İsrail'in savaş kararının ardındaki felsefe

img
İsrail'in savaş kararının ardındaki felsefe YDH

"İsrail'in değerlendirmesine göre daha da tehlikeli olan, Batı'nın İran'ı müzakereler veya yaptırımlarla dizginleme konusundaki beklentilerinin başarısız olması."




YDH - El-Ahbar yazarı Ali Haydar, İsrail'in İran'a yönelik savaş kararının ardındaki stratejik gerekçeleri ele alıyor. Bu karar, İran'ın nükleer programındaki ilerleyişi, diplomatik çabaların başarısızlığı ve ABD'nin desteğiyle oluşan "fırsat penceresi" gibi faktörlere dayanıyor. Ancak İran'ın beklenmedik bir hızla toparlanıp İsrail'in kırmızı çizgisi sayılan Tel Aviv'i hedef alması, çatışmanın seyrini değiştirdi.

İran'ın nükleer ve stratejik olarak kontrol altına alınamaması, bölgesel ve uluslararası ortamda hızlı gelişmeleri beraberinde getirdi. Bu gelişmeler, ABD ve İsrail'in İran'a karşı savaş başlatma kararını olgunlaştırdı.

Bu bağlamda pek çok stratejik faktör bir araya geldi. Bunlardan bazıları, İran'ın stratejik yönelimleri, nitelikli kapasitesinin artması, nükleer ve teknolojik gelişimi sonucunda İsrail'in ulusal güvenliği ve varlığı için oluşturduğu tehdidin doğasıyla alakalı.

Diğerleri ise mevcut zamanlamada savaş başlatmak için uygun bir zemin oluşturan fırsatlarla alakalı.

Dolayısıyla İsrail'in bu kararı, ABD ve müttefiklerinin İran'ın nükleer programını kontrol altına alma çabalarındaki başarısızlıkların birikimi sonucu geldi.

Zira İran, tüm baskılara ve teşvik edici tekliflere rağmen nükleer programını geliştirmeye devam ederek "eşik devlet" olarak tanımlanan aşamaya ulaştı.

Bu aşama, kısa sürede nükleer silah üretebilecek teknik ve bilimsel kapasiteye sahip olmak anlamına geliyor. Tahran'ın füze, askeri ve teknolojik kabiliyetlerindeki niteliksel ilerleme de buna ekleniyor.

Ancak İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü bu ilerleme, bölgesel direniş gruplarını destekleme ve İsrail'in Filistin'i işgalini reddetme stratejisiyle birleşmeseydi bu kadar endişe yaratmazdı.

Bu nedenle İsrail, İran'ı sadece potansiyel bir nükleer rakip olarak değil, aynı zamanda İsrail ve Amerika'nın yayılmacı ve hegemonik hedeflerinin önünde bir set oluşturan stratejik bir güç olarak görüyor.

İsrail'in değerlendirmesine göre daha da tehlikeli olan, Batı'nın İran'ı müzakereler veya yaptırımlarla dizginleme konusundaki beklentilerinin başarısız olması.

Özellikle de Devrim Lideri İmam Ali Hamenei'nin, İran toprakları içinde uranyum zenginleştirme meselesinde herhangi bir taviz verilmesini reddeden kararlı tutumundan sonra bu durum daha da belirginleşti. Böylece İsrail için zamanın artık kendi lehine işlemediği açıkça ortaya çıktı.

Bu nedenlerin yanı sıra, bölgesel değişkenler de Tel Aviv'deki karar alıcılara bir "fırsat penceresi" sundu.

Hizbullah'a karşı yapılan son savaştan ve Suriye'nin çatışma ülkeleri çemberinden çıkmasından sonra İsrail, direnişe giden lojistik destek hattının zayıfladığını gördü. Suriye'deki dönüşümler de direnişi coğrafi olarak izole etme stratejisi doğrultusunda kullanıldı.

Buna ek olarak, İran'a yönelik çatışmacı tutumunu gizlemeyen, hatta İran'ın egemen kararının özünü hedef alan yeni bir boyun eğdirme denklemi dayatmaya çalışan Donald Trump başkanlığındaki bir Amerikan yönetiminin varlığı da etkili oldu.

Savaş kararı, başlangıçta Amerikan onayıyla hayata geçirilen bir İsrail tercihi miydi, yoksa Tel Aviv aracılığıyla uygulanan daha geniş bir Amerikan stratejisinin (ki öyledir) parçası mıydı, her hâlükârda Trump yönetiminin yeşil ışığı ve katılımı olmadan bu savaş gerçekleşmezdi.

Nitekim ABD'nin siyasi, teknik, istihbari ve belki de operasyonel desteği, İsrail'in bu büyüklükte bir askeri maceraya atılmasına olanak tanıyan bir şemsiye görevi gördü.

Diğer taraftan, ABD'nin diplomatik kozlarını tükettiğinin anlaşılmasının ardından savaş ilkesel olarak İran'ı şaşırtmamış olsa da Tahran operasyonel açıdan gafil avlandı. Zira İran'ın güvenlik ve askeri aklı, ilk darbeyi karşılamak için yeterli önlemleri alamadı.

Bu durum, Tel Aviv'in hem saldırının zamanlaması hem de niteliği açısından taktik düzeyde sürpriz unsurunu elde etmesini sağladı.

Fakat İran liderliği, önde gelen saha komutanlarını hedef alan büyük kayıpları aşarak darbenin sonuçlarını hızla kontrol altına almayı başardı.

Bu hızlı toparlanma, Tel Aviv ve Washington'daki karar mekanizmaları için karşı bir sürpriz oldu ve İran'ın, İsrail'in kırmızı çizgilerini aşan bir dizi askeri misillemesinin kapısını araladı.

İran'ın saldırıları, düşman İsrail'i kuzeyinden güneyine ve doğrudan Tel Aviv'i hedef aldı. Tel Aviv'in bu şekilde hedef alınması, onun oluşum içindeki siyasi, askeri ve ekonomik ağırlık merkezi olmasından kaynaklanıyordu.

Bu hedefin özelliği, şehrin düşman İsrail'in yeni güvenlik vizyonundaki konumundan kaynaklanmaktadır. İsrail'in eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı ve Netanyahu'nun Aksa Tufanı'nın ardından benimsediği yeni güvenlik konseptinin teorisyenlerinden biri olan Tümgeneral Yaakov Amidror'a göre Tel Aviv bir "kırmızı çizgidir".

Zira o sadece bir şehir değil, askeri ve sivil gücün tüm unsurlarının kesiştiği stratejik ağırlık merkezidir.

Tel Aviv, devletin bekasını ve devamlılığını temsil eden her şeyin attığı dar ve hassas bir coğrafi alanda yer alıyor.

Bu nedenle, "düşmanı ondan uzak tutmak ve onu korumak, İsrail'in varlığını sürdürmesi ve olası herhangi bir senaryoda savaş sırasında işlevini yerine getirebilmesi için hayati derecede önemli."

Amidror'a göre İsrail, iç cephesinde savaşı uzatmanın ağır bir bedelini ödese de bu zaman uzantısı anlamsız değil. Aksine, düşmanın gücünü zayıflatmaya ve altyapısını ardı ardına, planlı darbelerle parçalamaya katkıda bulunan etkili bir araç.

Bu nedenle bu yaklaşım, İsrailli karar alıcılar tarafından tercih edilen bir seçenek oldu ve Gazze Şeridi'nde özenle uygulandı

Ancak İsrail'in, İran'ın stratejik kabiliyetlerini etkisiz hale getirememesi ve Tahran'ın kademeli gerilimi tırmandırmaya devam etmesi karşısında Tel Aviv kendini kritik bir yol ayrımında buluyor.

Ya Washington'un himayesinde yönetilecek bir uzlaşı yoluyla savaşı bitirmeye çalışacak —ki bu seçeneğin İran'ın temel dosyalarda geri adım atmasını sağlaması beklenmiyor— ya da ABD'nin doğrudan askeri müdahalesi umuduyla savaşı derinleştirme yoluna gidecektir.

Her iki durumda da bölge, sonuçları sadece çatışmanın doğrudan coğrafyasıyla sınırlı kalmayıp, enerji ve büyük ittifak hesaplarıyla bağlantılı uluslararası arenalara da uzanabilecek yeni bir bölgesel manzarayla karşı karşıya görünüyor.

O zamana kadar sahalar, bu karmaşık çatışmanın sonunu şekillendirmeye katkıda bulunacak ek siyasi ve askeri gerilim turlarına gebe kalmaya devam edecektir.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel