Ortadoğu'da kargaşanın gerçek sorumluları

img
Ortadoğu'da kargaşanın gerçek sorumluları YDH

Şivan Mahendrarace, 11 Eylül sonrası Irak'a yapılan müdahaleler ve mevcut İran stratejilerini, hedef ülkeleri zayıflatmak ve iç karışıklık yaratmak için yapılan gizli operasyonlar ve sabotajlarla açıklarken, "savaş öncesi savaş" kavramını vurguluyor.




YDH- Şivan Mahendrarace’nin The Cradle platformunda yayımlanan analizine göre, ABD'nin 2002 yılında Irak'ı işgal etmeden önce çökertmek için hazırladığı plan, sabotajlar, suikastlar ve psikolojik savaşla İran'a karşı yeniden canlandırılıyor.

Mahendrarace'ye göre, ''11 Eylül 2001'de İkiz Kuleler ve Pentagon'dan hala dumanlar yükselirken, biri Tel Aviv'de diğeri Washington'da yapılan iki toplantı Irak'ı hedef tahtasına oturttu''.

Mahendrarace, dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un, saldırıların hemen ardından Ulusal Güvenlik Kabinesi’ni acil toplantıya çağırdığını ve bu krizi, Irak’a karşı bir savaşı tetiklemek için fırsata çevirmeye karar verdiğini aktarıyor.

İsrail’in bu gündemini ilerletmek üzere Washington’daki İsrail yanlısı aktörlerin ve bazı şahin ABD yetkililerinin devreye sokulduğunu vurgulayan analize göre, ABD istihbarat topluluğu, Irak’ta uyguladığı yöntemleri şimdi İran’da yeniden sahaya sürüyor.

O dönemde Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld ve yardımcısı Paul Wolfowitz, henüz saldırıların sorumluluğu el-Kaide’ye yüklenmişken bile Irak’a saldırı fikrini masaya yatırmaya başladı.

Mahendrarace, eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 11 Eylül Komisyonu’na verdiği ifadeye atıf yaparak, Wolfowitz’in Rumsfeld’den bile daha erken şekilde Irak’ı “terörizmin kaynağı” olarak hedef aldığını ve saldırının gerekliliğini savunduğunu belirtiyor.

Bu süreçte dikkat çeken bir başka gelişme ise, henüz el-Kaide’nin sorumlu tutulduğu günlerde, CIA’in gizli operasyonlar konusunda deneyimli isimleri Luis Rueda ve John Maguire liderliğinde kurduğu Irak Operasyonları Grubu (IOG) oldu.

Mahendrarace, bu yapının 11 Eylül saldırılarının hemen ardından devreye alındığını ve 24 saat içinde Irak’ı istikrarsızlaştırmak üzere bir plan hazırladığını yazıyor.

Planın kod adı ise oldukça dikkat çekici: DB/ANABASIS.

Yazar, “DB”nin CIA’in Irak için kullandığı şifreli isim olduğunu, bu planın da herhangi bir savaş ilanından ya da kamuoyunun “kitle imha silahları” propagandasıyla hazırlanmasından çok önce yürürlüğe sokulduğunu ifade ediyor.

IOG’yi yöneten Rueda ve Maguire’ın, Latin Amerika ve Afganistan’daki gizli CIA operasyonlarında deneyim sahibi isimler olduğunu aktaran Mahendrarace, bu ikilinin daha önce Saddam Hüseyin’i devirmeye yönelik 1995 tarihli başarısız DB/ACHILLES operasyonuna da liderlik ettiğini hatırlatıyor.

Ancak bu kez, yazara göre, siyasi ortam hazır, finansman sağlanmış ve perde arkası ittifaklar kurulmuştu.

Mahendrarace'nin makalesinde altını çizdiği en kritik nokta ise şu: Dünya el-Kaide ve Afganistan’a odaklanmışken, Washington’daki savaş mühendisleri gözlerini Irak’a çevirmişti bile.

Mahendrarace, ABD Başkanı George W. Bush tarafından Şubat 2002'de onaylanan ve 400 milyon dolar ile desteklenen DB/ANABASIS operasyonunun, sabotaj, dezenformasyon, psikolojik savaş, silahlı ayaklanma ve Iraklı yetkililere yönelik suikastlardan oluşan bir oyun kitabı olduğunu açıkladı.

CIA'in suikast düzenlemesi kanunen yasak olmasına rağmen, “doğrudan eylem operasyonları” gibi örtülü ifadeler amacı gizliyordu.

Yazara göre, ilk hedef Saddam Hüseyin'in paranoyasını derinleştirmekti.

CIA'in stratejik taktiklerinin içindeki aşırılığa ve yıkıcı etkilerine dikkat çeken Mahendraraceye göre, ‘’CIA, hile yoluyla kaos tohumları ekerek, hainlerin kökünü kazımak için umutsuz bir girişimle kendi personelini tutuklayarak, işkence ederek ve infaz ederek saldıracağını umuyordu’’.

Maguire'ın ekibi Nisan 2002'de Irak Kürdistan'ına girerek Kürt liderler Mesut Barzani ve Celal Talabani'nin ABD garantileri karşılığında işbirliğini sağladı.

Sonbahara gelindiğinde DB/ANABASIS tam olarak yürürlüğe girmişti.

Maguire bir keresinde DB/ANABASIS'in Saddam'la “hesaplaşmak” olduğunu söylemişti.

Yazar, ‘’dış politikayı kan davasına indirgeyen bu tutumun hala ABD stratejik çevrelerine hakim’’ olduğunu belirtiyor.

Pentagon ve CIA içindeki isimler İran'a 1979 rehine krizi ve Tahran'ın Irak'taki isyana ve Taliban'a verdiği destek merceğinden bakıyor.

Amerikan askerleri, özellikle de Irak'ta EYP saldırılarının en büyük yükünü çeken ABD işgal ordusu, İran Devrim Muhafızları'na karşı derin bir düşmanlık besliyor.

Özellikle ölümcül bir EYP çeşidi olan patlayıcı biçimli delici (EFP), İsrail istihbaratının yardımsever bir şekilde parmakla göstermesiyle İran tasarımına atfedildi.

Savaşlar, yaptırımlar ve on yıllık uçuşa yasak bölgeler nedeniyle zaten zayıflamış olan Irak, işgalden önce “yumuşatılıyordu”.

Plan savaşın yerini almak için değil, savaşa direnemeyecek parçalanmış, dağılmış bir devlet sağlamak içindi.

 

Hedef kayması: Irak'tan İran'a

Şivan Mahendrarace, 2002 yılında Başkan George W. Bush’un yaptığı “Şer Ekseni” konuşmasının, aslında uzun vadeli bir müdahale stratejisinin açık sinyali olduğunu öne sürüyor.

Yazara göre, bu konuşma sadece retorik değil, bir savaş planının ilanıydı.

Mahendrarace, söz konusu konuşmanın metninin, neo-con ideolog David Frum tarafından kaleme alındığını belirtiyor.

Frum’un, İsrailli Oded Yinon’un meşhur “Yinon Planı”nı ve 1996’da Netanyahu için hazırlanan “A Clean Break” raporunu esas alarak bu söylemi oluşturduğunu aktarıyor.

Yazara göre, “A Clean Break” isimli bu rapor, Irak, İran ve Suriye’nin tek tek hedef alınmasını öngören bir stratejiydi.

Raporda İsrail’in çıkarları doğrultusunda bölgesel düzenin yeniden şekillendirilmesi gerektiği savunuluyor; bu plana göre önce Irak, ardından İran devrilecek, sonrasında ise Suriye ve Hizbullah gibi aktörler daha kolay bertaraf edilecekti.

Analist, Kuzey Kore’nin ise bu denklemde yalnızca dikkat dağıtıcı bir “yem” olarak kullanıldığını, böylece İsrail’in parmak izlerinin bu planlarda gizlenmeye çalışıldığını belirtiyor.

Mahendrarace, 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesiyle ilk aşamanın tamamlandığını, Suriye’nin ise uzun yıllar süren savaşla parçalandığını ifade ediyor. Yazara göre şimdi sırada son domino taşı olan İran var ve bir zamanlar Irak için kullanılan CIA stratejisi bu kez İran için revize edilerek devreye sokulmuş durumda.

Mahendrarace, bu güncellenmiş stratejiyi “revize edilmiş ANABASIS” olarak tanımlıyor. Üstte yazdığı gibi, DB/ANABASIS, 11 Eylül sonrası Irak’ta uygulanan gizli CIA planının kod adı. Şimdi aynı prensipler İran’da da hayata geçiriliyor:

-Ekonomiyi çökertmek için yaptırımlar,

-Korku ve belirsizlik yaratmak için sabotaj ve suikastlar

-Toplumsal güveni sarsmak için psikolojik operasyonlar.

Yazara göre, bu operasyonların merkezinde İranlı muhalif gruplar yer alıyor.

Mahendrarace, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın 2012’de Mücahid-i Halk’ı (MEK) ABD’nin terör listesinden çıkardığını hatırlatıyor.

MEK’in daha sonra Arnavutluk’a taşındığını ve Eşref Kampı’nda İran’a karşı siber ve terör saldırıları düzenlemeye başladığını vurguluyor.

Ayrıca CIA’in Kürt ve Beluc ayrılıkçıları da İran’a yönelik gizli operasyonlarında kullandığı iddia ediliyor.

Yazar, İsrail istihbarat servisi Mossad’ın, CIA ile iş birliği içinde İranlı nükleer bilim insanı Muhsin Fahrizade’ye düzenlenen suikast dahil olmak üzere Tahran (2017), Ahvaz (2018), Çabehar (2019) ve Şah Çerağ (2022, 2023) saldırılarında rol almış olabileceğini öne sürüyor.

Son olarak Kirman’daki 2024 saldırısının da aynı stratejik çerçevede gerçekleştiğini belirtiyor.

Mahsa Emini’nin ölümünün ardından başlayan protestoların da bu kampanyanın parçası olduğunu ileri süren yazar, bu gösterilerin önceki eylemlerden farklı olarak molotof kokteylleri ve ateşli silahlarla donanmış yabancı ajanlar tarafından yönlendirildiğine dikkat çekiyor.

Yazara göre, Bendar Abbas, Kerac ve Meşhed’de çıkan büyük yangınlar da kaza değil, ANABASIS planı çerçevesinde düzenlenen ekonomik ve psikolojik sabotaj eylemleri.

Karşı istihbarat, etkilenen yerlerdeki güvenlik personelini hedef alarak paranoyayı besler. Tahran yabancı sızıntılar ve köstebekler konusunda takıntılı hale gelir.

Aynı bağlamda, Foreign Policy şunu yazıyor:

‘’Özellikle İran konusunda Önce Amerika ‘realist’ dış politika taraftarları ile bir başka Orta Doğu ülkesinde rejim değişikliği için bastıran köklü bir neo-con grup arasındaki ideolojik mücadeleye tanık oluyoruz.”

Son olarak, Trump yönetimindeki birçok figürün, örneğin Mike Waltz'ın, İsrail’in güvenlik perspektifini benimseyerek İran’a düşmanca bir tavır aldığını kaydeden Mahendrarace, bu siyasetçiler için dünyanın, “iyi (İsrail ve Batı) – kötü (İran ve müttefikleri)” ekseninde işlediğini ve gri alanlara yer olmadığını vurguluyor:

‘’Bu düşmanlık, İsrail yanlısı duygular ve siyah-beyaz bir dünya görüşüyle birleşince, Trump yönetimindeki pek çok kişinin Netanyahu ile aynı çizgide yer almasına yol açıyor – İran ile çatışmanın önde gelen savunucularından Mike Waltz gibi.  Trump “Derin Devlet”ten şikâyet ediyor ama onun gerçek doğasını göremiyor: kendisini hapse atmakla değil, uzun süredir devam eden gündemlerini ilerletmek için başkanlığın kendisini atlatmakla ilgilenen bir ağ. Derin Devlet ve İsrail için İran onlarca yıldır nihai gerçek ödül olmuştur.’’