“Avrupalı İslam’ın İnşasında Balkan Müslümanlarının Rolü” başlıklı rapor Avrupa Birliği'ne
YDH- “Avrupalı İslam’ın İnşasında Balkan Müslümanlarının Rolü” başlıklı rapor Avrupa Birliği'ne think-thank hizmeti veren kuruluşlardan biri olan Europe Policy Center tarafından hazırlandı. Bir proje çerçevesinde yapılan tartışma ve çalışmaların sonucunda Xavier Bougarel tarafından hazırlanan yaklaşık 30 sayfadan oluşan bu çalışma Mirjam Dittrich ve Lucia Montanaro Jankovski’nin takdim yazısı ile bir rapor haline dönüştürüldü. Şu an yayınladığımız “Takdim” ve “1.Bölüm”ün metnini Gürkan Biçen tercüme etti.
Takdim
1978-1979 İran İslam İnkılabından bu yana İslam’ın yayılışı ve Batı’ya meydan okuyan bir görüntü vermesi uluslararası alanda kaygı yarattı.
Bugün, 12,5 – 15 milyon civarında bir Müslüman nüfus Avrupa Birliği’nde yaşıyor. Göçmenlerin ve vatandaşlık hakkı kazanmış olanların 1950’de sadece 800.000 kişi oldukları düşünüldüğünde İslam’ın sadece bir dış politika meselesi değil, hatta evin içini de ilgilendiren bir mesele olduğu söylenebilir. Müslüman topluluklar geçtiğimiz on yıllarda hızla büyüdüler ve İslam birçok Avrupa devletinde en çok mensubu olan ikinci din olarak ortaya çıktı.
Türklerin Avrupa Birliği’ne üyeliği üzerine yapılan müzakereler Müslüman çoğunluğu ile bir ülkenin “Avrupa Kimliği”’nin bir parçası haline gelip gelemeyeceği sorularını doğurdu. Bundan başka, Balkanlardaki yeni üye devletlerin girişi, yıllar içinde AB’nin içine bazı baskın Müslüman ülkeler getirecek ve onun Müslüman nüfusunu iki katına çıkaracak.
Bu yazı Xavier Bougarel tarafından, King Baudouin Foundation (KBF – Kral Baudouin Vakfı) ile birlikte çalışan European Policy Centre’in (EPC – Avrupa Politika Merkezi) Çok Kültürlü Avrupa ve Genişleme (Multicultural Europe and Enlargement) ile Civar Avrupa (Neighbourhood Europe) programlarındaki tartışmalardan oluşturularak yazılmıştır.
Avrupa’da “İslam ve Müslümanlar” hakkında bir proje Avrupa’daki Müslümanların entegrasyonu çevresindeki sorunların bilgi ve düşüncesini olduğu gibi Avrupa’nın İslam ülkeleri ile ilişkilerini kamçılamayı amaçlayan Multicultural Europe programının bir parçası olarak 2003 yılında oluşturuluyordu. EPC ve KBF da Şubat 2005’de Batı Balkanlar hakkında bir işbirliği başlattı ve 2005 yılında Balkanlar hakkında güçlü bir odak ortaya koydular. Bu 2006’da da böyle devam edecek. Bizim uğraşımız Balkanlardaki farklı politik, ekonomik, güvenlik ve çok kültürlülük meselelerinin onların Avrupa’ya entegrasyonu yolunda olduğu kadar Avrupa’nın bölgeye yönelik politikalarının tayin edilişinde de ehemmiyet arz eder.
Müslümanların Avrupa toplumuna Avrupalı düzeyde entegrasyonu meselesini belirlemek ve uğraşmak kolay olmadı; çünkü bu konuya has Avrupalı veya ulusal bir politika yoktu. Avrupa’daki Müslümanlar ortak bir dini inancı paylaşırken onlar geldikleri ülkelerin çeşitliliği, genel farklılıklar, dini pratiklerdeki varyasyonlar ve politik bağlılıklar sebebiyle milletler üstü toplum şeklinde birleşmezler.
Son uluslararası olaylar, özellikle 11 Eylül ve Madrid ile Londra’daki terörist saldırılar sonrası, Avrupa’daki birçok Müslüman için geleneksel gerilimler yaratıldı ve yanlış anlamlar, hatalı basmakalıp klişeler yayıldı. Müslüman ülkelerdeki politik gelişmeler de (Orta Doğu, Irak, Afganistan ve Balkanlar) Avrupa’daki Müslüman topluluklar hakkında bir etkiye sahipti ve hakim Avrupa hükümetleri bu meseleye büyük öncelik verirler.
Balkan savaşları sırasındaki “İslami” kuvvetlerin transferi, özellikle Bosna Hersek ve Arnavutluk'ta cihad savaşçıları ve eğitim kamplarıyla ilgili birçok rapor Balkan ülkelerindeki İslami radikalizm tehdidi hakkındaki endişeleri yükseltti. Bununla birlikte, bölgedeki savaş sırasında İran’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Suudi Arabistan’dan, Türkiye’den gelen ancak sonradan burada kalmayan sayısız “mücahid”in ardından Balkanlardan gelen tehdidin seviyesi azaldı. Ancak, Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Sancak Güney Sırbistan ve Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti’ndeki (Makedonya Cumhuriyeti kastediliyor -ç.n-) Müslüman toplumlar için gelecek beklentisi değişkenliğini koruyor.
Bununla birlikte yazar, farklı Müslüman toplumları, Osmanlı İmparatorluğu tarafından yürütülen İslamlaştırma sürecinden daha eski bir tarih koyarak ve şimdi geniş Balkan bölgesinde kendilerini global İslam içinde yeniden uyarlayan nitelikte 4 ana halkın varlığıyla açıklar: Arnavutlar, Müslümanlar/Boşnaklar, Türkler ve Romalılar. Batı Makedonya ve Güney Kosova gibi bazı bölgelerde farklı birkaç Müslüman grup bir arada bulunur.
Politik olarak, bir tarafta, Doğu Balkanlarda yaşayan Türkçe konuşan Müslümanlar ve diğer tarafta Batı Balkanlarda yaşayan Arnavutça –ve Slavca- konuşan Müslümanlar arasında temel fark bulunur. Evvelkilerin politik talepleri azınlıkların milli statüleriyle elde edilen kültürel haklarla sınırlandırılırken sonrakilerin bölgesel otonomiden devletin federalleşmesine (Makedonya) veya bağımsızlığa (Kosova ve Bosna Hersek) kadar çok daha radikal talepleri vardır.
Bosna Müslümanları diğer Balkan Müslüman halklarına kıyasla daha düşük düzeyde bağnazdırlar. Yine de, Arnavutça konuşulan bölgelerdeki (Arnavutluk, Kosova ve Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti) seküler eğitim sistemiyle çelişkili olarak, Bosna Hersek’teki bazı politik ve dini aktörler orduyu ve okulları yeniden İslamlaşma amaçları için kullanmayı denediler (örneğin, dini eğitim savaş boyunca yarı bağımsız bir hale geldi) ancak, Bosna toplumunun içinden güçlü bir direnişle karşılaştılar.
Bu tez Komünist rejimlerin 1990’daki düşüşünden öncesi ve sonrası için dini ve politik gelişmelerin genel bir tanıtımını verdiği gibi Balkan İslam’ı ve Müslüman dünya ile bölgenin eski pan-Avrupa işgalcilerinden sonra zuhur eden İslami toplum dönemi ilişkilerini ele alıyor.
Yazar belirtir ki, sayısız büyüklükte sosyo-ekonomik ve kültürel faktörler, onların kırsal bölgelerdeki konumları ve diğer Müslüman olmayan yerel halklar ile dil ortaklığı dahil (Bosna Hersek’teki çoğulculuk buna açık bir örnektir), Balkan Müslümanlarını onların Avrupa’daki benzerlerinden farklılaştırır. Yine, Balkan Müslümanları etnik ve dini milliyetçilikler sebebiyle baskın içerikteki bölgesel politikanın bir parçasıdır. Gerçekten, Yugoslav Federasyonunun dağılmasıyla Balkan Müslümanlarının politikleşmesinin farklı ulusal ve bölgesel taleplerle belirginleşmesinden ziyade, onların müşterek yerleşik İslami gelenekleriyle hareket etmeleriyle yüzleşildi.
Bu tez aynı zamanda Türklerin Avrupa Birliği’ne girişinin Balkan İslam’ı ve Avrupalı İslam’ın gelişimine hatırı sayılır bir etkisinin olacağını da savunur. Balkan Müslümanları ve Türk dini liderler arasındaki değişmelere onay Güneydoğu Avrupa’daki Neo-Selefi akımı dengeleyebilir. (Neo-Selefizm iddiaya göre İslam inancının savaşçı, aşırı ve ‘saf’ bir yorumudur).
Bununla birlikte, yazar vurgular ki, Balkanlarda İslam’ın görünürlüğünün artması Balkan Müslüman halklarının yeniden İslamlaşmasından ziyade onların ulusal şartlarının ve politizasyonlarının yansıması sebebiyledir. Bunun için ikisinin ilişkisi, Balkan Müslümanları ile Birlik’in genişlemesinin gelecekteki sınırlarının tanımlanması, açıkça gösterir ki, Bosna Hersek ve özellikle Kosova hakkındaki karar süreci -Kosova en önemlisidir- gelecek yıllarda ilişkinin çerçevesini belirleyecektir.
Bu bağlamda, aklıma gelmişken, o (Birlik, genişleme ve Balkanlar) zaten özel bir fenomen tarafından tanımlanıyor: Sovyet İmparatorluğunun kalıntılarıyla anlaşma (2004), Avrupa Birliği genişleme sürecini şimdi Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısıyla anlaşmanın kenarında tutuyor. Ve iki özel durum: Balkanlardaki Müslüman ve Hıristiyanlar arasındaki ilişkilerin dikkate değer tabiatı ve bazı eski tebaalarıyla tam üyelik veya adaylıkların sürdürüldüğü eski “imparatorluk” gücünün (Türkiye) adaylık statüsü.
Hürmete layık tüm yönleriyle bu çalışma, gittikçe artan bir ilgiyle, Avrupa entegrasyonunun geleceği için sorular yöneltiyor.
Mirjam Dittrich Avrupa Politika Merkezi’nde politika analistidir. Lucia Montanaro Jankovski ise Avrupa Politika Merkezinde program koordinatörü yardımcısıdır.
Avrupalı İslam’ın inşasında Balkan Müslümanlarının rolü
Xavier Bougarel tarafından hazırlandı.
Balkan Müslümanlarının entegrasyonu bir fırsatı olduğu kadar bir meydan okumayı da ifade eder: Bir tarafta, Avrupa entegrasyonu beklentisi bölgedeki bazı uyuşmazlıkların çözümüne yardım edebilir; diğer tarafta, Balkan Müslümanlarının tarihi tecrübesi bir “Avrupalı İslam”ın gelişmesine katkıda bulunabilir.[i]
1981’den 2004’e kadar Avrupa Birliği’ndeki tek Balkan ülkesi (Batı Trakya’da küçük bir Müslüman azınlık olmasına rağmen) neredeyse tamamı Ortodoks bir ülke olan Yunanistan idi. 2004’de Kıbrıs Avrupa Birliği’ne katıldı ancak kuzey, adanın Türk kesimi dışarıda kaldı. Gelecek yıllarda Avrupa Birliği diğer Balkan ülkelerinin katılımıyla genişleyecek. Başlangıç Bulgaristan ve Romanya olacak.
Bu meselelerin arasında yükselecek birisi çağdışı Lozan Antlaşmasının[ii] maddeleriyle örneklenen Balkan Müslümanlarının statüsüdür. Gerçek şu ki, bölgede hali hazırda devam eden sayısız çatışmalara rağmen (Kıbrıs, Bosna Hersek, Kosova, Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti[iii]) Müslüman ve Ortodoks halkları birbiri ile mücadeleye kışkırtan genelde din ve özelde İslam değildir. Bu (statü meselesi), çatışmaların gerçek sebebidir.[iv] Bundan başka, halen Avrupa Birliğine üye 25 devletteki 11 – 12 milyon Müslüman, yaklaşık 8 milyon Müslüman’a vatan olan Balkan devletlerinin nihai katılışıyla kendi sayılarının neredeyse ikiye katlandığını görecekler.[v]
Balkan Müslümanlarına has gelişim ile Avrupa Birliği genişleme süreci ve bir Avrupalı İslam’ın meydana gelme ihtimali arasındaki etkileşim potansiyelini daha iyi anlatabilmek için bu çalışma, Balkan Müslüman halklarının bölgedeki komünist rejimlerin düştüğü 1990’da canlanan dini gelişimi ve büyük politik detayları açıklamadan önce Balkan Müslümanlarının farklılığını açıklayacak. Bunun için yöntem olarak Balkan İslam’ı ve Müslüman Dünya – özelde Türkiye- ve onun “Pan-Avrupalı İslami kamusal alan” içinde şekillendirilen yeri arasındaki ilişkinin tartışılması yolu takip edilecek .
I. Balkan Müslüman Halkları
Balkan Müslüman Haklarının Farklılığı
“Balkan Müslüman Halkları”ndan veya bir “Balkan İslam”ından bahsedildiğinde bu halkların nasıl farklı olduklarını tanımak önemlidir. Onların hepsi İslamlaştırma süreciyle meydana geldi ve buna 14.yüzyıldan 20.yüzyıl başlarına kadar bölgedeki Osmanlı varlığı eşlik etti. Ancak onlar hiçbir şekilde homojen olarak tarif edilemezler.
Dört ana dil grubuyla (Arnavutça, Slav dilleri, Türkçe ve Roman) ilişkili Balkan Müslümanları bunun yanında gittikçe baskınlaşan ve resmileşen ulusal veya etnik hatlarla da bölünüyordu (Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler, Pomaklar[vi] ve diğerleri) Büyük çoğunluğu Hanefi mezhebine[vii] bağlı Sünni Müslümanlar iken bazıları Bektaşi (Arnavutluk ve Kosova) veya Alevi (Bulgaristan ve Yunanistan) azınlıklara[viii] aittirler. Bu, Batı Makedonya, Güney Kosova, Rodop (Yunanistan, Bulgaristan) ve Dobruca (Romanya) gibi bölgelerde birkaç farklı Müslüman halkın bir aradaki varlığını açıklar. Bu bölgeler aynı zamanda çok değişken etnik kimliklerin varlığı ile en canlı etnik “kurucular”ın arasında rekabetin olduğu yerlerdir.
Tablo 1 – Balkan Müslüman Halklarının Dil Profili (1990’ların başlarındaki tahmin)
Arnavutça Konuşanlar
Slav dillerini
Konuşanlar
Türkçe Konuşanlar
Roma (Mısırlılar)
Yunanistan
---------
30.000
90.000
------------
Arnavutluk
c. 2.440.000
c.10.000
-----------
c. 50.000
Makedonya
480.000
90.000
80.000
50.000
Bulgaristan
----------
165.000
810.000
5.000’i Tatar
125.000
Bosna Hersek
5.000
2.010.000
-----------
5.000
Eski Yugoslavya
Cumhuriyeti (Kosovasız)
80.000
270.000
------------
30.000
Kosova
(özerk bölge)
1.550.000
60.000
10.000
40.000
Romanya
------------
----------
50.000
25.000’i Tatar
----------
Toplam
4.355.000
2.635.000
1.040.000
300.000
Kaynak: Xavier Bougarel & Nathalie Clayer (dir.) Le nouvel Islam balkanique, op.cit. Bu tabloda rakamlar Yugoslavya Federal Cumhuriyeti için ikiye bölündü. “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (Kosovasız)” ve Kosova (Yugoslavya Federal Cumhuriyetinin özerk bölgesi)” Bu daha çok ayrıntı sağlamak ve on yılların politik gerçeklerinin içinde olmak için yapıldı
Balkan Müslümanlarının büyük kısmı kırsal bölgelerde yaşar ve onlar hala yaşamlarını tarım, hayvancılık ve tütüncülük ile kazanırlar. Son on yıllarda Müslüman halklar arasındaki demografik büyüme ve kırsal alandaki Hıristiyan halkların göçü belli bölgelerde etnik homojenliğe katkı sağladı (Kosova, Batı Makedonya, Sancak, Rodop).
Şehirli Müslüman elitler Doğu Balkanlarda (Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya) hemen hemen gözden kayboldular. Onların büyük göçü İstanbul ve Anadolu’yadır. Batı Balkanlarda (Bosna Hersek, Arnavutluk, Kosova ve Batı Makedonya), şehirli Müslümanların varlığı Osmanlı zamanından beri hala görülebilir ancak, orada bir tarafta, sekülerize edilen şehirli halklar ile öbür tarafta kırsal veya yeni şehirli, geleneksel dini ve kültürel pratiklere sahip halklar arasında derin ayrılıklar vardır.
Sonuç olarak, Müslüman halkların Balkanlardaki coğrafik dağılımı çok düzensizdir. 1991’e kadar halkının çoğunluğu (yaklaşık yüzde 70) İslami kültürel geçmişe sahip tek Balkan devleti Arnavutluk’tu. Yugoslavya’nın çöküşü ile diğer iki politik devlet veya devletimsi (yarı devlet) Müslüman çoğunluğu ile zuhur etti: “Bosna Hersek Federasyonu” olarak tanınan – Bosna Hersek’in[ix] iki varlığından biri- tahminen halkın yüzde 75’i Müslüman’dır; ve Kosova, son statüsü halen belli değildir, halkın yüzde 90’ı Müslüman’dır. Makedonya’da dahi büyük bir Müslüman azınlık vardır (yüzde 33). Sırbistan-Karadağ (yüzde 4.5 Kosovasız) ve Bulgaristan. Yunanistan ve Romanya göreceli olarak küçük ve Batı Trakya ile Dobruca’da çok yerel Müslüman halklara sahiptir (sırasıyla yüzde 1.5 ve yüzde 0.2 )
Tablo 2: Balkan Müslüman Halklarının Coğrafik Dağılımı
(1990’ların başlarındaki tahmin)
Sayı (Tahmini)
Oran (Tahmini)
Yunanistan
120.000
%1.5
Arnavutluk
2.300.000
%70.0
Makedonya
700.000
%33.0
Bulgaristan
1.100.000
%12.5
Bosna Hersek
2.020.000
%46.0
Yugoslavya (Kosovasız)
380.000
%4.5
Kosova (Özerk bölge)
1.660.000
%84.9
Romanya
50.000
%0.2
Toplam
8.330.000
%13.5
Yukarıda verilen kaynak.
Dini azınlıklar için bir buçuk yüzyıl
Balkan Müslümanlarını Avrupa Birliği’nde yaşayanlardan sayısız büyüklükteki sosyo-ekonomik ve kültürel özellikler farklılaştırır ki çoğunun kırsal bölgelerde yaşaması ve yerel gayrı Müslim halk ile aynı dilleri paylaşması buna örnektir. Bundan başka, Balkan Müslüman halkları kendi içinde oluşan politik hareketliliklerin özel tipleriyle yükselen dini ve etnik milliyetçilikler tarafından baskılanan bir bölgesel jeopolitik içeriğin de parçasıdırlar.
Bu şekilde ulusal ve dini kimlikler de birçok farklılıkla ilişkilendiriyor. Misal olarak, Bosna Hersek ve Sancak’ın Müslüman Boşnaklarının ulusal kimliği onların Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar[x] ile aynı dili kullanmalarına rağmen dini kimlikleri temelinde gelişti. Bunun zıddına Arnavut ulusal kimliği dini ayrımlara rağmen Balkanların Arnavutça konuşan halklarının tümü temelinde oluşuyordu.
Ulusal kimliklerin maruz kaldığı çeşitli adamakıllı ve önemli bölgesel farklılıkların varlığı bu resmi daha da karmaşıklaştırır. Örneğin, Arnavut ulusal kimliği ile Müslüman dini kimlik arasındaki ilişkiler özellikle Kosova ve Makedonya’da güçlüdür. Buralarda İslam Ortodoks Sırplara ve Makedonlara karşı bir “etnik kurucu” olarak hizmet eder ve daha küçük Müslüman halkların[xi] “Arnavutlaştırılma”sını kolaylaştırır. Bu yüzden, Balkan Müslümanlarını bir bütün olarak tanımlama gereği tarihi bir tuhaflıktır.
Balkan İslam’ının belirli özellikleri yukarıda değinildiği gibi Müslümanlar ile gayrı Müslimlerin çok uzun zamandır bir arada bulunmalarından meydana gelir. Unutulmamalıdır ki, Müslüman dünyanın birçok yerinde benzer durumlar bulunabilir ve yakın dönem Balkan tarihi 20.yüzyıl halk hareketleri sebebiyle Osmanlı döneminden miras birlikte yaşanılan bölgelerin kayboluşuna şahittir (1910 ve 1920’lerdeki Balkan ve Yunan – Türk Savaşları, 2.Dünya Savaşı ve 1991 -1999 arasındaki Yugoslavya Savaşları).
Bununla birlikte, 1878’deki Berlin Kongresi’nden 1923’deki Lozan Antlaşması’na, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüyle artık yerel Müslüman halklar yönetimi kaybetti. Bunun yerine onlar (en azından kısmen ) yeni bir durumun, baskın-Hıristiyan Balkan devletlerinin içinde kaldılar ve bu yüzden tamamen yeni politik ve kültürel şartlarla yüzleşiyorlardı.
Onların tecrübesini Avrupa’daki bağımsız olmayan Müslüman azınlıklar olarak incelemek –onların politik, dini ve entelektüel elitleri bu meydan okumayı savundular- Balkan İslam’ının ve onun Avrupalı İslam’ın ortaya çıkmasına potansiyel katkısının kendine has özelliklerini daha iyi anlamayı kolaylaştırır.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Balkan devletleri Müslüman azınlıklarına uluslararası anlaşmalar yoluyla emredilen dini özgürlükleri onları devletin içinde ekonomik, politik ve kültürel marjinallikte tutmasına rağmen tanımışlardı.
Dini bakış açısıyla, yeni Balkan devletlerindeki bölgelerde İslam dinine ait kurumların varlığının sınırlandırılması Osmanlı İmparatorluğunun çekilmesinin en ziyade doğrudan doğruya sonucuydu. O zamanda, Balkan Müslüman toplumları kendilerini kendi dini kurumları etrafında yapılandırmaya yöneldiler (medreseler – dini ikici derece okullar; Vakıflar – dini bağış/gelir kurumları; Şeriat mahkemeleri) ve merkezi otoriteye bağlılıklarını bir himayecilik temelinde müzakere ettiler. Müslüman çoğunluğun bulunduğu ve politik gücün büyük kısmını Sünni elitlerin muhafaza ettiği Arnavutluk ile 1906’da kendi politik partisini kuran ve 1930’larda Bosna Hersek’i farklı bir bölgesel mevcudiyet olarak savunmak için harekete geçen Müslüman toplumun bulunduğu Bosna Hersek göreceli iki istisnaydı.
Her yerde kendi toplumlarının geri kalmışlığını suçlayan ve geleneksel elitlere meydan okuyan, komünist ve himayeci stratejileri reddederek milliyetçi ve militan ideolojileri yayan Müslüman aydınlar belirdi.
Bu akademik ve kültürel değişiklikler dini hayatta da derin değişiklilere neden oldu. İslami kurumların yeni azınlık statülerine adaptasyon ihtiyacı –ve daha genel olarak toplumun ve devletin modernizasyonu- bu yoldaki değişiklikleri teşvik etti ki, din medreselerde öğretiliyor, vakıflar kendi mütevellileri tarafından yönetiliyor ve Şeriat, Şeriat mahkemeleri tarafından tatbik ediliyordu
Geleneksel ekoller ve Sufi pratiklerinin yasallığı, Batılı giysilerin adaptasyonu, kadınların statüsü ve daha genelde, İslam, ulusal kimlik ve Batı Modernizmi hakkında meydana gelen çeşitli tartışmaların yanında kimi zaman merkezi hükümet tarafından kurumların bu reformu teşvik edildi. Bu gibi tartışmalar Balkan Müslümanlarına has değilken onlar bölgedeki özel boyutlarıyla yer aldılar.
Osmanlı mirası, Kemalist devrim ve Komünist modernizasyon arasında
19. yüzyılın sonlarından itibaren Balkan Müslüman elitinin bir kısmı kendini Osmanlı İmparatorluğundan uzak tutmaya meyletti ve Batı Modernizmi ile uyumlu bir “yerel İslam”ı formüle etmeyi denedi. Sonuç olarak, seküler aydınlar ve reformist ulema Arap dünyasında, Hindistan alt kıtasında veya Çarlık Rusya’sında yeni modeller aradılar ve Cemalettin Afgani ile Muhammed Abduh’un[xii] Selefi fikirleriyle ilgilendiler
1923’de Türkiye’deki Kemalist devrim seküler aydınlar ile geleneksel elitler ve reformistler ile geleneksel ulema arasındaki tansiyonu yükseltti: Her bir meselede öncekiler Mustafa Kemal tarafından yapılan planı istekle izlerken sonrakiler Yunanistan ve Bulgaristan’da sürgünde olan anti-Kemalist liderlerle yakın ilişkileri sürdürdüler.
En sonunda, ama en azından değil, Balkan Müslüman halklarının ulusal kimliği hakkındaki sonsuz tartışmalar problemlerin onların ulus devletin prensipleriyle idare edilen Avrupalı jeopolitik bir düzenin içinde yer almalarından oluştuğunu ispatladı. Her ikisi, Osmanlı sonrası Balkanlardaki varlığını meşrulaştırma ihtiyacı ve modern Türk ulusal kimliğinin belirginleşmesi, Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını kendilerini kelimenin Osmanlı’daki dini manası ile “Türk” olarak tanımlamaktan uzaklaşmaya ve daha ziyade yerli tabiatlarını ve Osmanlı öncesi geçmişlerini vurgulamaya mecbur etti.
Bununla birlikte bu durum kimliğin yeni problemlerini doğurdu. Geleneksel elitler ile kırsal ahali kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamaya meylederken, Bosna Hersek’in modernist aydınları kendilerini İslam inancındaki “Sırplar” veya “Hırvatlar” ile ve Bulgaristan ile Yunanistan’ınkiler ise modern Türk ulusu kimliği ile deklare ediyorlardı. Son olarak, yurtlarında baskın olmalarına karşın Arnavutluk Müslüman toplumu kendisini Avrupa içinde bir “Kültürel Azınlık” olarak fark etti ve tedricen Arnavut ulusçuluğunun kuruluş mitlerini “Osmanlı Boyunduruğu”nu suçlama ve Arnavutça konuşanların arasında dini bölünmeleri reddetme temeli üzerine adapte etti
1930’larda Balkanlardaki politik tansiyon arttığı gibi bölgede İslamcı ve Pan-İslamcı ideolojiler zuhur etti. 1941’den itibaren 3.Reich Balkan Müslümanları arasında ulusalcı ve Pan-İslamcı duyguları patlatmayı denedi ancak Türkiye’nin savaşa Mihver Devletleri (Almanya, İtalya, Japonya) yanında girmeyi reddetmesi ve 1943’de askeri durumun tersine dönmesi otonom bir Bosna-Hersek ve bir Büyük Arnavutluk veya Balkan Müslüman halklarının tamamını kuşatacak bir devlet oluşturma planını harap etti.
1945’te komünist rejimlerin bölgede yerleşmesi de Balkan Müslüman toplumlarının geleneksel organizasyonlarında büyük değişiklikler anlamına geliyordu. (Deniliyor ki, İslam dininin kurumlarının hala eğitim ve adalet sorumluluğunu yürüttüğü tek Balkan ülkesi Yunanistan’dır) 1940’ların sonlarında komünistler geleneksel dini kurumları söküp attılar –Yugoslavya’daki Şeriat mahkemeleri kaldırılıyor, vakıflar millileştiriliyor, medreselerin büyük çoğunluğu kapatılıyordu. Bu politika zirvesine bütün dini faaliyetlerin 1967 yılında yasaklandığı Arnavutluk’ta ulaştı. Buna zıt olarak Yugoslavya’da 1960’ların liberalleşme dönemi İslami kurumlarda yeni bir canlanma sağladı ve savaş sonrasının baskılarıyla kesilen tartışmalar yeniden başladı.
Bundan başka, ulusal gayelerin standart taşıyıcıları olan entelektüel elitlerin kayrılan gelişimi komünist dönemin modernizasyonunu hızlandırdı.
Bazı yönlerden, komünist rejimler gelişmeleri sadece hızlandırdı. Nitekim onlar zaten İkinci Dünya Savaşından önce fark edilebilir haldeydiler. (Batıya yönelik olduğu söylenen -ç.n.-) Soğuk Savaşa rağmen “Osmanlı boyunduruğu”ndan ulusal kurtuluş için verilen mücadelelerin kutlanılmasına devam edildiği gibi, komünist projenin modernleştirici boyutu Batı modernizmine örtülü olarak değer vermeye de devam etti.
Daha somut olarak, sanayileşme ve şehirleşme, eğitimin ve serbestliğin gelişmesi ve dini aktörlerin kamusal alandan çıkarılması Balkan toplumlarının hızla sekülerleşmesini sağladı ve dini pratik keskin bir şekilde azaldı. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki muazzam münakaşa meselesi tesettür giyimi hakkındaki deliller gösterir ki, Müslüman halklar ve özellikle şehirlerde yaşayanlar, bu işlemlerden müstesna değildi. Tesettür giyimi komünist yetkililer tarafından 1940’ların sonlarında yasaklanıyordu. Yarım yüzyıldan daha fazla bir zaman sonra o birçok Balkan Müslüman’ı tarafından kırsal hayatın ve geri kalmışlın simgesi olarak görüldü. Bunun gibi, Bosna Hersek ve Arnavutluk’taki karışık evliliklerdeki (dinler arası evlilik kastediliyor –ç.n) artış komünist modernizasyonun doğrudan sonucudur.
Balkanlarda “iyi komşuluk”un değişik kuralları ve Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında birlikte var olunan yüzyıllar farklı dini pratiklere yansır. Bununla birlikte, Müslümanların yiyecek tarzının İslami kurallara aykırılığı (alkol veya domuz tüketimi gibi) ve İslam dininin kaldırdığı ve beş yüzyıllık Osmanlı yönetiminin sonucu olmayan ancak komünist modernizasyonun beş on yılından kaynaklanan özel sınıflar yoluyla etnik sınırlar arasındaki ayrılık gevşer.
Bu bakış açısıyla, Balkan İslam’ının bir “Avrupalı İslam” olarak yüceltilmesi, dışarıdaki uzmanlar tarafından komünizm sonrası Balkanlarında Müslüman halkların “radikalleşme”si veya Balkan İslam’ının 18. yüzyıl sonunda kurulan, Şiiliğe, Sufizme ve dini teceddüde düşman olarak tanımlanan “Vahhabilik”e yönelmesi gibi endişeler beyan edildiğinden ,onun özel karakterini açığa çıkarmaktan çok gizler.[xiii]
[i] “Avrupalı İslam” tasarımı kamusal alana ortak farklı Müslüman toplulukların Avrupa’daki yaşayışını ve onların Müslüman olmayan ve yine çoğunlukla sekülerleşmiş toplumlara entegrasyonunun İslam’ın yeni yorumlarının ve pratiklerinin zuhur etmesine olan etkisini ilgilendirir. Diğerleri arasında bakınız, Jorgen NIELSEN, Towards a European Islam, Basingstoke: Macmillan (1999); Olivier ROY, Vers un islam européen, Paris: Esprit (1999). For a critique of the notion of a “European Islam”, see Alain ROUSSILLON, “‘Islam d’Europe’ or ‘Musulmans européens’: reconduire l’exception musulmane?”, Cahiers d’étude sur la Méditerranée orientale et le monde turco-iranien, n° 34 (July 2002), pp. 331-338.
[ii] Lozan Antlaşması Yunan-Türk savaşının sonunda 1923’de imzalanıyordu ve Yunanistan ile Türkiye arasında halkların değişimini dini kriterlere göre organize ediyordu. Bu antlaşma değişimden ayrık tutulan az sayıda halkın haklarını da tanımladı. (Batı Trakya Türkleri ve İstanbul’daki Rum Ortodokslar) Antlaşma Batı Trakya’nın Müslüman azınlığı için iki dilli bir eğitim sistemini düzenledi ve Yunan yetkililer tarafından atanan müftüye aile hukuku problemlerinde geniş yetkiler verilmesini garanti etti.
[iii] Bundan sonra Makedonya olarak tanıtılacak
[iv] Yugoslav savaşlarının boyutları hakkında daha fazlasını okumak için bakınız; Thomas BREMER
(Hg), Religion und Nation im Krieg auf dem Balkan, Bonn: Justitia et Pax (1996); Vjekoslav PERICA, Balkan Idols: Religion and Nationalism in Yugoslav States, Oxford: Oxford University Press (2002).
[v] Tüm bu çalışma boyunca “Müslümanlar” veya “Müslüman halklar” kavramları onların gerçek (şimdiki, güncel) dindarlık seviyelerini dikkate almaksızın Müslüman bir aileye veya kültürel geçmişe (yeni ifadesi ile sosyolojik Müslümanlar) sahip kişileri veya halkları ifade eder. Balkan İslam’ı hakkında daha fazlasını okumak için bakınız; Alexandre POPOVIC, L’islam balkanique. Les musulmans du sud-est européen dans la période post-ottomane, Berlin-Wiesbaden: Otto Harrassowitz (1986); Hugh POULTON & Suha TAJI-FAROUKI (eds.), Muslim Identity and the Balkan State, London: Hurst (1997); and Xavier BOUGAREL & Nathalie CLAYER (dir.), Le nouvel Islam balkanique. Les musulmans, acteurs du post-communisme (1990-2000), Paris: Maisonneuve & Larose (2001).
[vi] Pomaklar Bulgarca konuşan Müslümanlardır. Büyük çoğunluğu Bulgaristan’da yaşar (150 -200 bin arası) ancak Pomakların daha küçük bir kısmı (30 bin civarı) Yunanistan’ın Trakya bölgesinde yaşar. Orada Torbeşler gibi diğer Slavca konuşan Müslüman halklar da vardır ki Torbeşler Makedonca konuşur ve Makedonya’da yaşar (80 – 100 bin arası) ve yine Goraniler Makedonca’ya yakın bir lehçe konuşur ve güney Kosova’da yaşar (20 – 30 bin arası).
[vii] Sünni İslam dört temel hukuk okuluna (mezhep) sahiptir. Hanefi mezhebi Ebu Hanife tarafından 8.yüzyılda kuruldu ve Osmanlı İmparatorluğunun resmi mezhebiydi ve 1990’lara kadar Balkanlar’da tek olarak görülüyordu. Yeni Selefiler (24.nota bakınız) sıklıkla, 9.yüzyılın başlarında Ahmed ibn Hanbel tarafından kurulan katı Hanbali mezhebihe yakın olarak düşünüldü.
[viii] Bektaşilik aykırı bir sufi tarikatıdır ki en iyi, takipçilerinin 1945 öncesi toplam nüfusun %15’ini temsil ettiği Arnavutluk’ta yerleşmiştir. Alevilik avama mahsus bir dindir ki, Anadolu ve Balkanların kırsal bölgelerinde bir miktar mevcuttur ve kimi açılardan Bektaşilere benzerler. Bektaşiler ve Aleviler Muhammed peygamberin kızının eşi Ali’ye özel bir bağlılığı paylaşırlar ki bazı yabancı uzmanlar yanlış anlayarak onları Şii Müslümanlar olarak kabul ederler.
[ix] Dayton Barış Anlaşmasının 1995’de imzalanmasından bu yana Bosna Hersek resmi olarak iki etnik unsura bölündü: Bosna Hersek Federasyonu, sıklıkla “Boşnak – Hırvat Federasyonu” olarak tanımlanır kendisini on etnik kantona bölmüştür (beş Boşnak, üç Hırvat ve iki “ karışık” kanton) ve Republica Srpska (“Sırp Cumhuriyeti”)
[x] Diğerleri arasında bakınız; , Ludwig STEINDORFF, “Von der Konfession zur Nation: die Muslime in
Bosnien-Herzegowina”, Südosteuropa-Mitteilungen, vol. XXXVII, n° 4 (1997), pp. 277-290.
[xi] Diğerleri arasında bakınız; Nathalie CLAYER, Religion et nation chez les Albanais XIXe-XXe siècles, Istanbul: Isis (2003).
[xii] Selefilik 19.yüzyılın sonlarında ortaya çıkan bir düşünce ekolüdür ve dini gelenekleri körü körüne taklidi kırmak ve dinin yorumunda yeni bir çaba başlatarak Selef-i Salihin’in dinini geri döndürmeyi istemiştir. Selefilik her ikisinde, dini reformist ve seküler ulusalcı hareketleri etkiledi ki 20.yüzyılın başlarında Müslüman dünyada ortaya çıkan bir neo-Fundamentalist veya neo-Selefi bir hareket 1970’lerden ilerisini etkileyerek büyüdü (bkz 24.note)
[xiii] 1932 yılında Suudi Arabistan Krallığı kurulduğunda Vahhabilik onun resmi mezhebi oldu.