“Düşmanın yaptıkları, herkesi soru sorma ve bekleme aşamasından protesto ve eyleme geçme aşamasına hızla taşıyor.”

YDH - Lübnan'daki İslami Direniş, İsrail'in güney Lübnan'ı işgalini sürdürmesi ve saldırılarını genişletmesine karşı "doğrudan eyleme geçmeme" politikasını benimserken, devletin egemenlik sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini vurguluyor. ABD ve Fransa'nın, İsrail'in 1701 sayılı kararı ihlal etmesine sessiz kalması ve Hizbullah'ı suçlaması, Lübnan'daki yöneticilerin etkisizliğini gözler önüne seriyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin’e göre işgalin normalleştirilmeye çalışılması ve halkın sabretmesinin beklenmesi, direniş liderliğini eyleme geçmeye zorluyor. Eğer egemenliği sağlayacak, esirleri geri getirecek ve saldırıları durduracak bir çözüm bulunamazsa, silah yeniden işgali sona erdirmenin tek yolu olarak öne çıkabilir.
Düşman İsrail’in Savunma Bakanı Yisrael Katz'ın, ordusunun ABD'nin desteğiyle Lübnan'ın güneyinde süresiz olarak kalacağını açıklamasından farklı bir şey bekleyen kimse yoktu.
Aynı şekilde, kimse ABD'nin bu durumu reddetmesini ya da düşmanı işgal ettiği Lübnan topraklarından çekilmeye zorlayacak bir adım atmasını veya tuttuğu Lübnanlı esirleri serbest bırakmasını beklemiyor.
Şu ana kadar, bu konuya ilişkin tüm temaslar ciddi bir işaret taşımıyor; bilakis, Amerikalıların söylediği ve Fransızların tekrarladığı genel geçer sözlerden ibaret.
Bu sözler, İsrail'in 1701 sayılı kararı uygulamaya bağlı kalmasını sağlamak için temasların devam ettiği yönünde.
Fakat şu ana kadar açıkça söylenmeyen şey, Amerikalılar ve Fransızlar tarafından kapalı kapılar ardında dile getiriliyor. Burada, İsrail'in söylemini tekrarlıyorlar: Hizbullah'ın anlaşmayı uygulamadığı ve Lübnan ordusunun yapması gerekenleri yapmadığı iddia ediliyor.
Detaylı bir inceleme yapıldığında, bu açıklamalar, Avkar'daki ABD Büyükelçiliğinden işleri idare den Amerikan askeri istihbaratının kontrolündeki politikacılar, medya mensupları ve aktivistler tarafından dile getiriliyor.
Bu kişiler, düzenli toplantılarla bu ilişkiyi daha cesur bir şekilde sürdürüyor. Toplantılarda, gündeme getirilmesi gereken konular ve bunun karşılığında alınacak maddi bedeller belirleniyor.
Bazıları, ellerine geçen miktardan daha azını aldıklarına dair belgeler imzalıyor.
Kimlikleri ve rolleri yakında ortaya çıkarılacak olan bu ekip, şu anda Lübnan ordusunun anlaşmaya ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmesinin engellendiği üzerinde duruyor.
Bu yükümlülükler arasında, Litani Nehri'nin güneyindeki tüm bölgelerde yoğun bir şekilde konuşlanma, Hizbullah'a ait askeri yapıları dağıtmak için belirli noktalarda arama operasyonları başlatma, sadece merkezlerden değil aynı zamanda evlerden de silahların toplanması yer alıyor.
Ayrıca, ordu istihbaratının, bu bölgedeki Hizbullah unsurlarının askeri, güvenlik veya "şüpheli" faaliyetlerini izlemesi, bu kişilerin köylerden olmaları durumunda bile bunu yapması ve Lübnan'ın, uluslararası güçlere Litani'nin güneyindeki tüm bölgelerde istedikleri gibi hareket etme özgürlüğü vermesi, "şüpheli" tüm noktalarda ani arama operasyonları yapması talep ediliyor.
"Büyükelçilik ajanları" ise, Lübnan'ın anlaşmayı etkin bir şekilde uygulaması için Hizbullah'ın tüm Lübnan bölgelerinde silahsızlandırılması sürecinin başlatılması gerektiğini, Lübnan hükümetinin uluslararası güçlerin desteğiyle Suriye sınırına orduyu konuşlandırma kararı alması gerektiğini ve silah depoları, merkezler veya tesislerin bulunmadığından emin olmak için derinlemesine çalışmalar yapılması gerektiğini söylüyor.
Bu ajanlar, düşmanın bugün yaptığı işgal ve saldırganlığı, "Lübnan'ın kaldırmadığı tehditleri ortadan kaldırma hakkını İsrail'e veren anlaşmayla uyumlu ve doğal" olarak meşrulaştırıyor.
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı General Jozef Aun'un ve hükümetin, özellikle Başbakan Navaf Selam'ın, yaşananlara ilişkin resmi sessizliği ve sadece kararın uygulanmasını sağlamak için destekçi ülkelerle temaslarda bulunulduğu açıklamaları, gereksiz bir çabadan öteye gitmiyor.
Zira İsrail, Lübnan'dan herhangi bir resmi tutumla ilgilenen bir konumda değil. Onun için önemli olan ve elde ettiği şey, ABD'nin Lübnan'ın sessiz kalmasını garanti etmesi ve işgal güçlerine karşı herhangi bir askeri eylemin gerçekleşmesini engellemesi.
Şu ana kadar, Lübnan'daki İslami Direniş, işgalin devam etmesi ve saldırganlığın genişlemesine yanıt olarak "doğrudan eyleme geçmeme" politikasını benimsiyor.
Direniş liderleri her fırsatta, devletin Lübnan'ın egemenliğine ilişkin sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini söylüyor.
Direniş liderlerinin, devletin işgalin tamamen sona ermesini, esirlerin serbest bırakılmasını ve saldırıların durdurulmasını sağlama görevine dair tekrarlanan söylemleri, Lübnan'daki yöneticilere sorumluluğu yüklemekten başka bir şey değil.
Fakat direniş liderliği, Lübnan'daki sorumluluk makamında oturanların bugün, ülkelerinin yapabileceği tek şeyin devletlerden müdahale talep etmekten ibaret olduğunu bildiklerini de önceden biliyor.
Peki, yöneticilerin tutumu ne?
Şu ana kadar, bu insanlar Lübnan'ın hala savaşın etkisi altında olduğu ve İsrail'e yönelik baskıyı yeni bir seviyeye taşımanın mümkün olmadığı düşüncesiyle hareket ediyor.
İç önceliklerin devleti daha ileri gitmekten alıkoyduğuna inanıyorlar. Bu arada, işgalin devam etmesi ve saldırganlığın sürmesi sıradan bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılıyor ve güney ile Bekaa halkından düşmanın yaptıklarına sabretmeleri bekleniyor.
Gerçek şu ki, kimse direniş liderliğine belirli bir ajandayı dayatmak istemiyor. Ancak, aciz bir yönetim de direniş liderliğine belirli bir gündemi dayatamaz.
Düşmanın yaptıkları, herkesi soru sorma ve bekleme aşamasından protesto ve eyleme geçme aşamasına hızla taşıyor.
Eğer tam egemenliği sağlayacak, esirleri geri getirecek ve saldırganlığı durduracak sağlam bir fikri olan varsa, bunu masaya koymakta gecikmemeli. Zira çok geçmeden silah, işgali sona erdirmenin tek yolu olarak yeniden öne çıkacaktır!
Çeviri: YDH