"Ne olursa olsun, olayın ufku ve yansımaları, özellikle İran'ın olayı okumasına ve buna dayalı olarak alacağı tutuma bağlı."

YDH - El-Ahbar yazarı Ali Haydar, İran'ın Bender Abbas kentindeki Şehid Recai Limanı'ndaki patlamanın, ABD-İran müzakereleriyle aynı zamana denk gelmesi nedeniyle İsrail tarafından düzenlenmiş planlı bir sabotaj olabileceği ihtimalini değerlendiriyor. Haydar, bu tür bir eylemin amacının İran üzerinde baskı kurmak, iktisadi altyapısının da hedef alınabileceğini göstermek ve müzakerelerde taviz vermeye zorlamak olabileceğini belirtiyor. Yazar, İran'ın bu olaya vereceği tepkinin ve tutumundaki kararlılığın, olayın siyasi sonuçlarını ve bölgedeki gerilimin geleceğini belirleyeceğini vurguluyor.
İran'ın güneyindeki Bender Abbas şehrinde bulunan Şehid Recai Limanı'nda meydana gelen patlamayla ilgili iç soruşturmalar devam ederken, bazı tahminler olayın planlı bir istihbarat operasyonu olduğu varsayımını güçlendiriyor.
Bu tahminler, patlamanın İran-ABD müzakerelerinin sürdüğü bir dönemde ve bu müzakerelerin Maskat'taki üçüncü turunun yapıldığı gün gerçekleşmiş olmasına dayanıyor.
Ancak, objektiflik ve profesyonellik, her yöndeki herhangi bir hükmün lehine ciddi ve kesin verilerin bulunmasına bağlı olduğu için tüm olasılıkların dikkate alınmasını gerektirir.
Yine de bu olay, hem içeride hem de dışarıda İslam Cumhuriyeti yönetimini hedef almak için birden fazla düzeyde kullanılabilir.
İran'daki ilgili kurumların patlamanın nedenleri hakkında henüz kesin sonuçlara ulaşmamış olma ihtimali de bulunuyor; fakat öne sürülen tüm varsayımlar arasında en tehlikelisi, İsrail'in arkasında olduğu bir sabotaj eylemi.
Düşman, genelde bu tür bağlamlarda, nükleer veya füze ve askeri programlarla ilgili hedefleri seçer. Böylece, 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırmak için Viyana müzakereleri sırasında Natanz tesisine düzenlenen saldırıda (11 Nisan 2021) ve diğerlerinde olduğu gibi, kendi başına istenen hedeflere de ulaşmış olur.
O zaman İran, patlamanın sonuçlarını kontrol altına almayı başarmış ve buna uranyum zenginleştirme seviyelerini yüzde 60'a çıkararak karşılık vermişti. Böylece yeni bir nükleer gerçeklik yaratarak müzakere masasında daha güçlü bir konuma gelmişti.
Şehid Recai Limanı'ndaki yangın, eğer gerçekten bir istihbarat operasyonuysa, savrulan tehditlere inandırıcılık katmayı ve Tahran'a anlaşmanın alternatifinin askeri ve güvenlik seçeneği olduğunu, İslam Cumhuriyeti'ne yönelik saldırıların nükleer programını aşarak ekonomik tesislerini de kapsayacağını anlatmayı amaçlıyor.
Bağlam ve zamanlama açısından patlama, Tahran'daki siyasi karar alıcılar üzerinde baskı kurarak onları taviz vermeye zorlamayı da hedefliyor.
Ancak, eğer eylem, faillerin arkalarında planlı bir eylem olduğuna işaret eden hiçbir iz bırakmayacak kadar profesyonel bir düzeydeyse, olayın herhangi bir siyasi sonuç doğurma olasılığı azalır.
Zira bu sonuçların şartı, İran liderliğinin bir sabotaj adımı olduğunu fark etmesi ve bunu, eğer sabitelerinden geri adım atmazsa, sürekli saldırılar yolunun bir göstergesi olarak kabul etmesidir.
Olayın yönetime karşı kullanılmasına gelince, İran'ın düşmanları ve Batı-İsrail kampının destekçileri, patlamanın planlı mı yoksa başka nedenlerden mi kaynaklandığına dair kesin kanıtlar olmaksızın hızla harekete geçtiler.
Öyle ki, bu çevreler sanki olayın nedenleri, bahsedilen malzemeler ve sevkiyatlar hakkında özel bilgilere sahipmiş gibi göründüler.
Her hâlükârda, İsrail'in istihbarat operasyonu varsayımını ele alırsak, bu büyüklükte ve hassas bir zamanlamada bir planın Donald Trump yönetimiyle doğrudan koordinasyon olmaksızın gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmüyor.
Ancak, bu koordinasyon olsun ya da olmasın, olayın sonuçları maddi ve ekonomik hesapları aşıyor ve kendi içinde, müzakerelerin başarısızlığının alternatif bir yolunun başlangıcı olması gerektiği gibi önemli mesajlar barındırıyor.
Ayrıca, düşmanın bu durumu kullanarak İran'ın daha tehlikeli bir Amerikan tepkisinden kaçınmak için caydırıldığı izlenimini vermeye çalışması hâlinde riskler daha da artar.
Zira bu durum, düşmanın ardışık Amerikan yönetimleriyle yaptığı istişarelerde öne sürdüğü şu kavramla örtüşüyor: Eğer İran, yönetimin varlığını tehdit edecek şekilde ekonomik ve güvenlik tesislerini hedeflemeye yönelik gerçek bir Amerikan iradesinin varlığını hissederse, nükleer ve nükleer olmayan pek çok ilkesinden geri adım atmaya hazır olacaktır.
Bu iddia, ülkenin tarihinde baskılara ve değişkenlere uyum sağlamak zorunda kaldığı dönüm noktalarına dayandırılıyor.
Ancak belirtilen senaryo, İran'ın askeri ve füze yeteneklerindeki dönüşümleri, nükleer eşik devleti hâline gelmesini ve nükleer bilginin artık silinemeyecek yerli bir İran bilgisi olmasını göz ardı ediyor.
"İran'ın uyum sağlaması" varsayımının tehlikelerinden biri de, İsrail'e saldırılarını sürdürme ve tırmandırma konusunda daha geniş bir alan tanımasıdır ki bu da müzakere sürecinde ciddi engeller yaratacaktır.
Patlamanın amacının İsrail hesapları adına mevcut müzakereleri sabote etmek olduğu varsayımına gelince; bu, Trump döneminde ve özellikle bu aşamada, teorik olarak bir olasılık olarak kalsa da, pek olası görünmüyor.
Ne olursa olsun, olayın ufku ve yansımaları, özellikle İran'ın olayı okumasına ve buna dayalı olarak alacağı tutuma bağlı.
Bu çerçevede ilk bir sonuç olarak, İran'ın nükleer ve nükleer olmayan konulardaki tutumunda kararlı kalmasının, patlamanın mesajlarının ve siyasi hedeflerinin temel bir yönünü boşa çıkaracağı söylenebilir.
Bu durum, Tel Aviv ve Washington'u, tırmanışa veya İran'ın tavanına ve sabitelerine uyum sağlamaya açık alternatif kararlar alma zorluğuyla karşı karşıya bırakacaktır.
Her iki taraftan birinin baskı veya askeri karşılık seçeneğini benimsemesi hâlinde, oyun açığa çıkar ve bu da müzakere sürecini ve bölgedeki durumun geleceğini daha tehlikeli senaryolarla karşı karşıya bırakır.
Çeviri: YDH