Fars Körfezi: Arap ülkelerinin İran ile yakınlaşma çabalarının muhtemel niyetleri

img
Fars Körfezi: Arap ülkelerinin İran ile yakınlaşma çabalarının muhtemel niyetleri YDH

"Bugün İranlı analistlerin zihnini meşgul eden temel kaygı şudur: Arap liderlerin gerçek niyeti nedir?"




YDH - Fars Körfezi'ndeki Arap ülkelerinin, özellikle Suudi Arabistan'ın, yıllarca süren gerilimin ardından İran ile ilişkilerde gözlemlenen yakınlaşması dikkat çekici. Bu durum, Suudi Arabistan'ın Yemen'deki zorlukları ve olası bir İran savaşının yıkıcı etkilerinden kaçınma isteği gibi faktörlerle alakalı, ancak asıl belirleyici etken Suudi Arabistan'ın ABD'nin bölgesel planlarından bağımsız hareket edememesi. ISW News'ten Ali Hayderi, bu yakınlaşmanın İsrail'in "cepheleri ayırma" stratejisinin bir parçası olabileceğini ve amacın direniş gruplarını tecrit ederek İran'ın bölgesel etkisini zayıflatmak olabileceğini belirtiyor.

Son günlerde Fars Körfezi bölgesindeki Arap ülkelerinin liderlerinin İran’a yaptıkları ziyaretlerde anlamlı bir artış gözlemleniyor. Bu ziyaretler, yıllardır İran ile gergin ilişkiler içinde olan Suudi Arabistan gibi ülkeleri de kapsıyor. Suudi Arabistan geçmişte bölgesel politikalarını her zaman İran’ın etkisini ortadan kaldırmak veya en azından onu tecrit etmek üzerine kurmuştu. Ancak şu anki yön değişikliği pek çok spekülasyonu beraberinde getirmiştir. Suudi Arabistan, savunma bakanını açık ve anlamlı bir hamleyle İran İslam Cumhuriyeti’ne göndermiş, burada İslam İnkılabı Rehberi ile görüşerek ilişkilerde yeni bir dönemin başlayabileceğine dair bir irade sergilemiştir. Ancak bu “yeşil ışığın” gerçek amacı nedir?

Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı yürüttüğü savaş sırasında ciddi kayıplar verdiği ve Yemenli direniş gruplarının saldırıları sonucunda Suudi Arabistan’ın petrol üretiminin zarar gördüğü bilinmektedir. Öyle ki, bir dönem Suudi petrol üretimi ciddi bir kesintiye uğramıştır. Suudi Arabistan, gelecekteki bölgesel çatışmalarda hayati altyapı ve çıkarlarının yok olmasını istememektedir. Ancak asıl mesele, Suudi Arabistan’ın ABD’nin isteklerinden bağımsız olarak kendi iç ve bölgesel meselelerinde karar alma yeterliliğine sahip olup olmadığıdır. Ortada olan şu ki, Suudi Arabistan’ın politik ufku ABD’nin Batı Asya için belirlediği planlardan farklı olamaz.

İran, geçmişte ve özellikle son yıllarda defalarca belirtmiştir ki, topraklarına yönelik herhangi bir saldırı için bölgesel ülkelerin hava, kara ya da deniz sahalarının kullanılması durumunda bu ülkeler düşman olarak kabul edilecek ve meşru hedef haline gelecektir.

İran’ın askeri gücü inkâr edilemez, kontrol altına alınamaz ve yıkıcıdır. İran, Batı Asya’daki petrol ve askeri altyapıları kısa sürede yok edebilecek kapasiteye sahiptir. İran’ın askeri seçeneğe başvurmaya zorlanmasının sonuçları tüm modern dünyayı etkileyecek ve hatta onu çöküşe sürükleyebilecektir. Dolayısıyla İran’ın komşularının olası bir çatışmanın etkilerinden kaçınmak istemeleri doğaldır.

Öte yandan, Fars Körfezi ülkelerinin ABD’ye siyasi ve askeri açıdan bağımlı oldukları da gizli bir durum değildir. Açık olan şudur ki, ABD herhangi bir askeri çatışmada –sınırlı ya da geniş kapsamlı olsun– Arap rejimlerinden izin almaksızın bu ülkelerin hava, kara ve deniz sahalarını İran’a saldırmak için kullanacaktır. Bu durumda İran’ın sert ve karşılık vereceği bir yanıt, olasıdır.

Bu bağlamda, mevcut Arap ülkelerinin İran’la yaptığı görüşme ve girişimlerin pek bir faydası olmayacağı söylenebilir. Şimdi temel soru şudur: Bölgedeki Arap liderlerin İran’la dostluk kapılarını aralama hedefi nedir?

7 Ekim’de Gazze direnişi tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında İsrail, siyasi ve askeri stratejisini “cephelerin ayrılması” politikasına dayandırdı. Bu strateji, İran’ın İsrail sınırlarında çeşitli cephelerdeki (Gazze, Lübnan, Irak, Suriye, Yemen) çatışmalara doğrudan müdahil olmasını engellemek üzerine kuruluydu. İsrail bu stratejiyle sırayla direniş gruplarına saldırarak ya onları yok etmeyi ya da zayıflatmayı hedefledi. Bu strateji kısmen başarılı oldu; Gazze’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de rejimin çökmesi ve Irak’ın iç meselelerle meşgul olması sonucunda sadece Yemen cephesi ayakta kaldı.

Küresel deniz ticaretinin can damarı olan Kızıldeniz ve Bab el-Mendeb Boğazı, şu anda Yemen halk direnişinin saldırılarıyla etkilenmekte ve bu durum İsrail, Avrupa ve Mısır gibi bu deniz yolundan faydalanan tarafları baskı altına almaktadır.

Cephelerin ayrılması politikası özünde askeri bir stratejidir ve bu durum Siyonist İsrail rejiminin varlığının savaş ve militarizmle iç içe olduğunu göstermektedir. Bu stratejiye göre bir askeri güç, sınırlı bir cephede çatışmaya girerek o cephedeki direnişi bastırır ve diğer cephelerin yardım etmesini engelleyerek adım adım tüm direniş eksenlerini tasfiye eder. Her bir cephe bastırıldıktan sonra sıradaki cephe hedef alınır ve bu strateji, düşmanın tüm cepheleri çökertilene dek sürdürülür.

Görünen o ki Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin son zamanlardaki İran ile ilişkileri yeniden düzenleme çabaları ve dostane mesajları, İsrail’in cepheleri ayırma stratejisinin bir devamı olabilir. Bu, İran’ın ABD ve müttefiklerinin Yemen’e saldırılarına sessiz kalması, böylece Yemen direnişinin yok edilmesi ya da zayıflatılması için gerekli zamanın kazanılması anlamına gelebilir.

Olası bir senaryo şudur: Arap liderler, ABD ve İsrail ile tam bir koordinasyon içinde, İran’a kısa süreli ve sınırlı bazı tavizler vererek Yemen cephesinin de tasfiyesi için zemin hazırlamaya çalışıyor olabilirler. Eğer Arap ülkeleri ve ABD-İsrail’in gizli hedefi buysa, bölgesel İslami direniş ekseninin halkaları tek tek zayıflatılmış olur ve İran’ın bölgesel dış etki gücü fiilen sınırlanır. Bu da İran’ın bölgesel liderlik rolünün kısa vadede zayıflaması ve dolayısıyla İran’a yönelik askeri bir saldırı olasılığının ciddi şekilde artması anlamına gelir.

Bugün İranlı analistlerin zihnini meşgul eden temel kaygı şudur: Arap liderlerin gerçek niyeti nedir? Bu ülkeler, ABD ile birlikte yıllardır yürüttükleri savaş politikalarının yol açtığı zararları telafi etmeye gerçekten istekli midir? Yoksa hâlâ Beyaz Saray ve Siyonist rejimin kabinesinden gelen talimatlara mı kulak vermektedirler?

Zaman geçtikçe tarafların gerçek niyetleri ortaya çıkacaktır.

Çeviri: YDH