Hangi Suriye'den bahsediyoruz?

img
Hangi Suriye'den bahsediyoruz? YDH

"İsrail, Suriye’yi diğer ülkelere tehdit oluşturmak için bir manivela olarak kullanırsa yeni yönetimin nasıl bir tavır alacağını bize henüz söylemedi."




YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, Suriye’deki yeni rejimin mevcut ve gelecekteki politik konumlanışını, özellikle İsrail, Lübnan ve Türkiye gibi komşularıyla ilişkileri üzerinden değerlendiriyor. Yeni Suriye yönetiminin, İsrail’e karşı tutumunun net olmadığını, ancak bu konuda tarihi bağlamın ve bölgesel dinamiklerin önemini koruduğunu belirtiyor. Emin, ayrıca Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkisini, "tarafsızlık" iddialarının gerçekçi olmadığını, zira iki ülke arasındaki çıkarların kaçınılmaz şekilde birbirine bağlı olduğunu vurgulayarak tartışıyor. Özellikle Taif Anlaşması ile başlayan "özel ilişkiler" söyleminin, pratikte var olan siyasi ve iktisadi bağları pekiştirdiğini ifade ediyor. İsrail bağlamında ise, Siyonist rejimin Suriye topraklarını Lübnan’a karşı potansiyel bir üs olarak kullanma ihtimalinin endişe yarattığı ve yeni yönetimin bu konuda nasıl bir duruş sergileyeceğinin belirsiz olduğunu kaydeden Emin, ABD’nin Suriye’ye yönelik stratejilerinin, özellikle Lübnan’daki Hizbullah’ın etkisini sınırlandırma çabaları açısından belirleyici olacağına işaret ediyor.

Suriye halkının ne istediği ve diğerlerinin, özellikle biz Lübnan’dakilerin ne istediği, coğrafi sınırları aşan bir anlaşmazlık konusu olmaya devam ediyor.

Ahmed eş-Şaraa tarafından dile getirilen “yeni yönetimin tüm Lübnanlılara eşit mesafede duracağı” iddiası, Suriye’de yönetimi elinde tutan tüm yetkililerin geçmişte de söylediği bir söylem.

Mesele niyetlerle değil, Suriye’nin Lübnan’da tarafsız olmasını engelleyen gerçeklerle alakalı. Burada bahsedilen yer ne Brezilya’dır ne de Endonezya.

Burada, iktisadi, güvenlik ve siyasi olarak yoğun bir Suriye varlığına sahip bir alan ve bir halktan söz ediyoruz. Gerçek bir tarafsızlığın tesis edileceğini varsaymak hatalı olur, zira Suriye’nin Lübnan’a tamamen bağımsız bir ülke olarak yaklaşması fikri, siyasi faaliyetlerin temel kurallarına aykırıdır.

Bu sözler, Suriye’nin Lübnan’ın iç işlerine müdahale etmesi gerektiği yönünde bir çağrı değil, aksine, iki ülke arasındaki çıkarların birbirine sıkı sıkıya bağlı olması nedeniyle özel ilişkilerin kaçınılmaz olduğunu ifade etmek içindir.

Taif Anlaşması’nda geçen "özel ilişkiler" ifadesi, Hafız el-Esed tarafından dayatılmadı, zira Lübnan sahnesinde önemli rolünü üstlenmek için herhangi bir otoriteden meşruiyet almaya ihtiyaç duymuyordu.

Hatta Beşşar el-Esed, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulduğunu ilan ettiğinde bile, Şam’daki Lübnan Büyükelçiliği ve Beyrut’taki Suriye Büyükelçiliği yalnızca vatandaşlara yönelik bazı işlemler için kullanılmakla sınırlı kaldı. Suriyeli mülteciler ülkelerine geri dönerse, Suriye Büyükelçiliği kendini işlevsiz bir durumda bulacaktır.

Şu anda sorun, yeni Suriyeli yetkililerin (onlar alternatif bir otorite haline gelene kadar bu şekilde tanımlanacaklar) Suriye'nin çevresiyle ilişkileri konusunda net bir vizyona sahip olmamalarıdır.

Yeni yöneticiler, Suriye’nin komşuları arasında yalnızca Türkiye’nin ülkenin şehirlerinde rahatça hareket edebildiğini ve pek çok konuda nihai sözü söyleyen taraf olduğunu biliyor ve bu anlayışla hareket ediyorlar.

Türkiye’nin müttefiklerinin, Baas rejimini devirdikten sonra, Türkiye’nin güvenlik ağıyla bağlarını koparmak üzere bir yol izlediğine dair herhangi bir işaret yok.

Bilakis, yeni otoritenin inşası süreci, bu Suriyeli grubun geniş çaplı bir desteğe ihtiyaç duyduğunu açıkça ortaya koyuyor: Ordu, güvenlik birimleri, polis teşkilatı gibi yapılar yeniden inşa edilirken, vilayetlerin ve yerel yönetimlerin işleyişini düzenleyecek yasal çerçeveye kadar pek çok alanda Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyuluyor.

Bunun yanı sıra, Suriye’nin devletin yeniden inşası için altyapı, iktisadi sistem ve maliye ile para politikalarında Türkiye’nin katkısına büyük ölçüde ihtiyaç duyacağı bir gerçek.

Türkiye, şahıslar, gruplar veya devlet düzeyinde Suriyelilere herhangi bir tür destek sağlanması için kendisinden başka bir kanalın kullanılmasına izin vermeyecektir.

Bu bağlamda, Suriye’nin yeni pozisyonu anlaşılabilir hale geliyor. Yeni yöneticilerden İsrail’le ilişki kurma çabaları hakkında bir açıklama beklenmese de İsrail karşıtı tutumlar ya da Filistin’deki İsrail işgaline karşı direnişle güçlü bir dayanışma sergilemeleri de beklenmemeli.

Elbette, yeni yönetimin İsrail işgalinin güney Suriye’deki genişlemesine karşı koymak için adımlar atmasını düşünmek naif bir yaklaşım olur.

Bu işgalin durmadığı ve hatta Batı Suriye’ye, özellikle Ürdün ve Irak sınırlarına doğru yönelme ihtimalinin bulunduğuna dair işaretler mevcut. İsrail, bu bölgeleri kendi güvenliği açısından tehdit olarak görüyor.

Elimizdeki ilk gerçek, Suriye’nin Arap-İsrail çatışmasının temas hattından çıkarılmış olduğudur. Suriyelilerden ister vatandaş ister yetkili olsunlar, bu konunun gündeme getirilmemesi için rahatsız olmamızı isteyenlere, İsrail’e düşmanlığın daima kuşak devletlerinin (İsrail’in etrafındaki ülkelerin) gerçek bağımsızlığının bir göstergesi olduğunu hatırlatmamız gerekir.

Bu mantığı reddedenler, Lübnan, Mısır ve Ürdün’ün durumuna sadece bir bakış atmalıdır.

Aynı zamanda, Suriye’nin ve dolaylı olarak bizim, yeni Amerikan yönetiminin Suriye’ye olan yaklaşımı konusunda acil bir sınavla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek.

Donald Trump’ın bazı yorumları, kimi çevreler tarafından Suriye’ye olan "ilgisizliği" olarak yorumlanmış olsa da yeni yönetimin pratikteki tutumları, seçilmiş başkanın sözleriyle sınırlı kalmayabilir.

Şu anda dünyanın tüm büyük çıkarları Suriye’de kesişiyor ve Amerika’nın yöneliminin ne olacağı konusunda kesin bir hükme varmak mümkün değil.

Ancak, Washington’ın yeni Suriye yönetiminden, özellikle Lübnan’a yönelik belirli adımlar bekleyip beklemediği önemli bir soru işareti.

Zira ABD ve İsrail, Lübnan’daki direnişin (Hizbullah’ın) askeri ikmal yollarını kapatmakla yetinmek istemiyor; daha fazlasını talep ediyor.

Asıl tehlike, Amerikalıların Suriye’ye Lübnan’da yeni bir rol yüklemeyi düşünmeleriyle ortaya çıkabilir. Son savaş, Amerikalılara Lübnan’da Hizbullah ile doğrudan karşı karşıya gelmeye dayanabilecek bir güç bulmanın zor olduğunu gösterdi.

Tüm bu gelişmeler bizi en başa, temel soruna geri döndürüyor. İsrail’e karşı tutum, tali bir mesele değildir ve göz ardı edilemez.

Suriyeliler, iç meselelerine odaklanmak veya ülkenin İsrail’le yüzleşmenin ağır maliyetini kaldıracak durumda olmadığı iddialarını öne sürmek gibi gerekçelerle bu meseleyi yok saymak isteseler bile bu bir çözüm değildir. Zira meydan okuma hâlâ ortadadır.

İsrail’in yeterince caydırılmış olmadığı açıktır ve Suriye ile Lübnan’a karşı daha fazla düşmanca eylem gerçekleştirme ihtimali vardır.

Üstelik bu kez İsrail’in Lübnan’a saldırırken Suriye topraklarını bir üs olarak kullanma ihtimali, en büyük endişe kaynağıdır.

Yeni Şam yönetimi, Suriye’nin hiçbir ülke için, İsrail dâhil, bir tehdit kaynağı olmayacağına dair dünyaya söz verdi. Ancak İsrail, Suriye’yi diğer ülkelere tehdit oluşturmak için bir manivela olarak kullanırsa yeni yönetimin nasıl bir tavır alacağını bize henüz söylemedi.

Çeviri: YDH