein, ateşkes anı geldiğinde hazır olmak adına yazılı bir taslak talep etti ve bunu kara sınırlarının belirlenmesi ile İsrail ile olan ihtilaflı hususların çözülmesini tartışmaya hazır olmasıyla ilişkilendirdi.
Ancak Şebaa Çiftlikleri’nin akıbetine ilişkin tartışmalarda kapıyı tamamen kapattı. O dönemde Hizbullah, en yoğun cephe hareketliliği sırasında, ateşkesten önce herhangi bir ön taahhütte bulunmayı reddetti.
Hizbullah, askeri duruma göre tavır alacağını belirterek, Güney’de 1701 sayılı karara geri dönmenin kaçınılmaz olacağını vurguladı.
Parti’nin o dönemde reddettiği öneri, Amerikalı temsilci tarafından tekrar Beyrut’a getirilmiş durumda.
Dün yapılan ziyaret, İsrail ile Hizbullah arasındaki savaşın 23 Eylül’de patlak vermesinden bu yana gerçekleştirilen ilk ziyaretti.
Hochstein, önceki ziyaretlerinden farklı olarak, 23 Eylül’den itibaren Hizbullah liderlerinin suikastı, ardından genel sekreterlerinin öldürülmesi, Güney Lübnan, Bekaa ve Dahiye'nin eş zamanlı olarak İsrail’in kara saldırısıyla birlikte harap edilmesi gibi gelişmelerin yankısında tekliflerden bahsetti.
Hochstein, İsrail’in sahadaki yeni gerçeklikleri dayatmasıyla daha da aceleci bir tutum takınmış durumda.
İsrail’in yeni dayattığı bu gerçeklikler, yakın zamanda ateşkes olmayacağı ve 1701 sayılı kararın artık geçerli olmadığı yönünde.
İsrail, Hizbullah’ı yok etmeyi hedeflediğini açıkça ilan etti ve kuzeydeki yerleşimcileri geri döndürme mecburiyetinin aciliyetini ifade etti. Hochstein, bu tehditlerin hiçbirini doğrudan dile getirmedi; fakat aynı sonuçlara ulaşabilecek gelişmelerden bahsetti.
Lübnanlı yetkililer, Hochstein’ın 1701 sayılı BM kararının etkinliğini sorguladığını ve 2006-2023 yılları arasında uygulanmasının başarısız olduğunu, Aksa Tufanı'nın bu kararı devre dışı bıraktığını işitti.
Bu açıklamaları, Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüştükten sonra yaptı ve “1701 sayılı karara yeniden güven tesis edilmesini ve uygulanmasını sağlayacak mekanizmalara” ihtiyaç olduğunu belirtti.
Bu sözlerden en az iki şey anlaşıldı: Birincisi, yürürlükte olan BM Güvenlik Konseyi kararının artık İsrail-Lübnan sınırlarında istikrar ve güvenliği sağlayamadığı gibi, Mavi Hat’ın her iki tarafında yaşayanlar için de yeterli güvenliği sağlayamadığıydı.
İkincisi ise, 1701 sayılı kararın uygulanması için yeni mekanizmalar üzerinde önceden varılacak anlaşmaların, daha sonra kapsamlı bir ateşkes için yardımcı bir unsur olabileceğiydi.
ABD’li temsilcinin dile getirdiği iki örtük şart, görevinin özünde şu önemli sonuçlara işaret ediyor:
1) BM Güvenlik Konseyi’nin 2006 yılında aldığı kararın uygulanmasının, İsrail ile Hizbullah arasındaki güç dengesini yeniden sağlayacağına dair yanılsamadan kurtulmak gerekiyor.
33 gün süren savaşın ardından bu kararın maddelerine göre taraflar geri çekilmişti: İsrail, sınırlarının gerisine çekilirken, Hizbullah da silahlı varlığını Litani Nehri’nin güneyinden uzaklaştırdı.
Her iki taraf da kendini kazanan olarak ilan etti: İsrail, Hizbullah’ı sınırından uzaklaştırmış, Hizbullah ise İsrail güçlerini Lübnan topraklarından çıkararak aralarında bir tampon bölge yaratmıştı.
O dönemde, Hizbullah bu geri çekilmeyi taktiksel bir geri adım olarak gördü, yenilgi değil. Zira İran’a kadar uzanan açık stratejik derinliği sayesinde, askeri cephaneliğini ve altyapısını yeniden inşa etme imkânı bulmuştu.
İsrail ise son dönemde, Hizbullah’ı tamamen yok etmeyi amaçladığını ilan ettiğinde, bu yanılsamayı çökertmek için kapsamlı bir yıkıma girişti.
İsrail hâlâ Hizbullah’a ait ne varsa -şahıslar, kurumlar, örgütün niteliği ne olursa olsun- yok etmeye çalışıyor. Hedef sadece Hizbullah’ın askeri kanadı değil, aynı zamanda ideolojik yapısı, inanç sistemi de hedef alınmış durumda.
2) 1701 sayılı BM kararı hazırlanırken, bu kararın 3. maddesinde 1559 sayılı karara atıfta bulunulması, herhangi bir tartışmaya yol açmadı.
Bunun yanı sıra, Taif Anlaşması’yla da uyumluydu. O dönemde, BM Güvenlik Konseyi’nin birçok önceki kararı gibi, 1559 sayılı karara yapılan atıf, sadece bu kararların geçerliliğini hatırlatmak amacı taşıyordu.
Fakat 1701 sayılı karar, iki ülke arasındaki Mavi Hat üzerindeki istikrarın sağlanmasında esas alınacak yeni referans noktası olarak görülüyordu.
Bu karar, önce çatışmaların sona ermesini, ardından da kalıcı bir ateşkesin sağlanmasını hedefliyordu.
1559 sayılı karar ise, iki yıl önce kabul edilip uygulanmamış bir karar olarak, esasen siyasi bir pozisyonu hatırlatmak dışında pratik bir işlev taşımıyordu.
O dönemde, Temmuz 2006 savaşı sona erdiğinde Lübnan iç siyasetinde 8 Mart ve 14 Mart ittifakları arasında süregelen bir denge vardı ve bu karar, ciddi bir ilgi görmedi.
Fakat son dönemde 1559 sayılı karar, sanki 1701 sayılı karardan daha önemli hale gelmiş gibi yeniden gündeme getirildi.
İsrail, artık 1701 sayılı karara değil, 1559 sayılı karara odaklanıyor ve Hizbullah karşıtı Lübnanlı aktörler de bu kararı tekrar canlandırarak aynı tartışmayı yeniden alevlendirdi.
1701 sayılı karar, Lübnan, İsrail ve Birleşmiş Milletler’in Mavi Hat’taki istikrarı sağlamak için birlikte çalışmasını öngörürken, 1559 sayılı karar yalnızca Lübnan’ı ve merkezi hükümetini ilgilendiriyor ve İsrail ya da başka bir ülkenin bu kararı uygulamada bir rolü yok.
Bu kararın kabul edildiği dönemde, Suriye, karardan etkilenen taraflardan biriydi ve beş ay sonra, bu karara dayanarak, Lübnan’daki askeri varlığını tamamen geri çekmek zorunda kalmıştı.
Son dönemde 1559 sayılı karara yapılan bu yeni vurgu, İsrail’e 1701 sayılı kararın artık sağlayamayacağı bir şey -Hizbullah’tan tamamen kurtulma fırsatı- sunduğu şeklinde yorumlanabilir.
Çeviri: YDH