“Davada, en temel hukuk kurallarının ihlal edildiği ve pek çok yasal boşluğun bulunduğu aşikâr. Örneğin, suçlamaların dayanağı olan deliller yetersizdi ve bu durum hem Amerikan hem de Fransız yetkililer tarafından kabul edildi.”
YDH - Corc İbrahim Abdullah, yaklaşık 40 yıldır Fransa hapishanelerinde tutuklu bulunan bir isim olarak uluslararası arenada tartışma konusu olmuş durumda. Bu dava, yalnızca bireysel bir hukuk meselesi değil, aynı zamanda adalet ilkelerinin dış politik baskılar altında nasıl çiğnendiğinin de somut örneği niteliğinde. Abdullah’ın avukatlarında Jozef Mikail, el-Ahbar gazetesinde kaleme aldığı yazıda Lübnan devleti açısından yaşananların, vatandaşlarına karşı anayasal bir sorumluluk anlamına geldiğine işaret ediyor.
Corc İbrahim Abdullah'ın davası, Fransa'nın hapishanelerinde yaklaşık kırk yıldır tutuklu bulunan bir isim olarak, birçok insanın ilgisini çekti.
Bu insanlar, ulusal duygular, ideolojik inançlar veya bölgesel bağlarla hareket ederek onun adil davasına "dayanışma" içinde destek verdiler. Ben de bu insanların arasındayım, zira Corc Abdullah, köyüm olan Kubayat’ın bir evladı.
1980'lerde Beyrut'ta onun bir hukuk davasında vekili olarak yer almıştım. Ayrıca, annesinin son arzusu olan oğlunu Fransa'daki tutukevinde ziyaret etmesine eşlik ettim ve bu yolculukta, o dönemde Corc’un Fransız avukatı olan Jacques Vergès ile tanıştım. Vergès, bu davanın her yönüyle büyük bir titizlikle ilgilendi.
Bugün ise, bu kısa yazıda, Corc Abdullah'ın davasındaki adaletsizliği gerçekçi bilgiler, kanıtlar ve belgelerle ortaya koymak istiyorum.
Özellikle, Amerikan ve Fransız hükümetlerinden sorumlu kişilerin açık ifadeleriyle, bu dava üzerinde uygulanan aşırı baskıları ve eksik delillerle yürütülen yargılama sürecini ele alacağım.
Fransız yargı sistemi, genelde adalet ve tarafsızlık ilkelerine bağlı kalır; ancak Corc Abdullah'ın durumu, bu ilkelerden ciddi sapmalar içeriyor.
Davada, en temel hukuk kurallarının ihlal edildiği ve pek çok yasal boşluğun bulunduğu aşikâr. Örneğin, suçlamaların dayanağı olan deliller yetersizdi ve bu durum hem Amerikan hem de Fransız yetkililer tarafından kabul edildi.
Bu konuda, Boston Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler üzerine çalışan Lübnanlı aktivist Sibille Faris'in hazırladığı bir çalışma oldukça aydınlatıcıdır.
Çalışmada, 1986 Temmuz ayında Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın o dönemki Fransız Dışişleri Bakanı'na gönderdiği bir belge ortaya çıkarıldı.
Belgede, ABD'nin Fransa'ya şu tehdidi savurduğu açıkça belirtiliyor: "Eğer bu davada ABD çıkarları göz önünde bulundurulmazsa, iki ülke arasındaki ilişkilerde ciddi sonuçlar doğacaktır."
Ayrıca, 1986 yılında Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Poindexter'in yazdığı bir belgede, "Corc İbrahim Abdullah dosyasının güçlü olmadığı ve Chirac'ın (eski Fransız başkanı) ABD baskınına aldırmadığı" açıkça ifade edilmişti.
Bir başka belgede ise, Robert B. Oakley'in Oliver North'a yazdığı mektupta şunlar yer alıyor: "Corc Abdullah’ın ikinci yargılanmasını sürdürmek için baskı yapmak, Fransız hükümetini yasaları aşmaya ve onu hapiste tutmaya zorlamak için önemli bir araçtır... Stratejimiz ve taktiklerimiz iyi çalışıyor."
Daha da çarpıcı olan bir diğer belgede ise, ABD'nin, Corc’u hücresinde öldürme tehdidiyle baskılarını artırmayı düşündüğü ima ediliyor.
Eski Fransız İç İstihbarat Şefi Yves Bonnet, France 24 kanalında verdiği röportajda, "Corc Abdullah’ın serbest bırakılması gerektiğini" savundu ve "ABD ve İsrail'in Fransa üzerinde devam eden muazzam baskılarını" açıkladı.
2013 yılında Fransız mahkeme, Corc Abdullah’ı Lübnan'a sınır dışı etmek şartıyla serbest bırakma kararı verdi. Ancak o dönemdeki İçişleri Bakanı Manuel Valls bu kararı engelledi.
Daha sonra WikiLeaks tarafından sızdırılan e-postalarda, eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın direkt müdahalesi ortaya çıktı.
Clinton, Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius'a yazdığı bir mektupta, "Fransız hükümetinin Yargıtay kararını yasal olarak iptal etme yetkisi olmasa da Fransız yetkililerin bu kararı yasal açıdan eleştirebilecek başka bir temel bulmasını umuyoruz," dedi.
1984 yılında, Abdıllah’a silah ve patlayıcı maddeler bulundurma suçlaması yöneltilerek dört yıl hapis cezası verildi.
1987 yılında ise, Paris'teki iki suikastta rol aldığı iddia edilen Abdullah, ABD askeri ataşe Charles Ray ve İsrail diplomatı Yaakov Barsimentov'un öldürülmesinde komplo yaptığı gerekçesiyle yargılanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
İlginç olan, savcının on yıl hapis talep etmesine rağmen, Ceza Mahkemesi'nin ömür boyu hapis kararı vermesidir. Bu durum, Fransız yargı sisteminin normal prosedürlerinden tamamen sapması anlamına geliyor. Zira genel prensip olarak, Ceza Mahkemesi savcıdan daha ağır bir ceza veremez.
Davanın en tartışmalı noktalarından biri, Abdullah'ın avukatı Jean-Paul Mazurier'in aslında Fransız istihbarat kurumları tarafından görevlendirilmiş olmasıydı. Mazurier, müşterisi hakkında istihbarat bilgileri aktardı ve bunu Fransız televizyonunda açıkça itiraf etti.
Dahası, Fransız Adalet Bakanı Alain Juppé, Corc Abdullah'ın yeni avukatı Jacques Vergès'in, eski avukatı Mazurier'in ihaneti nedeniyle yeniden yargılanma talebini reddetti.
Bu dava, adalet ve hukuk ilkelerinin ne kadar ihlal edildiğini gösteriyor. Corc Abdullah'ın davası, Fransız yargı sisteminin dış baskılar altında nasıl manipüle edildiğinin somut bir örneği.
Bu sebeple, Lübnan Cumhurbaşkanı, geçici başbakan, atanmış başbakan ve Adalet Bakanı gibi yetkililere bu konuda acil bir şekilde harekete geçmeleri çağrısında bulunuyorum.
Lübnan devleti, vatandaşlarına karşı ulusal ve anayasal sorumlulukları gereği, bu adaletsizliğe son vermek ve Corc İbrahim Abdullah'ı memleketine iade etmek için derhal adım atmalıdır.
Çeviri: YDH