İsrailli gazeteci Raviv Drucker, 12 gün süren İran-İsrail çatışmasına ilişkin değerlendirmesinde, Tel Aviv yönetiminin kapsamlı sansür ve yoğun propaganda yoluyla gerçek tabloyu gizlediğine dikkat çekiyor. Drucker, operasyonun sahadaki başarısız sonuçlarına rağmen kamuoyunda siyasi beklentileri karşılayacak bir “zafer anlatısı” oluşturulduğunu ifade ediyor.

YDH- İsrail'de yaptığı ifşa haberleriyle tanınan Raviv Drucker'ın Haaretz'deki haberine göre, İsrail’in son İran operasyonu, resmi anlatımlarda “tarihi bir zafer” olarak lanse edilse de elde edilen sonuçlar ile savaş öncesinde ilan edilen hedefler arasındaki derin uçurum dikkat çekiyor.
Bu fark, her şeyden önce yerleşimci nüfusun ve işgal rejiminin uzun süredir beklediği bir zafer ihtiyacının ifadesi olarak görülüyor.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu tarafından savaşın ana hedefi, İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak ve varoluşsal tehdit olarak tanımlanan bu kapasiteyi kalıcı biçimde etkisiz hale getirmek olarak belirlenmişti.
Ancak operasyonun sona ermesinin ardından ortaya çıkan tablo, bu hedefe ulaşılamadığını gösteriyor.
Avrupa Birliği, Amerikan ve İsrail istihbarat kurumlarının ortak değerlendirmesi, İran’ın hâlâ %60 oranında zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu yönünde.
ABD Başkanı Donald Trump dışında bu gerçeği inkâr eden bir aktör bulunmuyor.
İran’ın elinde gerçekten 408 kilogramın tamamı mı var, yoksa bir kısmı başka yerlere mi aktarılmış, bu noktada kesin bilgi yok. Ancak mevcut miktar, birkaç atom bombası üretecek kapasiteye hâlâ fazlasıyla yetiyor.
Bu durum, İran nükleer programının yalnızca birkaç ay geriye itildiğini, hatta operasyonun etkisinin beklendiğinden bile düşük olması halinde hiçbir şekilde gerilemediğini ortaya koyuyor. Dahası, Tahran yönetimi denetim kameralarını kaldırmayı planlıyor ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi ile görüşmeyi reddediyor; bu da motivasyon açısından programın hızlanmasına yol açabileceğine işaret ediyor.
Savaşın ikinci hedefi, Netanyahu tarafından yine “varoluşsal tehdit” olarak nitelendirilen İran’ın balistik füze programını ortadan kaldırmaktı.
Ancak ne hükümet ne de ordu bu hedefin gerçekleştiğini savunuyor.
Savaş sırasında yapılan değerlendirmelerde, imha edilen füze fırlatıcılarının oranının en fazla %60 olduğu iddia edildi.
Drucker'e göre, bu rakam doğru olsa dahi İran’ın elinde hâlâ yüzlerce füze ve fırlatıcı kaldı.
Ayrıca İsrail ordu kaynakları, savaş süresince balistik füze üretim kapasitesinin yok edildiğini iddia etse de, operasyonun ardından bu söylem sessizce geri çekildi.
Üst düzey bir askeri yetkili, bu iddianın herhangi bir istihbarat temeline dayanmadığını itiraf etti.
Operasyonun üçüncü hedefi ise, ''İran’ın terör örgütlerine finansman sağlamasını durdurmaktı''.
Netanyahu, bu hedefi kamuoyuna ancak operasyonun ortasında, zafer havası tırmanırken açıkladı.
Operasyon bittikten sonra ise bu konudan tamamen vazgeçildi. Fiilen İran, Ensarullah'ı, Hizbullah’ı, Irak’taki Şii direniş örgütlerini ve Hamas’ı desteklemeye devam ediyor.
Savaşın maliyeti konusunda ise kamuoyuna sunulan tablo ile gerçekler arasında önemli farklılıklar bulunuyor.
Resmi anlatımda, ülkenin kuşatma altında olduğu, binaların yıkıldığı, Ben Gurion Havalimanı’nın kapandığı ve toplumun endişe içinde olduğu kabul edilmekle birlikte, bu durumun yine de “referans senaryolardan” daha hafif olduğu vurgulandı.
Buna karşın, İran’ın düzenlediği pek çok saldırının basına yansıtılmadığı da biliniyor.
Drucker, İran'ın, çok sayıda İsrail ordusu üssünü ve stratejik tesisi vurmayı başardığını kaydetti.
Sansür makamları, bu hedeflerin tam konumlarının yayımlanmasının İran’a avantaj sağlayacağı gerekçesiyle detayları paylaşmıyor.
Drucker bu durumu şöyle ifade ediyor:
‘’Oysa İran’ın Weizmann Enstitüsü, rafineriler ve Soroka Hastanesi gibi hedefleri isabetle vurabildiği dikkate alındığında, medya raporlarına ihtiyaç duymadığı açık. Bu sansürün temelinde kamuoyunu teskin etme ve propagandayı sürdürme amacı olduğu izlenimi güçleniyor.’’
Son olarak Drucker haberini şu soruyla noktalıyor:
‘’Peki, hedeflerinin hiçbirini tam anlamıyla gerçekleştiremeyen ve ağır bir bedele yol açan bu operasyon nasıl “tarihi başarı” olarak tanımlandı?’’