İsrail’in İran’a saldırısının başarısız bir rejim değişikliği girişimi olduğunu belirten Dr. Cebraili, halkın saldırıya karşı birleştiğini ve bunun rejime desteği artırdığını ifade etti. İran’ın “Gerçek Vaat 3” operasyonuyla bölgesel caydırıcılığı yeniden tesis ettiğini vurgulayan Cebraili, nükleer silah seçeneğinin artık “stratejik bir zorunluluk” haline geldiğini söyledi.

YDH- İran’a yönelik 12 günlük İsrail saldırısının ardından, bu savaşın küresel yansımaları üzerine en kapsamlı analizlerden biri, İran’ın önde gelen siyaset bilimcilerinden Dr. Seyyid Yasir Cebraili’den geldi. Dr. Cebraili, İslam Cumhuriyeti'nin Kültürel ve Beşeri Bilimler Araştırma Enstitüsü'nde öğretim üyesi ve Yeni İslami Medeniyet Partisi’nin kurucusu. Ayrıca beş yıl boyunca İran’ın Makro Politikalarının Uygulanmasını Denetleme ve Değerlendirme Merkezi başkanlığını yürüttü.
Dr. Cebraili , el-Meyadin English’e verdiği röportajda, İsrail'in İran’a saldırısının başarısız bir askerî operasyon olmanın ötesinde, Tel Aviv lehine bölgesel düzeni yeniden şekillendirme yönünde “çaresizlikten doğan” stratejik bir kumar olduğunu savunuyor. Ona göre, bu savaş, yalnızca İran ile İsrail arasında değil, “Amerikan sonrası Batı Asya'da hegemonya mücadelesi açısından da bir referandum” niteliğindeydi.
“Bu savaş, dar anlamda değil stratejik anlamda okunmalı”
Savaşın sadece askerî sonuçlarla değerlendirilemeyeceğini belirten Cebraili, “Savaş, yalnızca bir çatışma değil, stratejik bir fenomendir” dedi. Savaşın bölgesel ve küresel bağlamlara oturtulması gerektiğini vurgulayan İranlı akademisyen, 2023’teki 7 Ekim Filistin direniş operasyonunun, İsrail’in caydırıcılığını sarstığını ve bölgesel hegemonyasını zayıflattığını belirtti.
Cebraili'ye göre ABD, Batı Asya üzerindeki doğrudan hâkimiyetini sürdüremeyeceğini fark edince, İsrail’i bölgesel lider olarak konumlandırma stratejisini devreye aldı. Bu strateji, “İbrahim Anlaşmaları” ile siyasi, IMEC (Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru) ile ekonomik ve sürekli silah desteğiyle askerî boyutta ilerletildi. Ancak bu plan, Direniş Ekseni ve İran’ın varlığı nedeniyle sekteye uğradı.
“İsrail'in İran’a saldırısı, bir stratejik çaresizlikten doğan kumardı” diyen Cebraili, İsrail’in savaşla direnişi yok etmeyi ve İran’da rejim değişikliği sağlamayı amaçladığını; fakat hiçbirinin gerçekleşmediğini söyledi. Ona göre, İsrail bu süreçte hem caydırıcılığını kaybetti, hem de iç krizi derinleştirdi: “İşgal altındaki topraklarda toplumsal çözülme, artan eşitsizlik ve kitlesel göç, İsrail toplumunu kırılgan bir noktaya getirdi.”
“Saldırı, İran’da millî dayanışmayı güçlendirdi”
Batılı medyada İran halkının İslam Cumhuriyeti’ne karşı hayal kırıklığı yaşadığı yönünde yaygın bir algı olsa da Dr. Cebraili bu iddiaları reddediyor. Aksine savaş sırasında İran halkının büyük bir millî birlik sergilediğini belirterek, “Milyonlarca insan hem resmî kurumlar hem de sivil ağlar aracılığıyla savunmaya katıldı. İran bayrağı daha da yükseldi.” dedi.
Nükleer programın halk nezdinde nasıl algılandığına dair konuşan Cebraili, “Bu program, İran halkı için bir silah değil; bağımsızlık, bilimsel egemenlik ve baskıya direnme sembolüdür. Batı’nın çifte standardı, halk tarafından açıkça görülüyor.” ifadelerini kullandı. Ona göre, program, geniş bir toplumsal destek görüyor ve “onur”un bir ifadesi olarak görülüyor.
“Gerçek Vaat 3, caydırıcılığı yeniden tanımladı”
İran’ın karşılık verdiği “Gerçek Vaat 3” operasyonunu “stratejik bir deprem” olarak tanımlayan Cebraili, operasyonun yalnızca İsrail’in değil, aynı zamanda ABD’nin de söylemini değiştirmeye zorladığını belirtti. “Trump bile İsrail’in ağır darbe aldığını kabul etmek zorunda kaldı.” diyen akademisyen, bu operasyonun İran’ın caydırıcılığını pekiştirdiğini ve bölgedeki angajman kurallarını yeniden tanımladığını söyledi.
Daha önceki operasyonların neden bu kadar etkili olmadığı yönündeki soruya ise İran’ın asla aceleci davranmadığını ve “açığa çıkan gücün sadece bir kısmı” olduğunu vurgulayarak yanıt verdi. Ona göre, caydırıcılık yalnızca konvansiyonel güçle değil, nükleer kapasite tehdidiyle sağlanabiliyor.
“Nükleer caydırıcılık, ahlaki bir gereklilik hâline gelebilir”
Dr. Cebraili, İran’ın uzun süredir nükleer silah geliştirmemek konusunda dini ve hukuki taahhütlerde bulunduğunu hatırlatarak, “Ama bu itidal ne kazandırdı? Sürekli saldırılar, sabotajlar, ambargolar ve bilim insanlarının suikasta uğraması.” dedi.
Bu nedenle, caydırıcılık adına İran’ın nükleer silah opsiyonunu gözden geçirmesinin bir “ahlaki zorunluluk” olabileceğini belirtti. Cebraili “Eğer caydırıcılık olmadan on milyonlarca İranlı sürekli saldırıya açık hale geliyorsa, bu durumda fetvanın askıya alınması ahlaki bir başarısızlık değil, yaşamı ve bağımsızlığı koruma adına bir gereklilik olur.” dedi.
Cebraili bu stratejik dönüşümün üç temele dayanabileceğini belirtti: 1) İkinci vuruş kapasitesi, 2) Savunma amaçlı açık deklarasyon, 3) Stratejik belirsizlik.
“Rejim değişikliği girişimi başarısız oldu”
Cebraili röportajın son bölümünde, savaşın ilk saatlerinde İsrail’in bir rejim değişikliği girişiminde bulunduğunu ve bunun başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Bazı İsrail kaynaklarına göre plan; İran liderlerinin suikastıyla başlayan bir darbe ve halkın eski Şah’ın oğluna destek vereceği bir senaryo üzerine kuruluydu.
Ancak Cebraili’ye göre, “Bu beklentiler tam anlamıyla çöküş yaşadı. Sokaklara çıkan milyonlar, rejim değişikliği için değil, ülkenin egemenliğini savunmak için toplandı.” Halkın güvenlik güçleriyle işbirliği yaparak sabotaj ağlarını deşifre ettiğini belirten Cebraili, “Rejim değişikliği, hava saldırısıyla olmaz. Sahaya asker indirmeden bu mümkün değil. İsrail ve ABD'nin buna ne niyeti ne de imkânı vardı.” dedi.
Cebraili, savaşın sonunda kazanan tarafın İsrail değil, ulusal egemenliğini savunan İran halkı olduğunu söyledi: “Bu savaşta İran’ın en büyük silahı, füzeler değil, halkın onuruydu.”