İsrail'in İran'daki rejim değişikliği projesi

img
İsrail'in İran'daki rejim değişikliği projesi YDH

"İsrail hegemonyasını kabul etmek, sadece herhangi bir siyasi sistem altındaki İran için değil, diğer bölge devletleri için de imkânsız. Gerçek barış, vekalet savaşları ve karmaşık darbelerle sağlanamaz."




YDH - Bates College siyaset bilimi mezunu ve uluslararası ilişkiler araştırmacısı Brian Hudson, Modern Diplomacy dergisinde yer bulan makalesinde İsrail ve ABD'nin İran'a yönelik rejim değişikliği planlarının neden akamete uğrayacağına dair kapsamlı bir izah sunuyor. Hudson, İsrail hegemonyasını kabul etmenin, sadece herhangi bir siyasi sistem altındaki İran için değil, diğer bölge devletleri için de imkânsız olduğuna dikkat çekiyor.

12 Haziran 2025 şafağında İsrail, İran'a yönelik askeri bir saldırı başlattı. Bu saldırı, Rıza Pehlevi'nin Iran International kanalında yaptığı televizyon konuşmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşti. Pehlevi bu konuşmasında, Ceyş el-Adl, Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) kalıntıları, Kürt ayrılıkçı partiler ve monarşist hücreler gibi grupların ülke çapında ayaklanmalar başlatması ve operasyonlarını artırması çağrısında bulundu.

Bu zamanlama tesadüf değildi; bilakis, İsrail istihbarat ve savunma düşünce kuruluşlarında hazırlandığı anlaşılan büyük bir güvenlik ve askeri planın işaretiydi.

Görünen o ki şu anda sahnelenen, sadece İran'da değil, bölge genelindeki rejimleri parçalamak ve yeniden şekillendirmek üzere adım adım uygulanan Amerikan-İsrail ortak yapımı "Yeni Orta Doğu" planı.

İsrailli yetkililerin gayri resmi açıklamaları, Atlantik Konseyi, Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü ve RAND Corporation gibi düşünce kuruluşlarının analizleri ve Mossad'ın eski isimlerinden Sima Shine'ın yorumları da dâhil olmak üzere çok sayıda belge ve kanıt, İsrail'in İran'a yönelik stratejisinin, nükleer programını ortadan kaldırmanın çok daha ötesine uzandığını gösteriyor.

Shine, AP News'e yaptığı açıklamada, bu saldırıların İran'ın nükleer tesislerini hedef almak üzere yıllarca süren planlamanın sonucu olduğunu belirtiyor.

Bu geniş strateji, rejim değişikliğini, yumuşak parçalanmayı ve İran'ın bölgedeki dengeleyici bir güç olarak uzun vadede zayıflatılmasını kapsıyor.

Önde gelen uluslararası ilişkiler teorisyenlerinden Stephen Walt, Foreign Policy dergisinde yayımlanan makalesinde, İsrail'in "güç yoluyla barış" projelerinin doğası gereği istikrarsızlaştırıcı olduğunu ve yalnızca yeni istikrarsızlık ve savaş döngülerine yol açtığını savunuyor.

Hegemonyayı, diğerleri tarafından tanınan, rakipsiz tek bir gücün hâkimiyeti olarak tanımlarsak, Amerika'nın İsrail'i Orta Doğu'nun süper gücü yapma politikasının daha büyük rekabetler ve istikrarsızlık doğurmaktan başka işe yaramadığı görülür.

Washington'un İsrail'i bölgenin jandarması olarak konumlandırma projesi başarısızlığa mahkûmdur. Bölgedeki hiçbir ülke –Pakistan'dan İran'a, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve hatta Katar'a kadar– İsrail için böyle bir rolü tanımıyor.

Mevcut görünümde, OPEC üyelerinin 1973'teki gibi petrol ambargolarına dönme veya 1967 benzeri savaşların yaşanma riski hiç de uzak değil.

Batı'nın İbrahim Anlaşmaları kapsamında ilişkileri normalleştirmek için yıllarca süren çabalarından sonra bile, birkaç devlet dışında neredeyse hiç kimse İsrail'in hukuki varlığını de jure ve de facto olarak tanımadığı gibi, hegemonyasını da kabul etmiyor.

Benyamin Netanyahu, Eylül 2023'te BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, Filistin'i haritadan silen ve Batı Şeria ile Gazze'yi İsrail'in parçası olarak gösteren bir "Yeni Orta Doğu" haritası tanıtmıştı. Bu, İsrail'in Filistinlilerin haklarını görmezden gelerek bölgeyi kendi lehine yeniden şekillendirme hırsının bir işareti olarak görülmüştü.

Netanyahu ayrıca Ekim 2020'de bazı Arap devletleriyle yapılan ve nihayetinde hiçbir yere varmayan normalleşme anlaşmalarına işaret ederek, "Orta Doğu'nun haritasını değiştiriyoruz," demişti.

Bu sözler, İsrail'in bölgeye hâkim olma stratejisinin bir parçasıydı. O zamanlar daha az ciddi görünebilecek bu durum, bugün Trump'ın ABD'de yeniden iktidara gelmesiyle, parçalanma ve çöküş dominosunu Orta Doğu ülkeleri için her zamankinden daha yakın kılıyor.

Bazı Batılı analistler ve İsrail ile yakın bağları olan monarşistler gibi sürgündeki İranlı muhalifler, İslam Cumhuriyeti'nin yıkılmasının İran'ı Batı ve İsrail dostu bir bölgesel düzene kolayca entegre olabilecek "normal" bir ülkeye dönüştüreceğine dair yanılgı içindeler. Ancak bu analiz, İran'ın tarihsel kimliğini, toplumsal dokusunu ve jeopolitik konumunu göz ardı ediyor.

İster İslam Cumhuriyeti ister başka bir sistem tarafından yönetilsin, İran –jeostratejik ve jeopolitik konumu nedeniyle– İsrail hegemonyasını asla kabul etmeyecektir. İran'ın toprak bütünlüğü, demografik, kültürel ve medeniyet birikimi, onu doğası gereği bölgesel bir güç yapıyor.

Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır gibi aktörler de Siyonist bir hegemonun ortaya çıkma ihtimalini doğrudan tehdit olarak algılıyor.

İsrail'in ABD ve bazı Avrupa hükümetleri tarafından desteklenen "savaş yoluyla barış" stratejisi, geçmiş sömürgeciliğin mantığını yansıtıyor.

Sykes-Picot Anlaşması, İngiliz ve Fransız sömürge planları ve İran, Irak, Suriye ve Mısır'da tezgâhlanan darbelerin hepsi, Batı çıkarlarına hizmet eden bir Orta Doğu'yu şekillendirmeyi amaçlıyordu.

Bugün bu planlar, Mossad'ın İran içine silah kaçakçılığı ve SİHA saldırıları gibi gizli operasyonları aracılığıyla yeni araçlarla varlığını sürdürüyor. Bu tür araçlar, soykırım veya toprak saldırganlığı yoluyla savaşı "barış" olarak yeniden paketliyor.

Fakat böyle bir projenin uygulanabilirliği son derece şüpheli. Zengin tarihi, köklü kültürel bağları ve stratejik önemiyle İran'ın, rejim değişikliği için dış baskıya boyun eğmesi pek mümkün değil.

İranlılar, siyasi görüşleri ne olursa olsun, dayatılan her türlü yabancı düzene direnen güçlü bir milli kimlik ve egemenlik duygusuna sahip.

Bölgenin dinamikleri de karmaşık; Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler, İsrail hegemonyasıyla örtüşmeyen kendi çıkarlarını ve hedeflerini takip ediyor. Örneğin, bölgesel nüfuz ve Filistin davasına destek arzusuyla hareket eden Türkiye ile İsrail'in artan ayak izinden endişe duyan Suudi Arabistan, bu planlara muhtemelen direnecektir. Bağımsız dış politikası ve Filistin'deki Müslüman Kardeşler'e zımni desteğiyle Katar'ın bile İsrail hâkimiyetini kabul etmesi beklenemez.

Dahası, tarih, İran'da Musaddık'a karşı yapılan 1953 darbesi gibi yabancıların rejim değişikliği girişimlerinin genellikle sert bir direnişle ve istenmeyen sonuçlarla karşılaştığını gösteriyor.

Bu tarihsel tecrübe, İran'a yapılacak herhangi bir dış müdahalenin, Batı'nın arzuladığı düzeni kurmaktan çok istikrarsızlık doğuracağını düşündürüyor.

Örneğin, Batı'nın geçmişte HMÖ gibi muhalif gruplara verdiği destek, rejim değişikliğini başaramadığı gibi, İran milliyetçiliğini güçlendirmiştir.

İsrail'in İran için hazırladığı rejim değişikliği planı, terör gruplarını harekete geçirmesi ve uluslararası baskı, bölgesel istikrarı baltalamaktan, kaosu tırmandırmaktan ve şiddeti yaymaktan başka işe yaramayacaktır.

İsrail hegemonyasını kabul etmek, sadece herhangi bir siyasi sistem altındaki İran için değil, diğer bölge devletleri için de imkânsız. Gerçek barış, vekalet savaşları ve karmaşık darbelerle sağlanamaz.

Diyalog, güç dengesine saygı ve bölgesel gerçeklerin tanınmasıyla gelir. Güç ve bölünme üzerine inşa edilen her proje, kısa süreliğine zafer yanılsaması yaratsa bile, eninde sonunda başarısızlığa mahkûmdur.

Uluslararası toplum, özellikle Birleşmiş Milletler gibi kurumlar aracılığıyla, bu tür hegemonik hırsların tehlikelerini tanımalıdır. Orta Doğu'da barış, bir ulusun iradesini diğerlerine dayatarak değil, bölgedeki tüm ulusların egemenliğine ve haklarına saygı gösteren kapsayıcı diyalog yoluyla sağlanabilir.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel