"Uzlaşmacı bir formül bulmak Şaraa’ya daha fazla manevra alanı sağlayabilir. Bu bağlamda, meselenin Trump ile Erdoğan arasında devam eden müzakerelerle yakından ilgili olduğu görülüyor."
![](https://ydh.com.tr//images/logo2.png)
YDH - El Kaide ve IŞİD bağlantılı geçmişine rağmen Heyet Tahrir eş-Şam lideri Colani'nin siyasi dönüşümü, Türkiye ile yeni bir ittifak kurma potansiyeliyle bölgedeki güç dengelerini değiştirebilecek önemli bir gelişme. Türkiye, Şaraa yönetimi üzerindeki baskısıyla Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) silahsızlandırılmasını önceliklendirirken, bu ittifakın bölgesel güvenlik dinamikleri ve özellikle ABD'nin Suriye politikası üzerindeki etkileri belirsizliğini korumak. Gazeteci İslam Özkan'ın el-Ahbar gazetesinde kaleme aldığı değerlendirmeye göre, Türkiye'nin Suriye'deki stratejik hedefleri ve bölgesel güçlerin tepkileri, bu ittifakın geleceğini ve bölgedeki etkisini belirleyecek.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin (Ahmed eş-Şaraa) siyasi dönüşümü, bölgedeki güç dinamikleri açısından önemli bir durumu temsil ediyor.
Geçmişi el-Kaide ve IŞİD örgütleriyle bağlantılı olmasına rağmen, eş-Şaraa Suriye’de yeni bir liderlik inşa etme sürecine girdi ve bu durum ona Riyad’dan Ankara’ya uzanan geniş bir diplomatik ve siyasi manevra alanı açıyor.
Suriye lideri, ülkede yeni bir yönetim modeli ortaya koyuyor. Ulusal bir kongre, anayasal bildiri, hesap verebilir bir yönetim ve profesyonel bir ordudan bahsediyor.
Ancak, Heyet Tahrir eş-Şam’ın sahadaki bazı uygulamaları bu vizyonla çelişiyor gibi görünüyor.
Hama, Humus, Lazkiye ve Tartus gibi bölgelerde yaşanan infazlar, adam kaçırma ve işkence olaylarına dair bazı haberler, ülkenin geleceği hakkında soru işaretleri yaratıyor.
Türkiye’nin Şam üzerindeki baskısı
Gerçekte Suriye daha acil zorluklarla karşı karşıya olsa da, Ahmed eş-Şaraa Türkiye’nin baskısıyla Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) silahsızlandırılması konusunu gündeminin en üst sırasına koymak zorunda kaldı.
Şaraa, SDG’nin silah bırakması gerektiği konusunda Ankara ile aynı fikirde olsa da bunu müzakereler yoluyla ve belirli bir takvime göre gerçekleştirmeyi tercih ediyor gibi görünüyor.
Bu konudaki açıklamalarındaki ve Mazlum Abdi ile görüşmelerindeki üslubu, bu konuda Türkiye’nin pozisyonundan farklı olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, bilindiği üzere tüm silahlı gruplar henüz silahlarını teslim etmedi.
Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu hâlâ silahlarını elinde tutuyor ve hatta Suriye’nin kuzeyinde askeri operasyonlarına devam ediyor.
Suriye Milli Ordusu, Menbic şehrini YPG'nin elinden aldıktan sonra bile Kürt güçlerine karşı operasyonlar düzenlemeye devam ediyor.
Şaraa’nın SDG’nin silahsızlandırılması konusundaki ısrarı, Ankara’nın Suriye’deki yeni hükümet üzerindeki baskısının bir göstergesi olarak anlaşılabilir.
Şaraa’nın bu konudaki pozisyonu henüz tam olarak net olmasa da, izleyeceği yol haritasının ana hatlarını çizebilecek bazı göstergeler var.
Kendisini iktidara taşıyan Türkiye’nin desteğine minnettar olmasına rağmen, Türkiye dikkate alması gereken tek bölgesel aktör değil.
Şaraa, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle ilişkilerinde belirli bir dengeyi korumaya çalışıyor ve bu artık kimse için sır değil.
Şam’ın bu ülkeleri memnun etmeye çalıştığı biliniyor, özellikle de Batı’yı boğucu ekonomik krizinden çıkışın anahtarı olarak görüyor ve bu zor durumda onları kızdırma riskini almak istemiyor.
Bu şüphesiz bıçak sırtında yürümeye benzeyen hassas bir durum. Her iki tarafı aynı anda memnun etmeye çalışmak kolay bir iş değil.
Fakat, uzlaşmacı bir formül bulmak eş-Şaraa’ya daha fazla manevra alanı sağlayabilir. Bu bağlamda, meselenin ABD Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında devam eden müzakerelerle yakından ilgili olduğu görülüyor.
Trump zor bir kişilik olsa da anlaşmalardan hazzetmesiyle tanınıyor. Taraflar müzakere fikrini kabul ederse, bu bir anlaşmaya varılmasının mümkün olduğunun bir göstergesi.
Amerikan basınında çıkan bazı haberlerde Trump’ın, Erdoğan’a eğer Türkiye İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi kabul ederse, Suriye’nin kuzeyinden çekilmeye hazır olduğunu söylediği belirtildi.
Eğer bu haber doğruysa, çözümün anahtarı Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin eski günlerine dönmesinde yatıyor olabilir.
Gerçekte, Ankara’nın İsrail ile tam bir kopuş içinde olduğu iddia edilemez. Taraflar arasındaki dolaylı ticari ilişkiler hâlâ devam ediyor.
Bazı İsrail gemileri veya tehlikeli silahlar taşıyan yabancı gemiler Türk limanlarını ziyaret ediyor.
Ayrıca Erdoğan, Trump’ın Gazze hakkındaki son açıklamalarına sessiz kaldı.
Buna dayanarak, önümüzdeki aşamanın Türkiye ile Batı arasında daha büyük bir yakınlaşmaya ve ateşkes sonrası dönemde Türk-İsrail işbirliğinin güçlenmesine tanık olacağını tahmin etmek hayal ürünü olmayabilir.
Türkiye’nin rolü ve stratejik ortaklık
Bu esnada Türkiye, yeni yönetimle stratejik bir ortaklık kurma niyetini açıkladı.
Erdoğan, Ahmed eş-Şaraa ile görüşmelerini “stratejik ortaklık” çerçevesinde gerçekleştiğini söyledi ve bu durum doğrudan Türkiye’nin Suriye’deki varlığını genişletme çabasıyla ilgili.
Bu strateji, Suriye’de Türk askeri üsleri kurmayı, Suriye hava sahasını Türk uçaklarına açmayı, YPG'yi zayıflatmak için koordinasyon sağlamayı ve Türk şirketlerine yeniden inşa sürecinde önemli bir rol vermeyi içeriyor.
Gelen haberlere göre, Türkiye Palmira’daki T4 hava üssü gibi stratejik bölgelerde askeri üsler kurmayı planlıyor.
Bu konumların seçilmesi, Türkiye’nin enerji kaynaklarının yakınına yerleşmeye ve IŞİD örgütüyle mücadeledeki pozisyonunu güçlendirmeye çalıştığını gösteriyor.
Ankara’nın askeri üsler kurmak istediği bölgelerin, bir yandan İsrail ile doğrudan çatışmanın olası olmadığı bölgeler olması, diğer yandan Kürt bölgelerine ve ülkenin hayati öneme sahip enerji kaynaklarına yakın bölgeler olması, üslerin yerlerinin rastgele değil, stratejik bir tercihe göre belirlendiğini gösteriyor.
Bölgesel dengeler ve SDG sorunu
Türkiye’nin SDG’yi tasfiye etme çabası, Ankara ile Şam arasındaki işbirliğinin ana eksenini oluşturuyor. Ancak ABD’nin bölgedeki pozisyonu bu süreçte etkili bir faktör olmaya devam ediyor.
ABD güçlerinin Suriye’den çekilme ihtimali ufukta görünürken, Türkiye, Colani ile ittifak kurarak alternatif bir güvenlik planı ortaya koymaya çalışabilir.
SDG sorunu, Türkiye için her açıdan bir baş ağrısı. Yani Türkiye, Suriye’de rasyonel bir politika geliştirmenin önündeki en önemli engellerden biri olarak gördüğü bu konuya takıntılı durumda.
Ve şimdiye kadar Türkiye’nin barış ve müzakere yerine askeri yöntemleri tercih etmesi, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle ilişkilerinin bozulmasına yol açabilir.
ABD’nin SDG’yi koruması, Erdoğan’ı SDG ile başa çıkmak için Şam’a her türlü katkıyı sunacaklarını söylemeye itti ve Erdoğan, tam bir görüş birliği olduğunu vurguladı.
Ancak HTŞ liderliği, ABD’nin pozisyonu nedeniyle Türkiye’nin yapamadığını nasıl yapacak? Ya da belki de Türk yetkililerin zihninde bir orta yol, ancak açıkça dile getirmedikleri bir çözüm var.
Bu bağlamda Türkiye, Ürdün, Irak ve Suriye ile koordinasyon içinde SDG’nin rolünü sona erdirmeyi amaçlayan bölgesel bir güvenlik mekanizması oluşturabilir.
Sızdırılan bilgilere göre, Türkiye’nin Batı’ya yönelik teklifi şunları içeriyor: Bölgesel ortakların IŞİD örgütüyle savaşması; IŞİD unsurlarını barındıran hapishanelerin Suriye hükümetine teslim edilmesi; SDG’nin siyasi ve idari sahneden çıkarılması.
Bu vaatlere ek olarak, bölgede İran’a karşı bir alternatif olabileceklerini kanıtlarlarsa, Trump yönetiminin kendilerini kabul etme olasılıklarının artacağına inanıyorlar.
ABD bu planı kabul ederse, Türkiye Suriye’deki askeri ve siyasi nüfuzunu güçlendirebileceğini düşünüyor.
Öte yandan, Ahmed eş-Şaraa’nın siyasi dönüşümü, Türkiye’nin Suriye’deki varlığına meşruiyet kazandırma çabasını yansıtıyor.
Erdoğan yönetimi, Şam’daki yeni yönetimi destekleyerek Suriye sahnesini yeniden şekillendirmeye çalışırken, bölgesel ve uluslararası güçlerin bu stratejiye tepkileri geleceğini belirleyecek.
Trump’ın Suriye politikasını açıklaması beklenirken, Türkiye ve Şaraa’nın bölgedeki nüfuzunun geleceği bu kararlara bağlı olmaya devam ediyor.
Çeviri: YDH