"Gelişmeler, Suriye’nin yeniden şekillendirilme sürecine etki etmek isteyen dış güçlerin de sürece müdahil olduğunu gösteriyor."

YDH - Suriye’nin kıyı bölgesinde yaşanan katliam, yalnızca yerel dinamiklerle değil, uluslararası güç mücadeleleriyle de şekillendi. Türkiye’nin olaylara sessiz kalışı ve bölgedeki silahlı grupları yönlendirmesi, yeni Suriye düzenindeki etkisini pekiştirdi. Körfez medyası ise katliamı çarpıtarak, kurbanları suçlu, saldırganları mağdur olarak göstermeye çalıştı. El-Ahbar yazar Hüseyin İbrahim, yaşananların Suriye’nin geleceğine dair bölgesel güçler arasında devam eden mücadeleyi gözler önüne serdiğine dikkat çekiyor.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejiminin kıyı bölgesinde gerçekleşen katliamların sorumlusu olmadığı iddiası doğru olsa bile, bu katliamları gerçekleştiren ve "kontrolden çıkmış gruplar" olarak adlandırılan unsurların buraya rastlantısal şekilde gelmediği aşikar.
Bu gruplar, eski Cumhurbaşkanı Beşşar el-Esed'in düşüşü sonrası Suriye’yi kontrol eden güçlerin yapısal bir parçası.
Bilinçli şekilde kıyıya gönderilmelerinin sebebi, bu bölgenin yeni rejim için potansiyel bir tehdit oluşturabileceği düşüncesi. Bunun temel nedeni, eski rejimin ordu ve güvenlik kurumlarındaki pek çok kilit ismin bu bölgeden çıkması.
Fakat, rejimin çöküşünden bu yana geçen aylar içinde, rejim unsurlarının büyük ölçüde yurt dışına kaçması (esir düşmeyenler için), İran ve Hizbullah'ın (ve belirli ölçüde Rusların) Suriye’den çekilmesi, ardından Alevi toplumunun yeni yönetime uyum sağlaması gibi gelişmeler yaşandı.
Tüm bu etkenler, eski rejimin kalıntılarının Suriye’de etkili bir varlık oluşturmasını veya yeni rejimi tehdit etmesini zorlaştırdı.
Ancak yeni rejim, kıyı bölgesine gönderdiği unsurlar aracılığıyla, eski rejim mensuplarını takip etme gerekçesiyle Alevilere karşı şiddet eylemlerini aşırı derecede artırdı.
Bölgedeki kanaat önderlerinin ve dini liderlerin, eski rejim döneminde halka zulmeden suçluların listesinin çıkarılması yönündeki taleplerine kulak verilmedi.
Bunun yanı sıra, adil bir hesaplaşma sistemi de kurulmadı. Bu durum, tüm Alevi toplumunu suçlu konumuna düşürdü, hayatlarını katlanılmaz hale getirdi ve kaçınılmaz bir patlamaya yol açtı.
Fakat olayların yalnızca bu bağlamda ele alınması yeterli olmaz. Zira gelişmeler, Suriye’nin yeniden şekillendirilme sürecine etki etmek isteyen dış güçlerin de sürece müdahil olduğunu gösteriyor.
Suriye’nin akıbeti henüz kesinleşmiş değil ve bu süreci etkileyen büyük bölgesel ve uluslararası engeller bulunuyor.
Her aktör, ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. Burada özellikle Türkiye’nin sürece yoğun şekilde dahil olduğu görülüyor.
Türkiye, Esed sonrası Suriye’de en büyük etkiye sahip ülkelerden biri konumunda. Kıyıdaki katliamın gerçekleşmesine dair Türkiye’nin sessiz kalışı ve hatta bölgede faaliyet gösteren silahlı grupları cesaretlendirmesi, Ankara’nın buradaki rolüne işaret ediyor.
Bu grupların büyük bir kısmı zamanla dağıtılarak yeni Suriye ordusuna entegre edildi ve bu yeni ordunun belkemiğini oluşturan Suriye Milli Ordusu, doğrudan Türkiye’nin yönetimi altında bulunuyor.
Türkiye’nin kıyı bölgesine yönelik politikası, buranın yakın bir bağımsızlık tehdidi oluşturması ile ilgili değil. Bilakis, kıyı bölgesi, Suriye’de bağımsızlık eğilimlerinin en zayıf olduğu bölgelerden biri olarak öne çıkıyor.
Şu an için bağımsızlık girişimlerinin en yoğun olduğu yerler kuzeydoğu ve güney bölgeleri. Bu bölgeler ise ABD veya İsrail’in koruması altında olduğu için, Türkiye ve Şam’daki müttefikleri buralara müdahale edemiyor.
Dolayısıyla, kıyı bölgesinde “cihat” çağrısı yapan unsurlar dahi kuzeydoğu ve güney bölgelerinde harekete geçmekten çekiniyor.
Hatta, Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na birkaç kilometre mesafedeki Ceramana bölgesinde bile benzer bir hareketlilik yaşanmıyor.
Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerinin yanı sıra, Körfez ülkelerinin de sürece müdahil olduğu görülüyor.
Körfez ülkeleri, özellikle Katar ve Suudi Arabistan, kıyı katliamına ilişkin Batı ve ABD’nin sessizliğinden faydalanarak olayları kendi çıkarlarına uygun şekilde yansıttı.
Körfez medyası, katliamı benzeri görülmemiş bir şekilde manipüle ederek, kurbanları suçlu, katliamı gerçekleştiren yabancı militanları ise mazlum olarak lanse etti.
Katliamı gerçekleştiren unsurlar, kadınları ve çocukları evlerinde bıçaklayarak öldürdüklerini övünerek anlatmalarına rağmen, medya bunları mağdur olarak göstermeye çalıştı.
Sonuç olarak, kıyı bölgesinde yaşananlar, Alevilerin kanı üzerinden, Suriye’de kimin kazanan, kimin kaybeden olduğunu bir kez daha hatırlatma niteliği taşıyor.
Bu durum, Batı-İsrail ittifakı ile ona karşı duran güçler arasındaki daha büyük bir savaşın parçası olarak görülmeli.
Bu savaş, 7 Ekim 2023’te Gazze Şeridi’nde başladı ve Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak’a yayıldı. Bu süreçte kazanan taraf, kıyıdaki katliam gibi olayları kullanarak “ganimetleri” yeniden dağıtmaktan çekinmedi.
Bu noktada İsrail’in de devreye girdiği görülüyor. Tel Aviv, Suriye’yi bölme girişimlerini artırarak Türkiye’nin Suriye’deki zaferini elinden alma noktasına yaklaştı.
Ceramana’daki olaylarla birlikte, İsrail’in koruma şemsiyesi Şam’ın kapılarına kadar genişletildi. Bu süreç, Türkiye’nin Şam’daki etkisini büyük ölçüde azaltarak, kuzeydoğudaki Kürt bölgesinin liderliğinde bir bölünme riskini artırdı.
Ancak, Arap dünyası da (Birleşik Arap Emirlikleri hariç) Suriye’nin bölünmesini kendi sınırlarında istemiyor. Türkiye’nin yeni rejim üzerindeki etkisinden rahatsız olsalar da, İsrail’in Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme projesinin yaratabileceği varoluşsal tehditler çok daha büyük bir endişe kaynağı.
Bu tehdidin en somut hali ise, Gazze Şeridi’nden (ve muhtemelen Batı Şeria ve İsrail içinden) Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi ve komşu ülkelerde yeniden iskân edilmesi projesi.
Bu senaryo, bazı Arap ülkelerinden toprakların koparılmasına yol açarak, bölgedeki sınırları ve mevcut siyasi düzenleri temelden sarsma riski taşıyor.
Çeviri: YDH