Amos Hochstein: Amerikan şapkası takan bir İsrailli

img
Amos Hochstein: Amerikan şapkası takan bir İsrailli YDH

"Sabahları İsrailli olarak uyanıyor, ardından Amerikalı bir arabulucu olduğunu hatırlıyor."




YDH - Amos Hochstein, İsrail'de doğup büyümüş, Amerikalı bir diplomat ve enerji uzmanı. İsrail ve Lübnan arasında enerji anlaşmalarında arabulucu olarak dikkat çeken Hochstein, kimliği ve kime sadık olduğu konularında son derece şaibeli. İsrail basını, onu "Amerikan şapkası takan bir İsrailli" olarak tanımlarken, ABD'de Biden yönetiminin güvendiği bir isim olarak görülüyor. Hochstein'in arabuluculuğunda önceliği ise genelde Siyonist rejimin güvenliği ve enerji politikalarındaki avantajlarını korumak oluyor. El-Ahbar gazetesi, Hochstein'ın geçmişine dair bilgilendirici bir portre sunuyor.

Lübnan ile İsrail arasındaki müzakerelerde bir yıldız gibi parladığından beri Amos Hochstein, kime sadık olduğu konusunda yalnızca Lübnanlıların değil, Amerikalılar ve İsraillilerin de aklında soru işaretleri uyandıran bir figür olarak dikkat çekti.

İsrail’de doğup büyüyen ve siyasi şuuru burada şekillenen bu adam, kendisini daha ilk günden itibaren bir “anlaşma insanı” olarak gösterdi.

Bu sıfat, onu Donald Trump’ın ekibine adeta "örnek bir karakter" gibi gösterirken, Demokrat Parti’ye yakınlığıyla ilgili soru işaretleri de doğurdu.

Oysa Amerika’daki Yahudilerin ezici çoğunluğunun Demokrat Parti’ye daha yakın durduğu bilinir. Bunun nedeni, Yahudilerin, ABD’deki çıkarlarını İsrail’in güvenliğine verilen öncelik kadar, hatta bazen onun da üzerinde görmeleridir.

Öyle ki, son seçimlerde İsrail’in liderleri, Trump’ın kazanması için gece gündüz dua ediyorlardı. Fakat, Joe Biden yönetimi tarihinin en Siyonist yönetimlerinden biri olmasına rağmen, bu durum İsrail Yahudileri için Amerikan yönetiminin İsrail'in önceliklerine bütünüyle bağlı olduğunu kanıtlamaya yetmedi.

Hochstein ise Arap dünyasında, hatta Lübnan’da dahi pek çok dostluk kurmuş bir isim. Ancak, İsrail kimliğini reddetme oyununa pek yanaşmıyor.

Bugün Amerikan vatandaşı olduğunu ve İsrail ile özel bir ilişkiye sahip olan ülkesine hizmet ettiğini açıkça dile getiriyor. Kendisine, “etki yaratma gücü” adına bir alan tanıdığında, karşısındaki kişilere genelde şunu hatırlatmayı ihmal etmiyor: “İsrail’i, liderlerini ve çıkarlarını en iyi ben bilirim.”

Beyrut’ta bir Lübnanlı müzakereci, alaycı bir ifadeyle, Hochstein’in İsrail Başbakanı’nın karşısına nasıl oturduğunu soruyor: “Acaba o anda Amerikan özel temsilcisi kimliğini kayıp mı ediyor, yoksa daha ziyade bir astın üstünün karşısında oturduğu bir pozisyona mı geçiyor?”

Hochstein’in yaşadığı bu ikilem, Araplarla olan savaş sahalarında İsrail hükümetleriyle müzakere eden pek çok Amerikalı Yahudi’nin yaşadığı bir soruna benziyor.

Fakat asıl mesele, bu şahsiyetlerin başlarına hangi şapkayı taktıkları değil, İsrail liderlerinin onları nasıl gördüğünde yatıyor. Tıpkı, 7 Ekim’den hemen sonra Antony Blinken’ın İsrail’e gittiğinde, Netanyahu’ya “Burada öncelikle bir Yahudi olarak bulunuyorum,” deme ihtiyacı hissetmesi gibi.

Netanyahu’nun Blinken’dan bunu duymaya ihtiyacı yoktu ama bu tür sözler genelde, Yahudilerin Amerikan kimliğini fazlaca ön plana çıkardığını düşünen İsrailli liderlerin tercih ettiği bir iletişim yöntemidir.

Bu duruma benzer bir olay, İsrail’in eski başbakanı Golda Meir’in hayatını konu alan Golda filminde yer alan bir diyalogda da görülüyor.

Ünlü ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Meir’i ofisinde ziyaret ederek Washington’un Mısır ve Suriye ile savaşın derhal durdurulmasını istediğini bildirir.

Kissinger konuşmasına şu şekilde başlar: “Buraya, öncelikle ABD Dışişleri Bakanı olarak, ikinci olarak sizin ve İsrail’in bir dostu olarak, üçüncü olarak da bir Yahudi olarak geldim.”

Meir gülümser ve yanıtlar: “Bizim İbranicede sağdan sola okuduğumuzu biliyorsunuzdur. Siz ise soldan sağa okursunuz. Bu durumda siz öncelikle bir Yahudi'siniz, sonra İsrail’in dostusunuz ve en son ABD Dışişleri Bakanısınız.”

Hiç kimse Amos Hochstein’in İsrailli yetkililerle hangi dilde konuştuğunu tam olarak bilmiyor. Acaba onlarla İbranice mi yoksa Amerikalıların iddia ettiği gibi İngilizce mi iletişim kuruyor? Ancak şurası kesin: Hochstein her halükârda bir Yahudi İsrailli ve hedefleriyle İsrail’in çıkarlarının çatıştığını düşünmeyen bir figür. Bu nedenle, onun arabuluculuk rolüne olan güvenilirliğini sorgulamak pek de anlamlı değil.

Hochstein’i, ilk gününden itibaren enerji başdanışmanı olarak kabul edenler, onun kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini zaten biliyordu.

Ayrıca, Amerika’yı yakından tanıyanlar, Amerikan özel temsilcilerinin kimliklerini Yahudi, Evanjelik ya da Katolik ayrımıyla değil, yalnızca Amerikan derin devletinin çıkarlarına bağlılıklarıyla değerlendirmek gerektiğini bilir. Bu derin devletin önceliklerinin en başında ise İsrail yer alır.

Fakat Hochstein’e dair İsrail’den gelen bakış açısı biraz daha farklı. Geçtiğimiz günlerde İsrail basınında yayımlanan bir haberde şu dikkat çekici ifadeler yer aldı: “Hochstein, tarafsız bir arabulucu olması gerekirken, Lübnan ile yapılan müzakerelerde İsrail’in temsilcisi gibi hareket ediyor; İsrail’in hedeflerini geçirmeye ve çıkarlarını güçlendirmeye çalışıyor.”

İbranice basın ise Hochstein’i “Amerikan şapkası takan bir İsrailli” olarak tanımlıyor. Bununla birlikte, Hochstein artık Yahudiliğin geleneksel başlığı olan kipa (takke) takmıyor. Fakat İsrail’de büyüdüğü yıllarda bunu sıklıkla kullanıyordu.

Hochstein, 4 Ocak 1973’te işgal altındaki Kudüs’te, ABD’den İsrail’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk öğrenimini Kudüs’teki sıradan bir okulda aldıktan sonra, Netiv Meir adlı dini bir okula geçti. Ardından yine dini bir eğitim veren Hartman okuluna devam etti. Bu süreçte, Yahudi dini Siyonist toplumuna tamamen entegre bir birey olarak yetişti.

Hochstein’in yakınları, onun okul yıllarında üstün bir öğrenci olmadığını ama oldukça hareketli, haşarı ve sosyal açıdan aktif bir genç olduğunu hatırlıyor.

1992-1995 yılları arasında zorunlu askerlik hizmetini İsrail ordusunun zırhlı birliklerinde tamamladı. Bu süre, İsrail’in güney Lübnan işgali (1982-2000) dönemine denk geliyordu.

Aynı zamanda, Hochstein’in askerlik yaptığı dönem, İsrail’in 1993 Temmuz Savaşı sırasında Lübnan’daki Hizbullah’ın kapasitesini yok etme çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığı yıllardı. Hochstein, bu süreçte kendi ordusunun bu başarısızlığına da tanıklık etmişti.

20 yaşına geldiğinde, Amos Hochstein “ebeveynlerinin ilk vatanı” olan Amerika’ya giderek hayallerini gerçekleştirme kararı aldı. Ancak bu yolculukta yalnızca kendisini değil, tüm dini, toplumsal ve siyasi kimliğini de yanında götürdü.

Hochstein, Yahudiliğine sıkı sıkıya bağlı bir aileden geliyordu. Babası Michael Hochstein, Kudüs’te Blietsch adlı bir dini kız okulunun yöneticiliğini yapan bir iş insanıydı. Annesi Susan ise kadın derneklerinde aktif çalışarak “Kudüs’ün Sevgilisi” (אהובת ירושלים) unvanını alacak kadar etkili bir figürdü.

Hochstein, çocukluğundan itibaren saçlarını yana tarayabileceği şekilde kestirirdi; başında ise küçük bir yün kipa taşırdı.

O dönemde, arkadaşları onu “Beni Akiva hareketinin ideal tipteki genci” olarak görüyordu. 1929’da kurulan bu örgüt, dini-Siyonist bir gençlik hareketi olarak bilinir.

Amerika’ya taşındıktan sonra ise ailesi, işgal altındaki Kudüs’ün merkezinde, Rehavia mahallesindeki evlerinde yaşamaya devam etti. Hochstein, İsrail’e yaptığı sık ziyaretlerinde ailesini görmeyi ihmal etmedi.

Kendisini “modern Ortodoks bir Yahudi” olarak tanımlayan Hochstein, evlilik için de kendi dini topluluğundan bir eş seçti. Georgetown Üniversitesi’nde akademisyen olan ve Amerikan Yahudi kuruluşlarında aktif bir figür olarak bilinen Julie Rae Ringel ile evlendi. Çift, dindarlıklarını yaşam tarzlarında açıkça sergilemeye önem veriyor.

Hochstein, Amerika’ya yerleştikten sonra, Amerikan toplumuna hızla entegre oldu ve kısa süre içinde siyasette öne çıktı.

1994’te Senato’nun Dış İlişkiler Komisyonu'nda stajyer olarak başlayan kariyeri, 2001 yılına kadar süren bir yükselişe dönüştü. Bu süreçte, komisyonun politika ve personel direktörü pozisyonuna kadar yükseldi.

Özellikle Demokrat Parti’deki rolüyle tanınan Hochstein, 2005’te Demokrat Parti Kongresi’nde yaşadığı bir anıyı gururla anlatır: “25 Yahudi delegeyle birlikte yere oturduk ve Eski Ahit’ten Ağıtlar Kitabı’nı (Sefir Eha) okuduk.”

O anı, “etkileyici” olarak nitelendiren Hochstein, “Dünyada başka hiçbir ülkede parti konferansı esnasında dini bir metin okunması mümkün değil,” diyerek Amerikan toplumunun benzersiz yapısına dikkat çekti.

Demokratlar Beyaz Saray’a yerleştiğinde, Hochstein çoğunlukla yönetimde görev alıyordu. Fakat Cumhuriyetçiler iktidara geldiğinde, özel sektörde çalışmaya yöneliyordu.

Siyasi kariyerindeki ilk önemli görevlerinden biri, 1991’deki Körfez Savaşı sonrası Irak’a giderek, Saddam Hüseyin rejimine uygulanan yaptırımların kaldırılması için müzakerelerde bulunmaktı. Fakat bu girişimin bir karşılığı vardı: Hochstein, Irak yönetiminden, Lübnan’daki Filistinli mültecileri kabul etmelerini talep etmişti.

Barack Obama’nın başkanlığı döneminde, Amos Hochstein yönetim ekibine katılmaya çalıştı. Ancak, Senato’daki Cumhuriyetçi çoğunluk onun Dışişleri Bakanlığı Enerji İşlerinden Sorumlu Yardımcı Bakan olarak atanmasını reddetti.

Yine de 2011 yılında bu göreve atanmayı başardı ve bu süreçte Joe Biden ile ilişkisi güçlendi. 2014 yılına gelindiğinde, Obama onu Dışişleri Bakanlığı Enerji İşleri Özel Temsilcisi olarak atadı. Hochstein’in bu pozisyondaki ilk önemli başarısı, İsrail gazının Ürdün’e satılmasını öngören anlaşmayı imzalatması oldu.

Donald Trump 2017’de başkan olduğunda, Hochstein kamu görevinden ayrılarak enerji ve doğalgaz sektöründe çalışmaya yöneldi. 2020 yılına kadar, ABD merkezli Tellurian enerji şirketinde başkan yardımcılığı yaptı, ardından Ukraynalı bir doğalgaz şirketinde görev aldı.

2020 başkanlık seçimlerini Joe Biden’ın kazanmasının ardından, Hochstein yeniden Beyaz Saray’a dönmeye hazırlandı. Biden, öncelikle onu İsrail’e büyükelçi olarak atamayı düşündü. Fakat daha sonra Hochstein’i Dışişleri Bakanlığı Enerji Güvenliği Başdanışmanı olarak seçti.

Hochstein’in, Joe Biden’ın güvenini kazanmış olduğu oldukça barizdi. Bu durum, Amerikan medyasında onun için “Biden’ın adamı” ifadelerinin kullanılmasına yol açtı.

Hochstein’in bu statüsü, ona enerji konularında ek görevler verilmesinin de önünü açtı. İlk olarak, Rusya-Ukrayna savaşı sırasında enerji alanındaki krizlere yönelik görevler üstlendi. Daha sonra ise kendisini, Arap-İsrail çatışması bağlamında enerji sektörüne yönelik girişimlerde buldu.

Hochstein, Biden’ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Irak ve Lübnan liderleriyle yaptığı toplantıların çoğunda yer aldı. Aynı zamanda, “ilk vatanı” İsrail’in liderleriyle yapılan görüşmelerde de hazır bulundu.

Amos Hochstein, kendisini bir Amerikan temsilcisi olarak kabul ettirme ve İsrail’e taraflı olmadığını ispat etme arzusuyla, görüştüğü kişilere İbranice konuşmayı reddettiğini sık sık ifade ediyor.

Bu tutumunu, İsrail ile Lübnan arasında deniz sınırları konusundaki müzakerelerde de sürdürdüğünü dile getiriyor. Ancak buna rağmen, müzakereler sırasında İsrail’in çıkarlarını gözetmekten geri durmadı ve 2022 Anlaşmasının hayata geçirilmesinde kilit bir rol oynadı.

Bu konuda İsrail merkezli Mako sitesine verdiği bir röportajda, anlaşmanın amacını açıkça şu şekilde ifade etti: “Bu anlaşma siyasetten ziyade, İsrail’e kendi egemen sularında mutlak güvenlik sağlamakla ilgili.”

O dönemde, İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz, Hochstein hakkında şu ifadeleri kullandı: “Kudüslü, tank mürettebatı olan bir İsrailli.” Gazete, bu tanımına ironik bir şekilde şunu da ekledi: “Sabahları İsrailli olarak uyanıyor, ardından Amerikalı bir arabulucu olduğunu hatırlıyor.”

Hochstein şu anda Lübnan ile İsrail arasındaki savaş dosyasına bakıyor ve genelde dinamik bir "anlaşma insanı" olarak tanımlanıyor.

Fakat sadece mevcut görevine odaklanmakla kalmıyor; aynı zamanda, gelecekte Körfez ülkelerinde kendisine iş fırsatları yaratmayı da planlıyor. Buna rağmen, şu anda asıl hedefi, kariyerine “yeni bir başarı” eklemek.

Kamu diplomasisi ve halkla ilişkiler konularında oldukça hassas olan Hochstein, Lübnan’da da bu yanını ortaya koymayı başardı.

Öyle ki, Beyrut’un Verdun semtindeki bir Starbucks’ta sıcak bir şekilde karşılandı. Ancak bu süreçte, Lübnan’da bir gece geçirebilmesini mümkün kılan bir ayrıntı dikkat çekiciydi: Hochstein, o gece boyunca uçak ve füze sesleri duymadan uyuyabilmişti, zira İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu (“Bibi”), onun uçağı Lübnan hava sahasını terk edene kadar Beyrut ve Dahiye’ye saldırı düzenlemeyeceği konusunda güvence vermişti.

Çeviri: YDH