Siyonist stratejist: Esed’in düşmesiyle bölgesel gücümüz arttı

img
Siyonist stratejist: Esed’in düşmesiyle bölgesel gücümüz arttı YDH

Siyonist Strateji Enstitüsü Başkanı Meir Ben-Şabat, İran'ın bölgedeki etkisinin zayıflaması ve Esed hükümetinin düşüşü ile İsrail'in bölgesel gücünü yeniden kazandığını belirterek, İsrail'in askeri başarısı ve toplumsal dayanışmanın, güvenlik tehditlerine karşı ülkenin varlığını sürdürmesinde kilit rol oynadığını vurguluyor.




YDH- İsrail merkezli Makor Rishon gazetesinde yayımlanan Meir Ben-Şabat imzalı yazıya göre, İran'ın, İsrail çevresinde oluşturduğu ateş halkasının çöküşü ve Esed rejiminin düşmesi, Ortadoğu'daki güç dengesinde önemli bir değişimin habercisi olarak İsrail'in bölgesel bir güç olarak yeniden yapılanma sürecini tamamlamasına zemin hazırladı.

Misgav Ulusal Güvenlik ve Siyonist Strateji Enstitüsü Başkanı olan Meir Ben-Şabat, ‘’İsrail'in geçmişteki zorluklarla nasıl başa çıktığını, bu süreçteki güçlenişini ve geleceğe dair nasıl bir yol izlemesi gerektiğini’’ ele alırken İsrail'in ‘’yalnızca askeri değil, toplumsal dayanışma ve moral gücüyle de başarıya ulaşabileceğini’’ savunuyor.

Ortadoğu’daki değişimleri analiz ederek İran’ın etkisinin zayıflamasıyla birlikte İsrail’in bölgedeki gücünün artacağını belirten Ben-Şabat'a göre, Esed rejiminin düşüşü de bölgesel güç dengesinin değişmesine işaret ediyor.

İsrail’in bölgedeki gücünü yeniden kazandığını ve geri döndüğünü belirten Ben-Şabat, İsrail’in üstteki gelişmeler ile uluslararası arenada güçlü bir konumda olduğunu anlatıyor.

Siyonist stratejiste göre, İsrail’in askeri başarısı ve Suriye’ye karşı kazandığı zaferin büyüklüğünün bölgesel etkileri, İsrail’in askeri kapasitesinin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha ortaya koymuş.

1948’de İsrail Devleti'nin kurulduğu anı hatırlatan Meir Ben-Şabat, David Ben-Gurion'un İsrail'in güvenliğinin güvenlik güçlerinin sorumluluğunda olduğuna dair söylediği bir sözü alıntıladı:

‘’Bu gece, Yahudi devletinin bağımsızlığını ilan ediyoruz. Ve bu devletin kaderi, sadece güvenlik güçlerinin ellerinde değil, tüm halkımızın ellerindedir.’’

Ben-Şabat, Ben-Gurion'un "devletin kaderi güvenlik güçlerinin ellerindedir" sözlerinin, bugün İsrail’in içinde bulunduğu durumu ve güvenlik gereksinimlerini nasıl karşılayarak doğru çıktığını vurguladıktan sonra, İsrail'in güvenliğinin, yalnızca askeri güçlere değil, tüm güvenlik sistemine dayandığını ve bunun devletin varlığının devamı için hayati önemde olduğunu anlatıyor.

İsrail’in 77. Bağımsızlık Günü öncesindeki durumunu tanımlayan ve İsrail'in karşılaştığı zorlukları sıralayan Ben-Şabat, Gazze'deki savaş, sürekli artan kayıplar, İsrailli tutukluların geleceği, İsrail’in bölgedeki saldırılarının rutin hale gelmesi, Yemen’den gelen füzelerin engellenmesi gibi durumların, ülkenin güvenlik tehditlerine nasıl adapte olduğunu gösterdiğini öne sürüyor.

İsrail’in sürekli bir savaş halinde olduğuna ve güvenlik endişelerinin yaşamın bir parçası haline geldiğine işaret eden Ben-Şabat öte yandan İran’ın nükleer tehdidinin, bölgesel güvenlik için devam eden büyük bir tehlike olduğunu iddia ediyor.

İsrail'in güvenlik durumu ve varlığını sürdürme biçimini sorgulayan Ben-Şabat, "Sonsuza dek kılıcımızla mı yaşayacağız? Bunu bilemeyiz." diyerek ''Barış vizyonu hâlâ içimizde, kalbimizde, bilincimizde ve dualarımızda derinden kök salmıştır." iddiasını öne sürüyor.

Barışa olan özlemin insanları gerçeklikten uzaklaştırmaması gerektiğini belirten Siyonist stratejist, İsrail için gerçek barışın ancak zorluklar ve tehditler karşısında bir zafer elde edildikten sonra mümkün olabileceğini söylüyor.

 Barışın sağlanabilmesi için güç kullanmanın gerekebileceğini vurguladıktan sonra, barışın sadece güzel bir hayal olmadığını, bazen zorlayıcı güçlerin de gerekebileceğini belirtiyor:

‘’Çeşitli süreçler ve faktörler, İsrail Devleti'nin ilk yıllarında üzerine dayandığı 'mobilize olmuş toplum' ve 'halkın ordusu' kavramlarının yerini diğer kavramlara bırakmasına yol açmıştır. Savaş sonrasında, İsrail bu kavramlara geri dönmek zorunda kalacak, devletin varlığı ve bağımsızlığı için sürekli bir mücadele gerektiğini kabul edecektir.’’

"Vatandaşlık eğitimi güçlendirilmeli, toprak üzerindeki ısrar derinleştirilmeli ve özellikle entelektüel ve yönetim alanlarında değerler pekiştirilmelidir..." diyen Ben-Şabat, her yerleşimcinin sadece kendi çıkarlarını değil, ülkenin refahı için sorumluluk taşıması gerektiğini belirtiyor.

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan'ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmaya referansla, İsrail'in savaş sırasında nasıl bir tutum sergilediğini ve bu tutumun dünya tarafından nasıl algılandığını anlatan Ben-Şabat'a göre bu sözler, İsrail’in gerçek karakterinin ortaya çıktığını vurguluyor.

Mesud Pizişkiyan, "Savaş boyunca, dünya İsrail'in gerçek doğasını gördü" demişti.

İran’ın, İsrail’i eleştirmeye çalıştığı fakat sonunda İsrail’in savunma başarısını takdir ederek ayrıldığını iddia eden Ben-Şabat'a göre, İsrail'in savaşta ortaya koyduğu doğa, İsrail'in savaşma biçiminin doğru ve güçlü olduğunu anlatan bir mesaj.

Ben-Şabat, savaşın İsrail’in karşılaştığı tehditleri ve düşmanlarının beklentilerini alt üst ettiğini öne sürdükten sonra, düşmanlarının İsrail’in gücünü yanlış değerlendirdiğini ve beklenmedik bir şekilde zafer kazanıldığını vurguluyor:

‘’İsrail'in tek bir arenada bile uzun süre savaşmakta zorluk çekeceği, daha da fazlasında savaşacağı, iç ve dış baskılara karşı hedeflerinden taviz vermek zorunda kalacağı ve aldıkları risklerde daha temkinli olacağı tahminleri, İsrail'in 'gerçek doğasını' hesaba katmamıştı.’’

Ve ekliyor:

‘’İç cephedeki direncin, daha önce örümcek ağına benzemesiyle alay edilen İsrail toplumunun direncinin, her türlü tartışmayı anında aşan karşılıklı garanti ve dayanışmanın, genç kuşağın kahramanlığının ve hem düzenli hem de yedek askerlerimizin dayanıklılığının hepsi hayranlık uyandırdı, üstelik sadece düşmanlarımızda değil, tüm dünyada.’’

İsrail'in yaşadığı acılara ve kayıplara rağmen sağduyulu, dikkatli ve temkinli bir yaklaşım sergileyerek varlığının kırılganlıklarının farkında olduğunu belirten Ben-Şabat, İsrailli yerleşimci toplumunun 7 Ekim'den sonra eski haline dönmediğini, bu deneyimden büyüyerek çıktığını öne sürüyor.