Colani Yahudi mi, Müslüman mı?

img
Colani Yahudi mi, Müslüman mı? YDH

Colani’nin Arapçası zayıf, kelime hazinesi fakir ve kendini ifade etme yeteneği, profesyonel veya dine bağlı bir liderden beklenmeyecek kadar yüzeysel. Yıllar önce İdlib’de kimliği ortaya çıktıktan sonra ne kardeşlerinden ne ailesinden ne de yetiştirilme tarzından haberimiz vardı. Ancak Şam’a gelir gelmez, biyografisine dair hikayeler gizemli ve muğlak şekilde filizlenip yayılmaya başladı.




YDH- Heyet Tahrir eş-Şam örgütünün lideri Colani hakkında ortaya atılan kimlik, köken ve niyetlere dair iddiaları eleştirel bir bakış açısıyla analiz eden yazar, Naram Sargon adlı kişisel blogunda yazdığı yazıda Colani’nin Yahudi kökenli ya da İsrail ajanı olduğu yönündeki iddiaları mercek altına alıyor. Yazar, Colani'nin İsrail’le örtülü ilişkiler içinde olduğunu, geçmişinin şeffaf olmadığını ve Filistin meselesi gibi hayati konulara dair tutumlarının samimiyetsiz olduğunu iddia eddiyor.

Bu soru birçok kişi tarafından soruluyor: “Colani Yahudi mi, Müslüman mı?”

Bazıları Colani’nin Yahudi ve İsrailli olduğu, İslami örgütlere sızdırıldığı yönünde iddialar ortaya atıyor. Ancak bu savı doğrulayacak somut bir kanıt bulamadım. Bu tür iddiaların, kesin delillerle desteklenmediği sürece, özellikle biz Arapların nefret konusundaki aşırılıkları bağlamında, temelsiz olduğunu düşünüyorum. Dahası, iddialarını destekledikçe her türlü uydurma, suçlama ve iftirayı kabul eden devrimcilerin mantığıyla hareket etmiyorum. Bu durum, “savaş bir hiledir” anlayışıyla yalan söylemeyi meşru gören ve bu nedenle sıkça yalan ve iftiraya başvuran İslamcıların da tipik özelliğidir.

Savaş bir hileyse, hile aynı zamanda bir yalandır; yani savaşa yarar sağlayan her türlü yalanı meşru saymak mümkün değildir. Bu nedenle, Beşşar Esed’in Golan’ı sattığı, İsraillilerle koordinasyon içinde olduğu yönündeki yalanları işlemekten çekinmediler oysa Esed böyle bir imza atmadı, teslim olmadı. Suriye halkını bastırmak, Golan Tepeleri’nin ve Filistin’in özgürleşmesini engellemek için İsrail tarafından yerleştirildiği iddialarını sürekli dile getirdiler. Hatta Dera’da çocukların tırnaklarının söküldüğü ve özgürlük ile demokrasiden nefret ettiği için insanların öldürüldüğü gibi asılsız yalanlar bile uydurdular.

Size gerçeği söylemediler çünkü gerçekte, hain, normalleşmeci ve İsrail ajanı olan onlardır. Yahudi mi Müslüman mı diye sorgulamayı sürdürdüm.

İslami Sızma Birimi’nden bir İsrailli olduğu yönündeki iddiaları umursamadım ancak adamın net bir kökeninin olmadığını gördüm.

Güvenlik gerekçesi maksadıyla kimliğini ve soyunu gizlemek onun bilinmezliğini haklı gösterebilirdi. Fakat Ebu Bekir el-Bağdadi’nin kimliği açıklanıp Musul’da minbere çıkıyordu, Colani ise İdlib’e girdikten sonra bile gizli kaldı. Amerikalılarla normalleşme başlayana ve el-Cezire onu İslamcı olarak göstermeye başlayana kadar da maskesini çıkarmadı.

Yıllar önce İdlib’de kimliği ortaya çıktıktan sonra ne kardeşlerinden ne ailesinden ne de yetiştirilme tarzından haberimiz vardı. Ancak Şam’a gelir gelmez, biyografisine dair hikayeler gizemli ve muğlak şekilde filizlenip yayılmaya başladı. Onun için inandırıcı olmayan bir biyografi oluşturanlar var çünkü garip, belirsiz boşluklar mevcut. Eski aile fotoğrafları sunulmuyor, ailesi, amcaları ve mahalle halkı bu gizemli adam hakkında konuşmuyor. Sadece onu mahallesinde tanıdıklarını söyleyip sonra tamamen ortadan kaybolan bilinmeyen kişiler tarafından yayınlanan bazı söylenceler var. Tüm bunlar, hiçbir açıklaması olmayan bir safsata ve hatta kardeşlerinin varlığından bile bahsediliyor.

Her ne kadar kardeşini resmi bir göreve atadığı söylense de bir cihatçı liderin bu hatayı yapması garip. El-Bağdadi ve Bin Ladin hiçbir akrabalarını herhangi bir liderlik pozisyonuna atamamıştır. Bu hatayı yapmak için bu kadar acele etmesi beni şaşırttı. Öyle ki kendisini eleştirenler bu tuzağa düşmüş ve kardeşini resmi bir göreve atama fikrinden dolayı kendisini eleştirmiş ve bunu eski yolsuzlukların tekrarı olarak değerlendirmişlerdir.

Gelgelelim, Colani’nin kardeşlerini terfi ettirmesi sanki ‘’Onun bir ailesi var, soyu kardeşleri var’’ hikâyesini ima eder gibi. Söylediği gibi yolsuzlukla ve monarşiyle mücadele etmek için savaşan bir cihatçının halkın halihazırda nefret ettiği bu şeyi yapmaması garip. İşte bu yüzden, liderin itibarını feda ederek, köklerini ve ailesini koltuk sahibi yapması, kardeşini iktidara ataması da kökeni bilinen bir kişi olduğu söylemini pekiştiriyor.

Medya babasından ve onun elini öptüğünden bahsetti ancak Nasırcı olduğu söylenen bu babayla kimse konuşmadı, o da kimseyle konuşmadı. Bu Nasırcı, geçmişinde katliamlar ve kıyımlar yapmış, dini açıdan katı bir IŞİD üyesini nasıl yetiştirdi ve sonra İsraillilerle barışı, İbrahim Anlaşmaları’nı nasıl kabul ettirdi bilmiyoruz. Buna rağmen bu baba, şimdiye kadar okyanustaki bir balık gibi ortalıkta yok.

Colani medyasının, onun gerçek bir Suriyeli olduğunu kanıtlamak için garip sinyaller verdiğini ve Suriyeli olduğunu ispatlamak amacıyla Suriye istihbaratından ve diğer kaynaklardan dosyalar sızdırdığını da fark ettim. Bu sızıntıların şu anda gerçekleşmesi ve ısrarla devam ettirilmesi tuhaf. Görünen o ki, bu sızıntıların arkasında gizli bir amaç var: Suriye istihbarat dosyalarında bile ondan bahsedildiği için artık ondan şüphe etmenin mantıksız olduğu algısını insanlara yerleştirmek istiyorlar. Ancak siz de benim gibi biliyorsunuz ki, özellikle bu dönemde, istihbarat dosyalarında tahrifat yapmak en kolay işlerden biridir. Resmi ve bağımsız bir soruşturma yapılmadığı sürece bu sızıntıları kabul etmeyeceğim çünkü amaçlarından şüphelenmeye başladım.

Burada bu davaya gölge düşüren bazı istihbarat oyunlarını hatırlatmalıyım. Eli Cohen’in gerçek bir kişi olduğunu ve Mossad’ın amacının onu resmi Suriye hükümetinin kalbine yerleştirmek olduğunu biliyoruz. Cohen’in deneyimi, bu operasyonun kötü planlanmış bir macera olduğunu gösterdi. Ancak Afganistan deneyiminden sonra, İslami örgütlere nüfuz etmenin çok daha kolay olduğu anlaşıldı. Çünkü Amerikan istihbaratı, bu örgütlere büyük ölçüde nüfuz etti; onları doğumlarından itibaren baştan sona şekillendirdi ve denetledi. Katar ve Türkiye’nin İslamcıları devşirmek için birer laboratuvar haline gelmesiyle bu nüfuz önemli ölçüde gelişti ve Mossad ajanlarının bu örgütlere sızması çok kolaylaştı.

Örneğin Libya’da bir cami imamının Mossad’a bağlı bir Yahudi olduğu ortaya çıktı ancak Tel Aviv’deki İslami araştırma enstitülerinden İslami eğitim aldı ve Libya’daki inananlara rehberlik etmesi için görevlendirildi.

Şu ana kadar elimde yeterli kanıt yok ama ne kadar hain olursa olsun, hiçbir Suriyelinin yapmayacağı şeyleri Suriye’ye yapan bu adam hakkında birçok mantıklı sorum var.

Madem güç istiyordu ve halkını özgürleştirmek niyetindeydi, neden İsrail’in Suriye halkının silahlarını yok etmesine izin verdi? Madem Suriye halkı onun halkıydı ve ordusunun silahları onun silahlarıydı... Madem Esed ordusu denen şey sona erdi... Neden bir Suriyeli, Suriye dokusunu yok etmek, Alevileri, Dürzileri ve Hıristiyanları düşmanlaştırmak ve Sünnileri Suriye’nin tüm spektrumlarından uzaklaştırmak istesin? Suriyeli bir ailede yetişmiş ve böyle düşünen hiçbir Suriyeli Sünni yoktur. Bu, Körfez çöllerinde yayılan Vahhabilikten, Tel Aviv’de ötekinin kökünü kazımaya inanan dini Talmudik okullardan çıkan aşırılıkçı bir yoldur.

İsrail bu konuda oldukça yeteneklidir; çünkü hem ileri teknolojiye hem de türlü oyunlara sahiptir. İsrail’in Knesset üyesi ve İsrail’e hizmet etmek amacıyla kurulan Van Leer Enstitüsü’nün direktörü Azmi Bişara’yı yerleştirdiğini gördük. Mossad, önce onu Direniş Ekseni’ne sızdırdı; Knesset’teki teatral yüzleşmeden sonra ise geri çekti. Şam ve banliyölerden beraat ve itiraflar aldıktan, ayrıca Cumhurbaşkanı Esed ve Sayın Hasan Nasrullah ile görüştükten sonra casus Azmi, Doha’ya uçtu. Çünkü Mossad, direnişçilerle görüşüp onları kucaklayarak onu İsrail’den masum göstermeyi başardı; şimdi ise onu İslami Mücahitlerin kalbine yerleştirmeyi başardı.

Azmi Bişara, saf bir Hıristiyan olmadığı ve dinden koptuğu için kimse tarafından eleştirilemedi; komünist olduğunu iddia etti (İsrail Komünist Partisi’nde) ve ardından milliyetçi eğilimlerini değiştirdi. O şimdilerde bir Arap milliyetçisi ve bir devrimci. Casuslar yuvası Doha’dan el-Cezire adlı, bölgedeki en büyük casusluk kanalını yönetti. Arap Baharı operasyonunu Katar’dan organize etti ve Hıristiyan komünist bir figür olmasına rağmen İslami Cihad hareketini yönetti.

Arap Hıristiyanlar, Arap ilerlemesinin ve Arap devriminin temel unsurlarıdır. Onlar, tüm sömürgeciliğe karşı Arap uyanışının ve Batı ile çatışmada Doğu’nun öncüsüdür. Antun Sade ve Mişel Eflak gibi isimleri yetiştirenler Arap Hıristiyanlarıdır; George Habaş, İbrahim Abdullah, Jules Cemal, Peder İlyas Zehlavi, Sarhan Bişara Sarhan ve diğerleri de bu çizgide olmuştur. Batı’ya karşı en sert düşmanlıklarını onlar taşımış, hatta Maruni Hıristiyanlığı, Emil Lahud ve Suha Bişara modellerini sunarken Samir Caca gibi isimleri de yetiştirmiştir. Ancak Caca bile İsrail ile olan ısrarını açıkça ilan etmeye cesaret edememiştir.

Azmi Bişara'nın Hıristiyanlığı ise, Arap Kilisesi'nden kopan ve İsrail'in İsa'nın Kudüs'e dönüşü için gerekli bir koşul olduğuna ikna olan yeni Hıristiyanlara aittir. Bu casus, Müslüman mücahitlere hem beceriyle hem de ustalıkla liderlik etmiştir. En şaşırtıcı olan ise İbn Teymiyye’ye duyduğu hayranlığı dile getirmesi ve onu bir reformcu, devrimci olarak görmesidir; çünkü İbn Teymiyye’nin, Arap cumhuriyetlerini yıkacak fırtınalı bir dini dalga yaratmak istediğine inanmıştır. Ve bu gerçekleşmiştir. Dünyada Azmi Bişara dışında İbn Teymiyye’yi devrimci ve reformcu olarak gören başka bir Hıristiyan olduğuna inanan var mı? Peki neden? Çünkü bu sonuç, İsrail’in çıkarları doğrultusunda Müslüman ve Arap Doğu’nun yok edilmesine hizmet etmektedir.

Mantıklı sorular soruyorsak, şüphe etme hakkımız vardır. İsrail tüm suikastlarını bombalar ve kurşunlarla gerçekleştirirken Halid Meşal alçağına kulağına zehir damlatarak suikast düzenlemeye çalışmasının nedeni hakkındaki eski sorumuz gibi. İsrail, Halid Meşal dışındaki hiç kimseye zehirli suikast girişiminde bulunmadı. Zehir yemeğe de değil, kulağa enjekte ediliyor. Daha da garip olan ise panzehirin zaten elde olması ve sanki panzehir zehirden önce hazırlanmış gibi iyileşivermesi.

Mantık şunu sorar: İsrail neden Halid Meşal’i kulağından zehirlemeyi tercih etti? Gassan Kanafani’den, el-Fardan Caddesi şehitlerine, Ranzi, Ahmed Yasin, Fathi Şikaki suikastlarına kadar hepsi havaya uçuruldu; binlerce Filistinli lider patlamalar, bombalı araçlar, uçaklar ve kurşunlarla öldürüldü. İsrail’in zehir kullanmaya karar verdiği tek kişi Halid Meşal. Bunun nedeni ise ona bir aura ve kahramanlık hikayesi yaratmaktı. Casus Kral Hüseyin de bu oyun içinde yer aldı; Şeyh Ahmed Yasin serbest bırakılana kadar suikastı düzenleyen Mossad ajanlarının serbest bırakılmasını reddetti. Böylece Meşal’in değeri yükseldi ve kahramanların kahramanı oldu. Biz de zehirden önce hazırlanan panzehiriyle hayatta kaldığı için Meşal’e tebriklerimizi ilettik.

Ardından Meşal Şam’a indi, Arap Baharı’nda kendi sırasını bekliyordu. Aslında Katar ve Türkiye’nin Suriye’deki büyükelçisiydi; Şam’daki Hamas kamplarını, Şam rejimini devirmek için dönüştürdü. El-Karadavi ile Arap Baharı’na katıldı, Suriye devriminin bayrağını yükseltti ve Arap Baharı’nın propagandasına katılarak ulusu Sünniler ve Şiiler olarak ikiye böldü. Çünkü Suriye devrimi, Irak’ta Sünniler, Şiiler ve Aleviler olarak yaşanan bölünmenin ardından Arap ulusunun bölünmesini tamamlayan bir devrimdir. Meşal, direnişin itibarını zedeledi; Hizbullah ile el-Kuseyr’de savaşmaya başladı ve Hamas’ı NATO’nun Türkiye’si ile ile Katar’daki el-Udeyd Üssü’ne götürdü.

Bundan sonra İsrail’in neden patlayıcı ya da başka teknolojiler yerine kulağına zehir vermeyi seçtiğini sorgulamak hakkımızdır. Ona panzehirli kahraman adı altında özel bir görev mi yüklediler?

Colani’ye dönersek, aynı soruları sormak gerekiyor çünkü İsrail’in casusluk ve casus yaratma konusundaki ustalığı tartışılmaz derecede yenilikçidir.

Colani’yi çok sinematografik bir biçimde kurgulamışlar. El-Nusra Cephesi döneminde, bilinmeyen bir lider olmasına rağmen, kısa sürede kahraman ve Sünnilerin sembolü haline geldi. Onu dinleyenler önemli bir gerçeği fark eder: İslam fıkhına dair derin bir bilgiye sahip değil ve konuşmalarında ciddi bir İslami bilgi birikimi yok. Bazıları, kendisine fıkhi sorular yönelttiğinde, bu konuda uzman olmadığını, işi fakihlere bıraktığını söyleyerek muğlak cevaplarla geçiştiriyor. Fakat şeriat, din ve cihad gibi meselelerle yoğun şekilde ilgilenen bir kişinin, İslami fıkıh ve kadın kıyafetleri gibi en temel konuları bu denli yüzeysel ve şüpheli bir anlayışla ele alması nasıl açıklanabilir?

İlk tiyatro sahnesinde, genç bir kadından (oyuncudan) başını örtmesini istedi. Ancak sahne sona erdikten sonra, başı açık kadınlarla omuz omuza görüşmeler yapmaya ve onlarla fotoğraf çektirmeye devam etti. Çok önemli bir fıkhi mesele olan kadınların onun karşısında tesettürlü olması gerekliliğini kolayca göz ardı etti ve hiçbir girişimde bulunmadı. Örneğin, resmi İran makamları ısrarla, Batı’daki konumları ne olursa olsun, kadınların bir din adamı ya da Saygıdeğer Hamenei’nin huzurunda tesettürlü olmalarını şart koşar.

Bir de Arap dili meselesi var. Ebu Bekir el-Bağdadi, Usame bin Ladin ya da Eymen el-Zevahiri’yi dinlediğinizde, kusursuz bir Arapça hakimiyetine sahip olduklarını görürsünüz. El-Bağdadi’yi dinledim; dilsel bir hata aradım ama hiçbir kusur bulamadım. Akıcı bir şekilde konuşuyor, Arapçanın harflerine uygun ses çıkarıyor, telaffuzu genizden ve burundan olmak üzere, kıraat ve vurgu ile Kur'anî bir tona sahip. Bu, dinin, fıkhın ve Kur’an tilavetinin dil üzerindeki derin etkisidir. Colani’den ise beklenen, bu dilsel ve dini derinliğe sahip ifadelerdi çünkü cihat neşidleriyle beraber güçlü ve etkili konuşmalar yapması gerekiyordu.

Fakat hayretle gördüm ki, Colani’nin Arapçası zayıf, kelime hazinesi fakir ve kendini ifade etme yeteneği, profesyonel veya dine bağlı bir liderden beklenmeyecek kadar yüzeysel. İslami bir lider, bilgili veya en azından dine, Kur’an diline ve hadislere bağlı biri olarak ifade gücü yüksek olmalı. Oysa Colani’ninki, sanki sıradan bir gazete okuyucusunun konuşması gibi, dindar bir liderin değil. Bu durum çok garip. Onu hoşgörmek için “fakih değil, cihatçı lider” demek yeterli değil zira halife konumunda olması gereken biri, milletin dili ve örneği olmalıdır. Oysa Arapçası zayıf ve fakir.

Hatta onun “ayn” harfini telaffuzu, derin ve doygun “ayn” sesini veren Dera halkının aksanına bile benzemiyor. İdlib’de verdiği dersleri dinledim; oradaki Ebu Maria el-Kahtani ya da diğer dini teorisyenlerle kıyaslandığında, dini uygulama açısından onun oldukça yetersiz olduğu aşikârdır. Hatta el-Muhaysini bile dini uygulamada ondan daha yetkin görünüyordu.

Bu nedenle Colani'nin, dini açıdan güçlü figürler olan el-Bağdadi ve Ebu Mariya el-Kahtani’nin tasfiyesini kolaylaştırdığı anlaşılıyor. Bunun sebebi, dini liderlikte onların gölgesinde kalmak istememesi değil; asıl neden, kendisinin dini bilgi açısından ne kadar sığ olduğunun ortaya çıkma ihtimaliydi. Çünkü El Culani'nin misyonu, rehberlik eden, imamlık yapan ya da dini önderlik taşıyan biri olmak değil. O dini, derinlik ve içtihatla değil, yüzeysel bir okuma biçimiyle ele alıyor.

Colani’nin misyonu rehber, lider ve imamlık değildir. Saygıdeğer İmam Hamenei’nin Kur’an okumasına ve Arapça konuşmasına bakın — kendisi Farsça konuşmasına rağmen, Kur’an tilaveti ve derin dili otantik bir şekilde kendinde yaşatıyor. Bu, günlük pratik ve derin dini bağlılığıyla alakalıdır.

Colani’nin gerçek kimliğiyle ilgili ciddi şüpheler var; onun aslında Suriyeli olmadığına dair güçlü kanaatler mevcut. İsrail istihbaratının Suriye’deki operasyonlarını kolaylaştırdığı söyleniyor. Heyet Tahrir eş-Şam ajanlarını Talal Naci’ye gönderdiği ve Suriye ordusunun Lübnan’daki savaşlarda hayatını kaybeden İsrailli askerlerin mezar yerlerini ortaya çıkarması için ona işkence yaptığı iddiaları gündemde.

Böylece Colani, bu askerlerin kalıntılarını bedavaya İsrail’e teslim ediyor. Üstelik açlıkla boğuşan Gazze için ekmek karşılığında bile değil; herhangi bir ahlaki bedel talep etmeksizin.

Ve işte bugün burada, neredeyse bizzat Cohen'in kalıntılarını arıyor... Bugün Cohen’in tüm dosyalarını, belgelerini ve eşyalarını Tel Aviv’de müzeye dönüştürülmek üzere İsraillilere teslim etmiş durumda. Onları kalıntılara götürecek çünkü merhum Devlet Başkanı Hafız Esed'in mezarını açtığı ve Rus arabulucular aracılığıyla Esed ailesinin Mossad'ın ulaşamadığı Cohen'in kalıntıları hakkında herhangi bir bilgi vermesi halinde mezarın yerine iade edilmesini teklif ettiği söyleniyor... Talepler arasında, Lübnan’da kaybolan İsrailli pilot Ron Arad’ın akıbetinin açıklanması da var. İsrail ise, Lübnan savaşında kaybolan Arap ve müttefik esirlerin akıbetini açıklamadan önce, Esed’in Arad’ın durumunu açıklamayı kabul etmediği biliniyor.

Colani’nin davranışlarında büyük bir gizem var. Babası ve ailesi hakkında ortaya atılan sahte hikayeler ve Facebook paylaşımları yetersiz kalıyor. Kardeşi ve babasıyla ilgili birkaç söz de ikna edici değil. Aksine onun davranışları ve hareketleri derinlemesine analiz edilmeli.

Kızlarını Filistinliler veya Araplarla evlendiklerini sanan Filistinliler var. Yıllar sonra kızlarını İsrailli subaylar veya kültürümüzü, dilimizi bilen ancak esas görevi Filistin toplumuna ve direniş örgütlerine sızmak olan Mustaribin ajanlarıyla evlendiklerini öğrendiklerinde şok oluyorlar. Bu şekilde Filistin halkının birliği ve direnişi, içten bölünüyor; söylentilerle moral zayıflatılıyor ve halkın yönü parçalanıyor.

Bir kez daha, geçmişiyle ilgili gördüğüm her şey uydurma ve inandırıcılıktan yoksun görünüyor. Beni asıl ikna eden şey, İsrail'in Colani'yi ajan olarak araçsallaştırması savının Colani'nin politikasında açığa vurması: İbrahim Anlaşması'nın ruhunu zımnen benimsemiş, Başkan Trump ile görüşmeler yapmış ve yaptırımların geçici olarak askıya alınması için taklalar atan biri.

Korkarım ki, Müslümanlar gizemini koruyan bu adam hakkında kesin bir yargıya varmazlarsa, bir gün saflıklarının uluslararası bir atasözü haline geldiğini görecekler. Onun soyunu tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarma sorumluluğu, eleştirmenleri ve muhaliflerinden ziyade, her şeyden önce hayranları ve destekçilerine düşmelidir. Elbette, bir kişinin Yahudi olması illa da nefreti hakettiği anlamına gelmez, aksine Arap saflığı herhangi bir İsrailliden daha zararlıdır.

Filistin davasını savunurken gösterdikleri samimiyet ve cesaret karşısında durup alkışlamak zorunda kaldığımız Yahudiler var. Bu arada, Müslümanların lideri olduğunu iddia eden Colani, , bu sözde muzaffer lider, Gazze'nin çocukları yalınayak dolaşıp su ya da yiyecek bulmak için boş kaplar taşırken Çeçen ve Uygur askerler ve Ebu Dücane ile bol sebzeli ve etli yemekler paylaşıyor ve görünüşe göre basketbol oynayacak kadar huzura sahip.

Ve İsrail her atışında binlerce Filistinli Müslümanın canını alıyor...

Tekbir!

Çeviri: YDH