“Lübnan, kaba paradokslar ülkesidir. Acımasız bir değirmen gibi, kimseyi esirgemez. Onu ‘tam bir devlet’ olarak görmekte ısrar edenler, tümörü çıkarmak yerine doktora serum takmasını isteyenler gibidir!”
YDH - General Jozef Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesi, ABD, Fransa ve Suudi Arabistan’ın etkili müdahaleleriyle gerçekleşti. Ancak, Aun’un cumhurbaşkanlığı görevini nasıl yürüteceği ve iç siyasetin baskılarıyla nasıl başa çıkacağı büyük bir soru işareti. Askeri geçmişiyle bilinen Aun, artık iç siyasetin dinamiklerine ve dış baskılara uyum sağlamak zorunda. Başbakan Nevaf Selam, Lübnan’ın karmaşık siyasetinde yeni bir model sunma fırsatına sahip. Ancak, mezhepsel ve siyasi güçler arasında bir denge kurması gerekiyor. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin’e göre Selam, ya geleneksel güçlere dayanarak bir çöküşü önleyecek ya da farklı bir yönetim tarzı geliştirecek.
Bugün Lübnan’da iki ana gündem öne çıkıyor. İlki, İsrail’in yürüttüğü savaşın sonuçları ışığında yürütme organlarının durumunu düzenlemekle ilgili.
İkincisi ise Emel Hareketi ve Hizbullah’ın, Lübnan’ın karmaşık siyasi yapısındaki temsili konumlarına ilişkin düzenlemelerle ilgili.
Sorun şu ki, çok geçmeden bu iki gündemin tamamen ayrı mı yoksa kesişen noktaları mı olduğu ortaya çıkacak. Ancak asıl tehlikeli olan, bu anlaşmazlığın sonuçları ağır bir patlamaya dönüşmesi.
Öncelikle, General Jozef Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesinin, ABD’nin büyük siyasi çabalarının bir sonucu olduğunu ve Fransa, Suudi Arabistan ve diğerlerinin de bu sürece dahil olduğunu belirtmek gerek.
Fakat, cumhurbaşkanlığı sarayına ulaştıktan sonra, Aun’un çalışma programına dair sorular gündeme geldi. Burada bahsedilen, onun askeri kurumu yönetme biçimi, savunma bakanlarıyla ilişkileri veya dış finansal destek sağlama yöntemleri değil.
Bunlar, Aun’u herhangi bir hesap verme veya gözden geçirme zorunluluğuna tabi tutmayan konular.
Aun, ilk günden itibaren, iktidardakilerin çoğunun onu yaptıkları her şeyle suçlayamayacağını biliyordu. Dolayısıyla bugün Aun, askeri üniforması ve onunla ilgili tüm prosedürlerden arınmış bir şekilde duruyor ve herkes ona farklı bir gözle bakacak.
Bu nedenle, yemin töreni konusundaki tartışma, geçmişteki tüm yemin törenlerinde yaşanan tartışmaların bir tekrarından ibaret.
İnsanlar, General Emil Lahud’un cumhurbaşkanı seçildiği dönemdeki atmosferi veya General Jozef Aun’un seçildiği günkü hazırlıkları hatırlıyor mu?
Yeni bir dönemin başlangıcında yapılan parlamento ve siyasi konuşmaların arşivlerine geri dönmeye gerek var mı? Asıl dikkat edilmesi gereken, Aun’un ne düşündüğü değil, ne yapacağıdır. Zira artık iç siyasetin kurallarına tabi. Ve kısa sürede, ülkenin günlük işlerini yönetmenin detaylarında dış baskıların işe yaramayacağı gerçeğiyle yüzleşecek.
Hatta Suriye bile, cumhurbaşkanının seçilmesi veya hükümetin kurulması sonrasında, devletin temel direkleri arasında şikayetlerin alındığı bir komiteye dönüştü.
Arap ve Batı büyükelçilikleri de benzer bir rol üstlenebilir. Bu, Jozef Aun’un momentumu farklı bir şey yapmak için kullanamayacağı anlamına gelmiyor, ancak bu, güçlü ortaklar olmadan mümkün değil. Ve gerçek ortaklar, bugünkü siyasi oyunun aktörleridir.
Peki ya hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakan?
Nevaf Selam’ı, onu başbakanlık koltuğuna taşıyan siyasi manevralar üzerinden yargılamak haksızlık olur. Bunun yerine, ülkedeki etkili güçlerin dosyalarını ve mevcut durumlarını gözden geçirmek gerekir. Selam, açık seçeneklerle karşı karşıya.
Kişisel düzeyde, kariyerini ve siyasi hayatını Lübnan’da başbakanlık gibi en üst düzey bir pozisyonla taçlandırma fırsatı bulduğunu iddia edebilir. Bu, uluslararası bir mahkemenin başkanlığından daha çekici bir pozisyon.
Eğer Selam bu temelden hareket ederse, geleneksel liderlerin maruz kaldığı siyasi baskılardan kurtulmuş olacak. Bu, onun gelecek parlamento seçimlerine hazırlanmasını engellemez. Fakat, bu kişisel gerçeklikten yola çıkarak, hükümet yönetiminde yeni bir model sunmaya çalışabilir.
Selam, kendisinden öncekilerin yapamadığı şeyleri yapma fırsatı bulabilir. Ancak, bu, Lübnan’ın gerçeklerini göz ardı etmemekle mümkün olacak.
İnsanların kusursuz bir devlet hayali ne kadar meşru olursa olsun, toplumun doğası, seçilmiş meclislerdeki temsillerine yansır. Dolayısıyla, Selam’ın önceden bir seçim yapması gerekiyor: Ya hükümetini yakın bir çöküşten koruyamayacak güçlere dayanarak yüzleşme yolunu seçecek ya da parça parça mücadele yönetimini tercih edecek.
Zira onu bekleyen, mezhepçi güçlerin sürekli olarak döşediği mayın tarlası değil, Lübnan’ın anayasasını şimdi değiştirme ve yetkileri yeniden gözden geçirme fırsatı olduğuna inananların kurduğu acımasız tuzaklar.
Burada Selam’ın görevi, Emel Hareketi ve Hizbullah ile anlaşmak değil, cumhurbaşkanıyla verimli bir işbirliği mekanizması sağlamak olacak.
Çünkü cumhurbaşkanı, herhangi bir başbakanın gerçek ortaklık yaptığı kişidir ve bu durum, en azından gelecek parlamento seçimlerine kadar devam edecek.
Bu, zaten Cumhurbaşkanı Aun’un Necib Mikati’nin Mayıs 2026’ya kadar hükümetin başında kalmasını kabul etmesinin nedeni. Zira Aun, Mikati’nin kendisine karşı çok zayıf olacağını ve onu başbakanlığa taşıyan yapının, ordu komutanını cumhurbaşkanlığına taşıyan yapı olmadığını biliyordu.
Dolayısıyla, hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakanın önündeki zorluklar, önümüzdeki 14 ay boyunca neler yapabileceğine dair bakış açısına bağlı.
Bu, ona verilebilecek en uzun süre. Peki, Selam’ın “yemin töreni konuşmasını rasyonelleştirme” veya onu uygulanabilir hale getirme gibi bir vizyonu var mı?
Lübnan’ı ekonomik olarak boyun eğdirmeye yönelik dış projelerle nasıl başa çıkacak? Sünni bir başbakan, Suriye’de yaşanan büyük değişimle, Şam’ın kapılarının Lübnanlı Sünnilere çöl ülkelerine gitmeden açılmasıyla nasıl başa çıkacak?
Diğer taraflara gelince, paylaşma ve kurnazlık süresi sona ermek üzere. Son sahne, hükümete güvenoyu verilmesi oturumunda yaşanacak. Bundan sonra, herkes gelecek parlamento seçimlerine hazırlanmaya başlayacak.
Bu süreçte, kartlar yeniden karılacak, ittifaklar değişecek ve büyük sloganlar yeniden yükselecek.
Örneğin, Cibran Basil’in durumunda, Jozef Aun’la olan geçmiş sayfayı kapatması ve Aun’un artık cumhurbaşkanı olduğu gerekçesiyle yeni bir yol izlemesi kolay olabilir. Ancak, Basil’in General Aun’un kamu yönetimindeki yöntemlerini eleştiren pozisyonundan ayrılması, bizi “imkansız affetme” deneyiminin bir tekrarıyla karşı karşıya bırakacak. Basil’in açıkça, “Ordu komutanının cumhurbaşkanlığına ulaşmasını engelleme mücadelesini kaybettik ve ona karşı kullandığımız silahlara artık ihtiyaç yok,” demesi daha iyi olurdu.
Daha da önemlisi, Basil’in kendisini ve partisini öncelikle yakın çevresine yeniden tanıtması ve gelecekteki herhangi bir siyasi veya seçim ittifakı için net ve ikna edici kurallar koyması gerekiyor.
Ayrıca, bir yıl sonra kendisini bekleyen müttefikler bulamama ihtimaline hazırlıklı olmalı. Sivil devlet seçeneği etrafında söylemini düzenlemeli, ancak bunu Lübnan Kuvvetleri’yle Hristiyanların çıkarları üzerinden rekabet etmek için değil, zira “hakların korunması” deneyimi felaketle sonuçlandı. Sivil devlet seçeneğini benimsemek, partisinin ve tabanının yapısında köklü değişiklikler gerektiriyor.
Tıpkı şimdi İttifak’la olan ilişkisini meşrulaştırdığı gibi, diğer tüm rakip ve müttefikleriyle ilişkilerini gözden geçirmeyi de meşrulaştırabilir.
Ve üniversiteye hazırlanan bir gencin, Özgür Yurtsever Hareketi saflarında kendini bulması için farklı türden motivasyonlara ihtiyaç duyduğunu unutmamalı.
Herkes aynı ikilemle karşı karşıya olsa da, Emel Hareketi ve Hizbullah’ın ordu komutanıyla olan sorunu farklı. Zira onların tavrı siyasi bir arka plana dayanıyordu ve onunla bir anlaşma yapmak zorunda kaldıklarında, Hizbullah, devleti uluslararası kararları uygulama bahanesiyle direnişle bir çatışmaya sürüklemesini istemedi. Berri ise, iç dengelerin Şii temsilinin hükümet ve kamu yönetimindeki kazanımlarını korumasını gerektirdiğini söyledi.
Fakat ikilinin fark etmediği şey, ABD ve İsrail’in savaşı durdurmaya değil, siyasi aşamalarını sürdürmeye kararlı olduğuydu.
Özellikle Suudi Arabistan ve Avrupa ile ittifaklar, Suriye’deki büyük darbenin Lübnan’daki varlıklarını güçlendirmek için bir fırsat olduğunu gördü.
İkili cephesinde, savaş öncesinde var olan ve büyük ölçüde parçalanan ittifakların gözden geçirilmesi gerekiyor. Pek çok kişi, Hizbullah’ın bugün hala “savaş prosedürleri” içinde çalıştığını ve düşmanın ateşkes anlaşmasına tam olarak uyduğundan emin olana kadar bunu sürdüreceğini fark etmiyor. Bu, partinin tutumu ve davranışıyla ilgili birçok konuyu etkiliyor.
Parti, yakın gelecekte Lübnan’da bir ilk olacak bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak: Devletteki Şii kazanımlarını savunma mücadelesi mi, yoksa “haklar devleti” inşa etme mücadelesi mi? Bu sadece bir slogan değil.
Berri, “kayıpları sınırlama” açısından konuya baksa da, savaşın sonuçlarının ikilinin iç siyasi ağırlığı üzerindeki etkisini göz ardı etmiyor. Artık eskisi gibi büyük savaşlar veremez, yanında büyük bir partinin durduğundan emin olamaz.
Meclis başkanı üzerindeki baskılar da büyük. Bu baskılar arasında, devletteki “Şii kazanımlarını” korumak isteyenler var, ancak bu kazanımların gerçekte ne olduğu ve ülkedeki diğer güçlerin etkisini aşıp aşmadığı kamuoyu tarafından bilinmiyor.
Eğer ikili, kendisine yenilmiş bir taraf gibi davranılmasını engellemeye çalışıyorsa, sorun, kendilerini galip taraf olarak görenler için daha da büyük.
Örneğin, Lübnan Kuvvetleri ve “Büyükelçilik Milletvekilleri” [yazar burada, Amerikan elçiliğinden icazet alan siyasi çevreleri kastediyor, ç.n.] ittifakını ele alalım. Bu grup, General Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesine karşı çıkmıştı ve Semir Caca’nın ordu komutanı hakkında söyledikleri, Basil’in söylediklerinden daha sertti.
Ancak, Lübnan Kuvvetleri lideri, ABD-Suudi planını takip etmek zorunda kaldı ve kendisine zafer imajı yaratma fırsatı verildi.
Aynı şey, hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakanın belirlenmesi sürecinde de yaşandı. Caca ve ekibi, hükümet başkanını kendi saflarından seçebileceklerini düşünüyordu: Fuad Mahzumi veya Eşref Rifi.
Ancak, “Büyükelçilik Milletvekilleri” onlardan önce sinyali aldı ve Suudi Arabistan’ın, Semir Caca değil, başbakanı seçeceğini anladı. Lübnan Kuvvetleri lideri biraz dirense de, ilk cumhurbaşkanlığı dosyasında olduğu gibi, Yezid bin Ferhan’ın sözünü dinledi ve Selam’ın adaylığını destekledi.
Sorun şu ki, Caca, “Sen cumhurbaşkanlarını göreve getiren adamsın,” gibi sözlerle tatmin edilebilecek biri değil. Bu, doğrudan hasat hakkı olduğunu düşünen bir siyasetçi için kaba bir şaka.
Özellikle de cumhurbaşkanının veya hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakanın programının kendi zevkine hitap etmeyeceğini ve kısa sürede kendi destekçilerine ve kitlesine şu soruların cevabını vermek zorunda kalacağını bildiği için: Ülkeyi Hizbullah mı yönetiyor? Jozef Aun’un cumhurbaşkanı olması Hristiyanlar için bir zayıflık mı? Nevaf Selam’ın başbakan olması, Caca’nın Hizbullah’tan önce bir numaralı düşman olarak gördüğü sivil toplum ekibinin zaferi mi?
Lübnan, kaba paradokslar ülkesidir. Acımasız bir değirmen gibi, kimseyi esirgemez. Onu “tam bir devlet” olarak görmekte ısrar edenler, tümörü çıkarmak yerine doktora serum takmasını isteyenler gibidir!
Çeviri: YDH