Aynı başlangıçlar, aynı sonlar

img
Aynı başlangıçlar, aynı sonlar YDH

O anda, yenilginin her zaman savaş alanında gerçekleşmediğini hatırladım. Düşmanımızın öncelikli hedefinin bedenlerin yok edilmesi değil, ruhun boyunduruk altına alınması olduğunu anladım.




YDH- Ahmed Abdurrahman, el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde tarihin tekrar eden acı döngüsünü ve direniş ruhunu şiirsel bir dille sunarak zulme boyun eğmemenin ve direnişin insanlık onurunun temelinde olduğunu vurguluyor. Dünya kamuoyunun sessizliği ve Gazze halkının yalnızlığına dikkat çekerek tarihsel referanslarla anlatısını sürdüren Abdurrahman, tarih boyunca zalimlerin dayattığı zulme karşı direnişin, teslimiyet veya zillet içinde yaşamaya tercih edildiğini belirtiyor. Sonuç olarak yazar, Gazze’de yaşananların, Kerbela’daki İmam Hüseyin’in direnişiyle paralel olduğunu; bu direnişin onurlu, meşru ve vazgeçilmez olduğunu savunuyor.

İmam Hüseyin'in (a.s.) destanı tüm acı ve sert gerçekleriyle Gazze'de vücut bulurken tarih bir kez daha tekerrür ediyor gibi görünüyor. Sanki Allah Resulü'nün torununun -salat ve selam onun üzerine olsun- zalimlerin ve katillerin ezici güçlerine karşı -pak ailesi ve birkaç sadık destekçisi dışında- tek başına durduğu anlara tanıklık ediyoruz. Onun haklı ve meşru kıyamıyla karşı karşıya kalan aynı ölümcül ihanet bir kez daha ortaya çıkıyor. Zulümleri değişmeyen aynı tiranlar seçimi yapmasını söylüyorlar: kılıç ya da aşağılanma, teslimiyet ya da ölüm, zillet ve boyun eğme dolu bir yaşam ya da tamamen yok edilme.

İmam Hüseyin (a.s.), hiç tereddüt etmeden boyun eğmek yerine ölümü, teslimiyet yerine katledilmeyi, zalim katillerin iradesine biat etmek yerine direnişi ve kararlılığı seçti.

Kuşatılan, öldürülen, aç bırakılan ve damar damar katledilen Gazze'de bu trajedi tüm iğrenç ayrıntılarıyla, tüm ucuz ve kirli araçlarıyla tekrarlanıyor. Tüm ihaneti, kalleşliği ve hüsranıyla, tüm alçaklığı, terk edilmişliği ve köle pazarında satılmışlığıyla tekrarlanıyor. Zamanın değişmesine, koşulların değişmesine, yüzlerin ve isimlerin farklılığına rağmen tekrarlanıyor.

Yirmiden fazla Arap ülkesi ve altmışa yakın İslami devlet, emirlik ve krallık tarafından kuşatılan Gazze'de insanlar açlığa katlanıyor, terlerinin ve kanlarının karıştığı kuru ekmekle besleniyorlar. Susuzluk çekiyorlar, susuzluklarını ancak böcekler ve ölümcül hastalıklarla kirlenmiş durgun sularla giderebiliyorlar. Masum siviller güpegündüz, sessizce izleyen bir dünyanın gözleri ve kulakları önünde öldürülüp yakılırken, aileleri şehitlerinin çıplak bedenlerini örtecek yırtık pırtık bir kefenden başka bir şey aramıyor. İşgal güçlerinin acımasız bombardımanı ve suç teşkil eden hava saldırıları altında evlerinin yıkıntıları arasında kalan ailelerin en büyük arzusu çocuklarını kızgın güneşten korumak için karton ya da tenekeden yaptıkları derme çatma bir barınak.

Felakete uğramış Gazze Şeridi'nde ne neşelenecek bir yer ne de huzur bulabileceğiniz bir zaman bulabiliyorsunuz. Daha önce normale yakın bir çocukluk yaşamış olan çocukları bile bu zor ve çetin günlerde yaşlı buluyorsunuz ve masum yüzlerindeki çocukluk özellikleri kaybolmaya başlamış, yerini sefalet ve sıkıntı, üzüntü ve korku belirtileri almış. Gerçekten de dünyanın geri kalan çocukları gibi basit bir yaşama dair tüm umutlarını yitirmişler. En büyük dilekleri, onları açlıktan ölmekten koruyacak ve bedenlerine hayatın bitmek bilmeyen yükleriyle yüzleşmek için biraz enerji verecek bir somun ekmek, bir yudum su ya da bir avuç mercimek.

Bu çağın Kerbela'sında her yer güvensiz, her an tedirginlik, her sabah acı dolu, her akşam dehşet verici, bombalama sesleri diğer tüm sesleri bastırıyor, acı çığlıkları diğer tüm çığlıkların üzerine çıkıyor, yollar tahrip edilmiş, evler yıkılmış, dükkanlar terk edilmiş, alacak ya da satacak hiçbir şey yok ve orada burada bir istisna bulursanız, fiyatlar astronomik, dünyanın en zengin ülkelerindeki benzerlerine yaklaşıyor ya da aşıyor. Gazze'de hastaneler her tarafta yatan şehit cesetleriyle dolup taşıyor ve birilerinin onları teşhis etmesini ya da gömme yükünü üstlenmesini bekliyor.

Bugünlerde defin işlemi, bunu gerçekleştirenler için zor iş. Mezarlıklar ya da onlardan geriye kalanlar tamamen dolu ve çoğu insan mezarın içinde yatan cesedin adını göstermesi için gereken taş, çimento ve mezar taşlarını güçlükle karşılayabiliyor.

Hastanelerde de uzuvları kesilmiş, vücutları parçalanmış ve yüzleri yanmış yüzlerce yaralı var. Başlarına gelenlerin dehşetinden onları tanımakta güçlük çekiyorsunuz. Bazıları ölümden başka bir şey dilemez olmuş. Gazze'de ölüm çoğu zaman bir talep ve dilek. Nasıl olmasın ki? Gazze'de yüzlerce çocuk elsiz ve ayaksız. Nasıl olmasın ki? Yüzlerce masum küçük kız çocuğu gözsüz, bir zamanlar taze ve güzel olan yüzlerinden sarkan örgülü saçsız kalmışken. Gazze'nin sokaklarında ve yollarında her manzara dehşet verici: yıkılmış evler, harap olmuş ve yanmış binalar, geçmişte kalmış elektrik, su ve kanalizasyon şebekeleri. Gazze'de her güzel yer yıkılmış, her arkeolojik alan yok olmuş; sanki bir deprem onları şiddetle vurmuş, harabeye çevirmiş ve yıkıntıları üzerinde baykuşlarla kargalar ötmektedir.

Gazze'deki üzücü manzaralar bir dostu memnun etmez, ama kesinlikle bir düşmanı sevindirir; elindeki tüm öldürme ve yıkım araçlarını kullanan, dünyadaki şer güçlerinden her sabah ve her akşam ona ulaşan, bazıları Arap ve İslam başkentlerinin semalarından geçen, bazıları Gazze'ye yiyecek ulaşmasını engelleyen ve liderleri gözlerini bile kırpmadan kuşatmaya, öldürmeye ve teslim bayrağını kaldırmaya ve düşmanın haksız ve adaletsiz koşullarına boyun eğmeye zorlayan bir düşmanı.

Her halükârda, Gazze'de olup bitenler hakkında konuşmak uzun olduğundan, uçak ve top ateşi altında inleyen Gazze'nin durumunu anlatmak yüzlerce sayfa ve binlerce kelime gerektirdiğinden, yer ve zaman buna izin vermediğinden, uzun zamandır beklenen bir uyanışa ve zamanı gelmiş bir beklemeye vesile olacağı umuduyla yukarıda bahsettiklerimle yetineceğim.

Bu sabah Gazze Şehri'nin en önemli caddelerinden birinde gördüklerimle yazımı sonlandırıyorum, beni içimde olan bitene rağmen yazmaya iten de bu oldu, zira böyle bir atmosferde yazmak neredeyse imkânsız, zira ne zihin huzuruna zaman var ne de ruh dinginliğine yer.

Gazze'nin kalbinde yer alan Ömer el-Muhtar Caddesi, bu kadim şehrin en tanınmış ve en işlek caddesidir. Ancak iki gün önce, bu bellekte yer edinen cadde; binlerce ailenin geçim kaynağı olan ticari dükkânları ve onlarca ailenin yaşadığı konutları hedef alan şiddetli ve amansız bir hava saldırısına sahne oldu. İşgal uçaklarının gerçekleştirdiği bu yoğun bombardıman, bir zamanlar ışıl ışıl olan ve canlılığıyla bilinen bu güzide caddenin neredeyse tamamını yerle bir etti.

Bu yıkımın ardından, derin bir üzüntüyle harabeye dönmüş caddeye bakarken, beni hem şaşkınlığa hem de hayranlığa sevk eden bir manzarayla karşılaştım: Onlarca genç, devlet kurumlarının yokluğuna ve neredeyse hiçbir teknik imkâna sahip olmamalarına rağmen, çıplak elleriyle, azim ve kararlılıkla tonlarca molozu kaldırmaya koyulmuştu. Ne bir buldozer, ne bir vinç, ne de bir kamyon vardı. Sadece birkaç kürek, yorgun ama kararlı eller, açlıkla zayıf düşmüş bedenler ve yine de dimdik duran başlar.

O gençlerin yüzleri solgun, vücutları yıpranmıştı; ama moralleri sarsılmaz, inançları ise sönmezdi. Her biri sesini yükselterek haykırıyordu: “İşgalin yok ettiklerini yeniden inşa edeceğiz! Bu suçlar bizi yıldıramayacak! Dükkânlarımızı toparlayacağız, tenekeden ya da tahtadan da olsa halkımıza hizmet etmeye devam edeceğiz! Yenilmeyeceğiz, kırılmayacağız, asla beyaz bayrak çekmeyeceğiz!”

O anda, yenilginin her zaman savaş alanında gerçekleşmediğini hatırladım. Düşmanımızın öncelikli hedefinin bedenlerin yok edilmesi değil, ruhun boyunduruk altına alınması olduğunu anladım. İşlediği her suç ve katliamın ardından, halkın içine umutsuzluk tohumları ekmek, dirençlerini aşındırmak ve onları acımasız şiddet, açlık ve yoksunluk yoluyla topraklarını terk etmeye zorlamayı amaçladığına ikna oldum.

Şimdi diyoruz ki, bugün Gazze'de yaşananlar ve Gazze'ye sunulan seçenekler, İmam Hüseyin'in (a.s.) şehri Kerbela'da yaşananlar gibidir: ya işgalcinin iradesine boyun eğecek ve dayattığı emir ve diktaları kabul edecek ya da bombalanarak, yakılarak ve aç bırakılarak öldürülecek ve katledilecektir.

Ya Netanyahu'ya, Trump'a ve onların ittifakına boyun eğeceğiz ya da bedenlerimizi toza çevirecek füzeler ve bombalarla yok edileceğiz.

Ya babalarımızın ve dedelerimizin topraklarında özgür ve onurlu bir şekilde yaşama hakkından vazgeçeceğiz ya da taş üstünde taş bırakmayan soykırımcı bir savaşla karşı karşıya kalacağız.

Geçmişte düşmanına asla boyun eğmeyen Gazze olduğu için, fedakârlık, sebat ve azmin en güzel örneklerini veren Gazze olduğu için, zalimlere verdiği cevap, tıpkı İmam Hüseyin'in Kerbela'da verdiği cevap gibi oldu ve olmaya devam ediyor.

Gazze'nin tüm katillere ve canilere, sahtekârlara ve sahtekârların oğullarına cevabı şöyledir:

“Bizi zillet içinde bir hayatla katledilmek arasında, açlıkla teslimiyet arasında, size boyun eğmekle kılıçtan geçirilmek arasında, kılıçla zillet arasında bir seçim yapmaya mı bırakıyorsunuz?”

Yanıtı veren Gazze’dir:

“Zillet bizden uzaktır, zillet bizden uzaktır.”

Çeviri: YDH