Suriye İnsan Hakları Gözlemevi tarafından 2013'te “katliam” diye adlandırılan olaylar, 2025'te “Esad yanlısı grupların saldırılarına tepki” olarak yeniden çerçevelendiriliyor.

Jalyssa Dugrot ve Angie Bittar, el-Meyadin için kaleme aldıkları “Who is a civilian? - The shifting standards of reporting in the Syrian context” başlıklı makalede, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ni (SİHG) eleştirel bir şekilde inceliyor ve örgütün tutarsız metodolojisini, siyasallaştırılmış kayıp raporlamasını ve Suriye'ye dair Batılı anlatılarla sorunlu bir şekilde uyumlu duruşunu ortaya koyuyor.
YDH- Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SİHG), ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Suriye konusunda en çok atıf yapılan kuruluş olup, Suriyelilerin sivil ve siyasi hakları konusunda farkındalık yaratmayı, insan hakları koşullarını geliştirmeyi ve geçiş dönemi adaleti, hesap verebilirlik ile demokratik değişim savunuculuğunu amaçlamaktadır. Halen CEO'su olan Fadıl Abdulgani tarafından Haziran 2011'de kurulan SİHG, Suriye iç savaşı boyunca ve Esed yönetiminin çöküşünden bu yana aktif olarak veri toplamakta ve tematik ve periyodik insan hakları raporları yayınlamaktadır.
Tarafsızlık, bağımsızlık iddialarına ve SİHG'nin her türlü "öznellik barındıran analizden veya saldırıları meşrulaştırmaktan kaçındığını" açıkça belirten bir ifadeye rağmen, örgütün Suriye kıyı şeridinde yeniden alevlenen şiddet ve ülke genelindeki Alevi topluluklarına yönelik saldırılar sonrası yayınladığı son raporları -aslında kuruluşun tüm faaliyet sürecindeki raporları- en iyi ihtimalle güvenilirlikleri ve nesnellikleri hakkında ciddi soru işaretleri doğuruyor.
11 Mart 2025'te, Suriye hükümetinin kırsal kesimdeki yüzlerce ve çoğunlukla Alevi sivilin yargısız infazlarını soruşturma taahhüdünü açıklamasından sadece iki gün sonra, SNHR, 6-10 Mart arasında 803 "kişinin" yargısız infazını belgeleyen bir ön rapor yayınladı. Raporda, bu olaylar "Esad rejimine bağlı devlet-dışı silahlı grupların gerçekleştirdiği saldırıların ardından işlenen ihlaller" olarak nitelendirildi. Aynı rapor, katliamların yayınlandığı sırada hâlâ devam ettiği ve kısmen de olsa devlet güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiği gerçeğine rağmen, Suriye Cumhurbaşkanı'nı "adaleti sağlama konusunda geçiş hükümetinin ciddiyetini yansıtan olumlu bir adım" olarak övdü.
Bu rapor, SİHG'nin son on yıldır sürdürdüğü raporlama normlarıyla çelişiyor; örneğin Mayıs 2013'te Baniyas köylerinde yaşanan ve benzer ölüm sayıları ile iddia detaylarına sahip ihlalleri anlatan bir raporda, olay "açık bir etnik temizlik" olarak nitelendirilmiş ve "katliam" terimi 15 kez tekrarlanmıştı. Söz konusu rapor, saldırıların rejim karşıtı eylemlerin toplu cezalandırılması amacıyla yapıldığını açıkça belirtiyordu. 2025 raporunun aksine, "kişi" ölümlerini pasif bir dille ve Esed yanlısı grupların saldırılarına bir tepki olarak aktaran Mart 2025 raporunun tersine, 2013 raporu kayıpları açıkça "siviller" olarak tanımlamış ve fail güçleri net bir şekilde suçlamıştı. Her iki raporda da metodoloji detaylandırılmamış ve her ikisi de sahada bilgi toplanamadığını itiraf ediyor.
Bu durum SİHG için istisnai değil; örneğin Haziran 2015'te yayınlanan 33 sayfalık "Toplumun Soykırımı" başlıklı mezhepsel katliamlar ve etnik temizlik raporu, Mart 2011'den yayın tarihine kadar 56 mezhepsel katliamı belgeledi. Bu raporda, kayıpların %98'inin sivil olduğu ve eski Suriye hükümetinin 3.004 belgelenmiş sivil kayıptan sorumlu tutulduğu iddia edildi. Aynı rapora göre, aynı dönemde IŞİD yalnızca üç katliamdan sorumlu tutuldu ve 58 sivilin öldürüldüğü belirtildi. SİHG, hükümete atfedilen birçok katliamı "mezhepsel" olarak nitelendiriyor, ancak bu iddiayı destekleyecek bir gerekçe sunmuyor ve örgütün kendi ifadesine göre saldırıların motivasyonu hakkında tahminde bulunmuyor.
Mart 2024 itibarıyla, 78 sayfalık bir rapor, artık eski olan Suriye rejiminin 13 yıllık iç savaş boyunca 201.206 açıkça sivil kurbanın ölümünden sorumlu olduğunu öne sürüyor. Aynı raporda IŞİD 5.056, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ise 538 sivilin ölümünden sorumlu tutuluyor. Bu rakamlar, silahlı çatışma veri tabanı ACLED'in yalnızca 2017-2018 arasında HTŞ'ye atfedilen 99 ayrı sivil şiddet olayı tespit etmesi göz önüne alındığında inanılması güç görünüyor. Peki, bu ölüm sayıları nasıl mümkün olabilir ve kaynağı nedir? SNHR geçen yıl sivilleri kolayca tanımlayabilirken şimdi neden belirsiz bir dil kullanıyor?
SİHG'nin kamuya açık metodolojisi pek az açıklık sunmaktadır; “sivil” terimi için herhangi bir tanım verilmemiştir; oysa katliam, tutuklu, zorla kaybedilen kişi, vatandaş gazeteci, medya çalışanı, sağlık personeli ve savaşçı gibi terimlerin tümü açıkça tanımlanmış ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) standartlarıyla uyumludur. Uluslararası standartlarla çelişen bir diğer nokta ise SİHG'nin şu ifadesi: "Mağdurun statüsüne dair kesin kanıt bulunmaması ve sivil mi yoksa savaşçı mı olduğu konusunda belirsizlik olması durumunda, kişi sivil olarak kaydedilir (2025, s.6)." Savaşçı statüsünü kanıtlayacak kriterler belirtilmemiş olması ve "sınıflandırılamayan" bir kategori olmaması, bu sistem altında toplanan verilerin çerçevelenmesini ve analizini ciddi şekilde etkileyen bir eksiklik.
İlginç bir şekilde, yalnızca internet arşivleri üzerinden ulaşılabilen eski metodoloji belgelerinde, sivil kurbanlar "Suriye'de ihlal gerçekleştiren taraflardan herhangi biri tarafından öldürülen kurbanlar" olarak tanımlanmış; bu tanım, sivilliğin düşmanlıklara katılmama durumuyla belirlendiği uluslararası standardı göz ardı ediyor (2016, s.6). Buna karşılık, "silahlı muhalefetten askeri kayıpların belgelenme olasılığı düşüktür, çünkü cephelerden doğru bilgi edinme zorlukları ve mağdurların ailelerinin bilgi paylaşma konusundaki isteksizliği söz konusudur."
Yukarıdaki kurban sınıflandırmaları, 2016 tarihli belgelerde neredeyse kelimesi kelimesine yer alırken 2020'de ortadan kalkmış; bu da SİHG'nin sivil ve savaşçı kayıpları ayırt etmek için hiçbir zaman tutarlı veya güvenilir bir mekanizması olmadığını gösteriyor. Daha da ilginci, ulaşılabilen en eski metodoloji belgesi (2014) açıkça, SİHG'nin kaydetmeye çalışmadığı tek kayıp türünün "güvenlik güçleri, istihbarat, Şebiha ve ordu gibi hükümet güçlerinden" gelen kurbanlar olduğunu belirtiyor. Ancak "Şebiha" teriminin tanımı veya bir bireye bu etiketin nasıl verildiği açıklanmıyor (2014, s.3).
Peki, bu metodolojik tutarsızlıkları ve uluslararası kayıp kayıt standartlarına uyumsuzluğu nasıl yorumlamalıyız? Özellikle geçmiş raporlarla keskin bir tezat oluşturan SİHG’nin son raporlarını nasıl değerlendirmeliyiz? Sözde bağımsız bir insan hakları örgütünün yüzeysel bir incelemesi bile bir dizi organizasyonel yanlış uygulamayı ortaya çıkarıyorsa, en azından bu kuruluşun, çalışmalarının ve desteklediği politikaların eleştirel bir gözle incelenmesi gerekmektedir.