Cheney operasyonunda Prens Bender'in rolü

img
Cheney operasyonunda Prens Bender'in rolü YDH

-Newyorker Dergisi Genel yazarı Seymour M. Hersh, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin başkanlığında yeniden yapılandırılan Ortadoğu stratejisi ile ilgili yazısının ikinci bölümünde Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Bender’in yeni stratejideki rolünü anlatıyor.




YDH-Newyorker Dergisi yazarı Seymour M. Hersh, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin başkanlığında yeniden yapılandırılan Ortadoğu stratejisi ile ilgili yazısının ikinci bölümünde Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Bender’in yeni stratejideki rolünü anlatıyor.

 

Yeniden Yönlendirme - 2

 

Prens Bender’in Oyunu

 

Amerikan hükümetinin Ortadoğu’daki İran hâkimiyetini azaltma çabaları en çok Suudi Arabistan Prensi Bender’e dayanıyor. 2005 yılına kadar 22 yıl boyunca ABD büyükelçisi olan Bender, Bush ve Cheney’le dostluğunu devam ettiriyor; onlarla özel görüşmeler yapıyor. Üst düzey Beyaz Saray görevlileri de Suudi Arabistan’a gizli ziyaretlerde bulunuyorlar.

 

Kasım ayında Cheney, Suudi Arabistan’a giderek Kral Abdullah ve Prens Bender’le sürpriz bir toplantı gerçekleştirdi. Kral, Cheney’i ikaz ederek Amerika çekilirse Suudi Arabistan’ın Irak’taki Sünnileri destekleyeceğini bildirdi. Avrupa’dan gelen istihbarata göre bu toplantı, Suudi Arabistanlıların Şiilerin yükselişi konusundaki korkuları üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Bu yükselişe tepki gösteren Suudi Arabistanlılar kendi güçleri olan paralarını kullanmaya başladılar.

 

Rekabetin çok yüksek olduğu Kraliyet ailesinde Prens Bender her zaman ABD ile olan ilişkisini bir koz olarak kullandı. Bender’den sonra gelen büyükelçi Türki Faysal, 18 ay sonra istifa etti ve onun yerine Bender’in adamı olan Adil el-Cubeyr geldi. Ancak Bender, Türki’nin büyükelçiliği sırasında bile -Cheney ve Abrams dâhil olmak üzere- üst düzey Beyaz Saray yetkilileriyle toplantılarına devam etti. Türki, bu konuda rahatsız olmakla birlikte ve Bender’i sevmemesine rağmen Ortadoğu’da Şiilerin gücünün artmaması konusunda Bender’le ortak görüşe sahip.

 

Şiiler ve Sünniler arasındaki ayrım 7. yüzyılda Hz. Muhammed’in halifesinin kim olacağı konusunda anlaşamayan mezhepler arasındaki ihtilafa kadar uzanıyor. Osmanlı imparatorluğu ve hilafeti Sünnileri desteklerken geleneksel olarak da Şiiler dışlanmıştı. Tüm dünyada Müslümanların yüzde doksanı Sünni iken Şiiler İran, Irak, Bahreyn ve Lübnan’da çoğunluğu oluşturuyor. Bunların petrol açısında zengin olan bu bölgedeki gücü özellikle İran’ın yükselen jeopolitik ağırlığı göz önüne alınınca ortaya bir Şii hilali çıkacağından kaygı duyuluyor.

 

Ortadoğu uzmanı emekli bir Amerikan Subayı olan Frederic Hof, Suudi Arabistanlıların hâlâ dünyaya Osmanlı İmparatorluğu’nun gözüyle baktıklarını söylüyor. O zamanlar Sünni Müslümanlar ülkeyi yönetirdi; Şiiler de alt sınıfı oluştururdu. Bender’in Amerikan politikasını Sünnilerin avantajına değiştirmesi kraliyet ailesi içerisindeki prestijini büyük ölçüde artıracak.

 

Suudi Arabistan’ın önemli petrol sahası olan doğu bölgesinde önemli bir Şii azınlık yaşıyor ve bu bölgede mezhep gerilimi çok yüksek. Kraliyet ailesi, yerli Şiilerle çalışan İran casuslarının Kraliyet ailesine yönelik birçok terör saldırısının arkasında olduğunu düşünüyor. Veli Nasr şunları söylüyor: Bugün İran’la baş edebilecek terk ordu ABD tarafından imha edildi. Şu anda 450 bin askeri olan ve her an nükleer kapasitesini geliştirebilecek olan bir İran’la karşı karşıyayız. Suudi Arabistan’ın ise sadece hazırda 75 bin askeri var.

 

Suudilerin parası çok ve selefi akımla derin ilişkileri var. Daha önce İran tehdit ettiği zaman Suudi Arabistanlılar en kötü radikal İslamcılarını harekete geçirdi. Ama bu radikaller inlerinden bir çıktıkları zaman bir daha geri sokulamıyor. Ancak radikal Sünnilerin sponsorluğunu yapan Suudi Arabistan kraliyet ailesi, aynı zamanda prenslerin yolsuzluklarına itiraz eden bu radikallerin hedefi de olabiliyor. Prenslerin oynadığı kumara göre Kuran kurslarını ve radikallere bağlı hayır vakıflarını desteklediği sürece devrilmeyecekler. Amerikan hükümetinin yeni stratejisi de buna dayalı.

 

Nasr, mevcut durumla el-Kaide’nin ilk ortaya çıktığı süreci karşılaştırarak 80’li ve 90’lı yıllarda CIA’nın Afganistan’daki vekâlet savaşını Suudi Arabistan’ın finanse etmesini önerdiğini belirtiyor. Buna göre yüzlerce genç Suudi Arabistan vatandaşı, Kuran kurslarının insan toplama kampları ve eğitim üslerine dönüştürülerek kullanıldığı kaydediliyor. O zaman olduğu gibi şimdi de Suudi Arabistanlıların para verdiği kimseler yine selefiler. Onların arasında 1988 yılında el-Kaide’yi kuran Usame b. Ladin ve ortakları da vardı.

 

Bu seferse Bender ve diğer Suudi Arabistanlılar Beyaz Saray’a kökten dincilerin hareketini yarattıklarını ve kontrol de edebileceklerini söyledi. “Biz Selefilerin bomba atmasını istemiyor değiliz; ancak bombaları Hizbullah’a, Mukteda Sadr’a, İran’a ve -Hizbullah ve İran’la çalışmaya devam ederlerse- Suriye’ye karşı atmalarını istiyoruz.”

 

Bana “İran’a karşı ABD’ye katılmak siyasi bir risk. Bender zaten Arap dünyasında Bush hükümetine çok fazla yakın olmakla suçlanıyor” diyen eski bir Suudi diplomat “Bizim iki kabusumuz var: Birincisi İran’ın nükleer silaha sahip olması diğeri de Amerika’nın İran’a saldırması. İranlıları İsrail’in bombalaması bizim açımızdan daha iyi. Eğer bunu Amerika yaparsa biz suçlanacağız” şeklinde devam ediyor.

 

Geçtiğimiz yıl Suudiler, İsrailliler ve Bush hükümeti yeni stratejik yönelişi belirledi. Amerikan hükümetinin bir danışmanının bana söylediğine göre dört ana unsur işin içerisindeydi. Birincisi: İsrail’in güvenliği ön planda olacak; bu noktada Washington, Suudi Arabistan ve katılımcı diğer Sünni ülkeler İran konusundaki kaygıyı paylaşacak.

 

İkincisi; Suudi Arabistanlılar İran tarafından desteklenen Filistinli İslami Hareket olan Hamas’ın İsrail karşıtı saldırılarını durdurmasını ve daha laik bir hareket olan el-Fetih’le liderliği paylaşmasını sağlayacak. Nitekim Suudi Arabistan Mekke’de iki hareket arasında bir anlaşma sağlandı. Ancak anlaşmanın şartları İsrail ve Amerika’da memnuniyetsizlik yarattı.

 

Üçüncüsü; Bush hükümeti doğrudan Sünni ülkelerle çalışarak bölgedeki Şii yükselişini giderecek.

 

Dördüncüsü; Washington’un onayıyla Suudi Arabistan hükümeti Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın hükümeti zayıflatmak için finansal ve lojistik destek sağlayacak. İsrail, Esad hükümetine baskı yapılarak müzakere zorlanmasının yararlı olduğunu düşünüyor. Zira Suriye Hizbullah’a silah taşınması noktasında önemli bir yol. Suudi Arabistan hükümeti aynı zamanda Lübnan Başbakanı Refik Hariri’ye düzenlenen suikast konusunda da Suriye’yi suçluyor.

 

Patrick Clawson, Suudilerin Beyaz Saray’la işbirliğini önemli bir çıkış noktası olarak algıladı: “Suudiler, Amerikan hükümetinin Filistin’e daha cömert bir teklifte bulunmasını istiyorsa Arap ülkelerinin de İsrail’e daha cömert bir siyasi teklifte bulunmasının gerekli olduğuna ikna etmeli. Yeni diplomatik yaklaşım çok daha fazla çaba ve ince ayar gerektirecek. Biz mi daha büyük risk altındayız, Suudi Arabistanlılar mı? Amerika’nın Ortadoğu’da çok düşük bir prestije sahip olduğu ortamda Suudiler bize sarılıyor; bu da bizi memnun etmeli.”

 

Pentagon danışmanının ise değişik bir görüşü vardı. O, Amerikan hükümetinin Bender’e son çare olarak sarıldığını iddia ediyor. Zira Irak savaşının başarısızlıkla sonuçlanması Ortadoğu’yu her türlü düşmanın ele geçirebileceği açık bir arazi haline getirecek.

 

Çeviri: Murat Erduran – Furkan Torlak