ABD’nin askeri güçlerini Güney Amerika’ya konuşlandırması ve Venezuela’ya yönelik suçlamaları, olası bir rejim değişikliği girişiminin önceki girişimlerden çok daha tehlikeli olabileceği belirtildi.

YDH- MintPress News’te yer alan bir analize göre, ABD’nin askeri varlıklarını güçlendirmesi, Venezuela’ya yönelik yeni bir rejim değişikliği girişimi olasılığı endişelerini artırdı; bu girişimin önceki girişimlerden çok daha ölümcül olabileceği ifade edildi.
Analizde, Trump yönetiminin ABD’ye yönelen Venezuela kaynaklı uyuşturucu akışını gerekçe göstererek askeri güçlerini hızla artırdığı ve Güney Amerika ülkesini çevrelediği belirtildi. Venezuela, Washington’ın yaklaşık çeyrek yüzyıldır hedefinde yer alıyor.
Trump yönetimi Venezuela’ya odaklandı
Analizde, Trump yönetiminin yeniden Venezuela’ya odaklandığı kaydedildi. Son haftalarda Başkan Trump’ın Karayipler’e yedi savaş gemisi, bir denizaltı ve bir amfibi saldırı gemisi gönderdiği; bu birliklerin deniz işgallerine hazırlandığı ifade edildi.
Ayrıca, gelişmiş F-35 savaş uçaklarından oluşan bir filonun Porto Riko’ya konuşlandırıldığı ve bu sayede Caracas’a saldırı menziline girdiği belirtildi. Toplamda yaklaşık 4.500 personelin, bunların 2.500’ünün savaş hazır deniz piyadeleri olduğu kaydedildi, bölgeye yeniden konuşlandırıldığı bildirildi.
ABD’nin ilk saldırısı ve provokasyonlar
Analizde, olası büyük bir savaşın ilk işaretleri olarak ABD ordusunun şimdiden güç gösterisine başladığı ifade edildi. Aybaşında küçük bir Venezuelalı geminin yok edildiği, gemiye yönelik çoklu saldırılar yapıldığı ve hayatta kalan kimsenin bırakılmadığı bildirildi.
Trump’ın Truth Social paylaşımında, geminin ABD’ye yasadışı uyuşturucu taşıdığını ve mürettebatının Tren de Aragua (TDA) kartelinin üyesi olduğunu iddia ettiği kaydedildi. Analize göre, Trump, TDA’nın “Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun kontrolü altında faaliyet gösterdiğini” ve “ABD’de kitlesel cinayet, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, şiddet ve terör eylemlerinden sorumlu” olduğunu öne sürdü.
Provokasyonların geçen hafta arttığı, ABD Donanması’nın Venezuelalı bir balıkçı teknesine baskın düzenlediği ve mürettebatı gözaltına aldığı ifade edildi.
Salı günü ABD’nin başka bir küçük gemiye saldırı düzenlediği, en az üç kişinin öldüğü kaydedildi. Trump’ın saldırıyı gerekçelendirdiği, saldırı sonrası “büyük torbalar dolusu kokain ve fentanil”in “okyanusa saçıldığını” belirttiği bildirildi.
Tren de Aragua, ABD’nin odak noktası haline geldi
Analizde, Tren de Aragua’nın Trump yönetimi için adeta bir takıntı haline geldiği kaydedildi. Trump’ın göreve başladığı ocak ayında, Venezuela çetesini “yabancı terör örgütü” olarak ilan ettiği, çetenin Batı Yarımküre’de “şiddet ve terör yaydığı” ve “ABD’yi ölümcül uyuşturucular, şiddetli suçlular ve acımasız çetelerle doldurduğu” ifade edildi.
Mart ayında 1789 tarihli Yabancı Düşmanlar Yasası’nı devreye sokarak ABD’nin Tren de Aragua tarafından “işgal edildiğini” ilan ettiği bildirildi. Ağustos ayında ise Başkan Maduro’nun başına 50 milyon dolarlık ödül koyduğu, TDA ve Güneş Karteli’ni (Cartel de los Soles) yönettiğini öne sürdüğü kaydedildi. Açıklamada, bunun Maduro’yu “dünyanın en büyük uyuşturucu kaçakçılarından biri” haline getirdiği ifade edildi.
ABD’nin asıl niyetleri gizlenmiyor
Analize göre, bu operasyon resmî olarak bir uyuşturucu ile mücadele girişimi olarak tanımlansa da Washington’daki yetkililerin asıl niyetlerini gizlemedikleri belirtildi. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı General Michael Flynn’in, “Sevgili Yabancı Terör Lideri Maduro, günlerin ciddi şekilde sayılı” dediği ve Maduro’ya “Suriye’deki dostun Esad ile bir tatil yap ve tek yönlü bir Moskova biletini kap” tavsiyesinde bulunduğu kaydedildi.
Uzmanlar: Trump yönetiminin Maduro ve Venezuela iddiaları inandırıcı değil
MintPress News’e konuşan Liverpool John Moores Üniversitesi öğretim üyesi Julia Buxton, hem küresel uyuşturucu politikaları hem de Venezuela siyaseti konusunda uzman olduğunu belirterek, Trump yönetiminin Maduro ve Venezuela hakkındaki iddialarının az sayıda uzmanı ikna ettiğini ifade etti.
Buxton, ABD’nin Venezuela’ya yönelik kampanyasında, Venezuela’nın büyük bir uyuşturucu üreticisi olduğu iddiasının 2000’li yıllardan beri devam eden bir tema olduğunu belirtti. Bu tür anti-uyuşturucu mesajlarının ABD dış politikası ve stratejisinde en az 100 yıldır yaygın olduğunu ifade eden Buxton, şunları söyledi: “Burada aslında sadece Ronald Reagan’ın konuşmalarının yeniden kullanımı söz konusu… Bu iddialar doğrulanmamış ve absürt; resmi verilerle desteklenmiyor.”
Resmî veriler iddialarla uyuşmuyor
Analize göre, veriler, yönetimin suçlamalarıyla ciddi şekilde çelişiyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin 2025 Dünya Uyuşturucu Raporu’nda, Güney Amerika ile en çok ilişkilendirilen uyuşturucu kokainin öncelikle Kolombiya, Peru ve Bolivya’da üretildiği ve Ekvador limanları üzerinden ABD’ye taşındığı belirtildi. Raporda Venezuela’ya herhangi bir atıf yapılmadığı kaydedildi.
Raporda ayrıca, Güney Amerika’da üretilen öldürücü uyuşturucuların büyük çoğunluğunun Ekvador’un Pasifik kıyısı üzerinden ABD’ye ulaştığı ifade edildi. Kolombiya kokaininin küçük bir kısmının Venezuela’nın uzun ve geçirgen yağmur ormanı sınırından geçip Karayipler üzerinden taşındığı belirtilse de, bunun miktarının diğer güzergahlarla kıyaslandığında ihmal edilebilir düzeyde olduğu ifade edildi.
ABD’nin ulusal uyuşturucu tehdit raporu ve Venezuela
ABD Uyuşturucu Kontrol Dairesi’nin 2025 Ulusal Uyuşturucu Tehdit Değerlendirmesi raporunun da BM raporuyla büyük ölçüde uyumlu olduğu bildirildi. 90 sayfalık belgede Venezuela sadece tek sayfada iki paragraf ile ele alınmış; bu durum, Karayip ülkesi Venezuela’nın ABD’ye yönelik tehdidinin sınırlı olduğuna işaret ediyor.
Raporun Tren de Aragua çetesinin suç faaliyetlerini ele aldığı, ancak bunları Venezuela hükümetiyle ilişkilendirmeye çalışmadığı belirtildi. Nisan 2025’te deşifre edilen ABD Ulusal İstihbarat Konseyi raporunda, Maduro rejiminin TDA ile işbirliği yapma politikası olmadığı ve TDA’nın ABD’deki faaliyetlerini yönlendirmediği ifade edildi.
Raporda, Venezuela’nın istihbarat, askeri ve polis birimlerinin Tren de Aragua ile silahlı çatışmalara girdiği ve rejimin TDA’yı yönlendirdiğine dair herhangi bir gözlem yapılmadığı belirtildi. FBI analistlerinin de bu değerlendirmeyle aynı fikirde olduğu kaydedildi.
Tren de Aragua’nın boyutu ve etkisi abartılıyor
Analizde, Tren de Aragua’nın boyut ve etkisinin Trump ve medya tarafından büyük ölçüde abartıldığı belirtildi. Çetenin Venezuela’da bir hapishanede doğduğu ve kaçakçılık ile gasp faaliyetleri yürüttüğü ifade edildi. Ancak Sinaloa Karteli veya MS-13 gibi diğer suç örgütleriyle kıyaslanamayacak ölçekte olduğu belirtildi.
Venezuela araştırmacı gazeteci Ronna Rísquez, çetenin en fazla 3.000 üyesi olduğunu tahmin ettiğini ve grubun sadece ABD’nin değil, herhangi bir ülkenin düşmanı olma kapasitesine sahip olmadığını ifade etti.
Tren de Aragua’nın etkisi ve Venezuela’daki durumu
Julia Buxton, Tren de Aragua çetesini “küçük, önemsiz ve kentsel” olarak nitelendirerek, Venezuela’nın yaptırımlardan etkilenen ekonomik kaosu içinde faaliyet gösterdiğini belirtti. Buxton, çetenin “çok kötü niyetli bir örgüt” olduğunu ifade etti ancak şunları ekledi:
“Tren de Aragua’nın ABD’de hemisferik bir etkisi, kapasitesi ve yaygınlığı olduğu iddiası bir efsanedir. ABD, Venezuela’dan kaynaklanan tehditlerden çok daha ciddi sorunlarla, uluslararası organize suç çeteleriyle karşı karşıyadır.”
Maduro yönetimi çeteyi baskı altında tuttu
Analize göre, Maduro yönetimi yaklaşık on yıldır Tren de Aragua’yı baskı altında tutuyor; bu durum çetenin Venezuela içindeki yok oluşuna yol açtı ve geriye kalan üyeler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Çetenin kurucusu ve lideri Niño Guerrero’nun Şili’de yaşadığı yaygın şekilde tahmin ediliyor.
Bazı gruplar Venezuela dışında Tren de Aragua adını kullanmaya devam etse de, bu grupların orijinal örgütle ve birbirleriyle olan bağlantılarının kapsamı belirsizliğini koruyor.
Güneş karteli ve kokain gelirleri iddiaları
Tren de Aragua sık sık olduğundan daha az güçlü olsa da varlığı doğrulanabilir; buna karşın, Maduro’nun liderliğinde olduğu iddia edilen Cartel de los Soles için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Uzmanlar, bu örgütün kurgusal olduğunu belirtiyor. Buxton, “Cartel de los Soles fikri tamamen saçmalık,” dedi ve şunları ekledi:
“Maduro hükümeti ve ordusunun kokain gelirleriyle ayakta durduğu iddiası da saçmalık. Kokainin Latin Amerika’daki değeri oldukça düşüktür. Ancak sınır ötesi taşımalar ve değer artışı süreçlerinden geçtikten sonra herhangi bir değer kazanır.”
Fentanil iddiaları resmî verilerle çelişiyor
Trump’ın yönetiminin hedef aldığı Venezuela gemilerinin fentanil yüklü olduğu iddiası, ABD Uyuşturucu Kontrol Dairesi (DEA) raporlarıyla tutarsız. DEA, Venezuela’yı fentanil üreticisi veya başlıca geçiş noktası olarak listelemiyor. Dahası, DEA’nın Fentanyl Flow to the United States raporu ve yakın tarihli Kongre soruşturması da Venezuela’yı hiç anmıyor.
ABD’de uyuşturucu pazarı ve Maduro’nun iddiaları
MintPress News’e konuşan Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro, ABD’deki yasa dışı uyuşturucu pazarının yıllık değerinin yüz milyarlarca dolar olduğunu belirtti. Maduro, ticaretten elde edilen kazancın büyük bölümünün ABD’de kaldığını ifade ederek, “Uluslararası uyuşturucu ticaretinden elde edilen milyarlarca doların yüzde 85’i ABD’deki bankalarda. İşte kartel orada; gelsinler ve bunu araştırıp ortaya çıkarsınlar” dedi.
Maduro ayrıca şunları ekledi: “ABD bankacılık sisteminde 500 milyar dolar bulunuyor, üstelik itibarlı bankalarda. Eğer bir karteli araştırmak istiyorlarsa, kuzeydeki karteli araştırsınlar. Tüm uyuşturucu trafiği ABD’den Güney Amerika ve dünyanın diğer bölgelerine yönlendiriliyor. Ayrıca afyon ticaretini ve daha fazlasını da kontrol ediyorlar. Mafyaların ve gerçek kartellerin bulunduğu yer ABD’dir.”
Rubio’nun tepkisi ve ABD yasaları
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ekvador ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, Birleşmiş Milletler’in (BM) görüşlerini dikkate almadığını belirterek, “BM ne söylüyor umurumda değil. BM ne hakkında konuştuğunu bilmiyor” dedi. Rubio, yerel ABD yasalarının uluslararası hukukun önünde olduğunu ima ederek şunları ifade etti:
“Maduro, New York Güney Bölgesi’nde büyük bir jüri tarafından suçlandı. Bu, New York Güney Bölgesi’nin delilleri jürilere sunduğu ve jüri tarafından Maduro’nun suçlandığı anlamına geliyor… Şüphe olmasın, Nicolás Maduro suçlanan bir uyuşturucu kaçakçısıdır ve Amerikan adaletinden kaçmaktadır.”
Noboa ve ABD bağlantıları
Rubio’nun açıklamaları, Ekvador’da Başkan Daniel Noboa ile görüşme sırasında yapılmış olması nedeniyle dikkat çekti. Daha önce de belirtildiği gibi, Güney Amerika’dan ABD’ye giren uyuşturucunun büyük çoğunluğu Ekvador limanları üzerinden taşınıyor.
Dahası, Noboa’nın kendisi de doğrudan sürece dahil. Ülkenin en zengin milyarderi olan Noboa ailesinin oğlu, siyasi kariyerini ailelerinin büyük muz ihracat işine dayandırdı. Kolombiya dergisi Revista Raya’nın yaptığı araştırma, Noboa ailesine ait muz gemilerinin dünyaya büyük miktarlarda kokain taşımak için kullanıldığını ortaya koydu. Sadece Ekvador’daki tek bir limanda polis, Noboa ailesine ait gemilerden 700 kilogram kokain ele geçirdi.
Ancak Maduro’nun aksine, Noboa ABD’nin kilit bir müttefiki konumunda ve yöneticiliği sırasında Washington’ın çıkarlarını önceliklendirdi.
Rubio’nun aile bağları ve “Narco Rubio” eleştirileri
Bu bağlantılar, Rubio’yu rahatsız etmeyecek gibi görünüyor; zira Rubio’nun kendi ailesi de uyuşturucu kaçakçılığıyla iç içe. Rubio’nun kayınbiraderi Orlando Cicilia, kokain kaçakçılığı ve dağıtımıyla ilgili suçlardan dolayı Florida’da 12 yıl hapis cezası almış eski bir uyuşturucu kaçakçısıdır. Cicilia’nın hapisten çıkmasının ardından Rubio, siyasi pozisyonunu kullanarak Floridalı bir düzenleyiciye baskı yapıp ona emlak lisansı aldırdı.
Latin Amerika’da Rubio, eleştirmenler tarafından uzun süredir “Narco Rubio” olarak tanınıyor.
ABD’nin uyuşturucu tarihi ve rejim değiştirme operasyonları
MintPress News’in aktardığına göre, ABD’nin uyuşturucu ve rejim değişikliği operasyonları tarihi iyi belgelenmiş durumda. Washington’un, onaylamadığı hükümetleri devirmek için yasa dışı uyuşturucu ticaretini kullandığı ve kontrolü altındakilerin eylemlerine göz yumduğu ifade edildi.
2014 yılında, ABD destekli bir darbe sonucunda Honduras’ta sol görüşlü demokratik olarak seçilmiş Başkan Manuel Zelaya görevden alındı ve yerine Juan Orlando Hernández geçti. Hernández’in kısa sürede, ünlü Sinaloa Karteli ile iş birliği yaparak kişisel servetini artırdığı bildirildi. Geçen yıl, ABD’ye 400 tondan fazla kokain sevk etmekten dolayı Hernández’in 45 yıl hapse mahkûm edildiği kaydedildi. Bu süreçte ABD hükümetinin, solun yeniden iktidara gelmesini engellemek için Hernández’in yönetimini desteklediği belirtildi.
Daha geriye gidildiğinde, Reagan yönetiminin Nikaragua’daki sol görüşlü Sandinista Partisi’ni devirmek amacıyla Contra ölüm timlerini finanse ettiği, eğittiği ve silahlandırdığı ifade edildi. Gazetecilerin haberleri ve sonrasında resmi incelemeler, Contra bağlantılı ağların 1980’lerde ABD’ye kokain sevkiyatlarıyla ilişkili olduğunu ve crack salgınına katkıda bulunduğunu ortaya koydu. Contras bu parayı ülkede terör estirmek için kullanmış ve 1990’da Sandinistaları devirmiştir.
Aynı dönemde, ABD’nin mücahitleri eğitip silahlandırarak Sovyet destekli sol hükümeti devirmeye çalıştığı Afganistan’da, CIA’nin 2 milyar dolarlık programı finanse etmek için müttefiklerini afyon üretmeye ve ticaretini yapmaya teşvik ettiği bildirildi. The Politics of Heroin: CIA Complicity in the Global Drug Trade kitabının yazarı Prof. Alfred McCoy, MintPress’e verdiği demeçte, Afganistan’daki dönüşümü şöyle aktardı:
“1970’lerde Afganistan’da yılda yaklaşık 100 ton afyon üretiliyordu. 1989-1990 yıllarında, 10 yıllık CIA operasyonunun sonunda, bu az miktar 2.000 ton seviyesine ulaştı ve dünya yasadışı afyon ticaretinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturuyordu.”
Bu çerçevede, ABD’nin dünya genelinde genellikle uyuşturucu ve sözde uyuşturucu ile savaşını müttefiklerini desteklemek ve anti-emperyal hükümetleri devirmek için kullandığı ifade edildi.
ABD yetkilileriyle iş birliği yapmamanın uyuşturucu üretimini artırdığı nadiren görülüyor. İlk Trump yönetiminin “zorbalık üçlüsü” olarak adlandırdığı Venezuela, Küba ve Nikaragua, bölgedeki uyuşturucu üretimi ile ünlü ülkeler arasında istisna olarak öne çıkıyor. Ayrıca 2008’de Bolivya, dönemin sosyalist Başkanı Evo Morales yönetiminde DEA’yı ülkeden çıkararak kokain üretiminde önemli bir düşüş sağladı.
MintPress’e konuşan Joe Emersberger, Extraordinary Threat: The U.S. Empire, the Media, and Twenty Years of Coup Attempts in Venezuela kitabının eş yazarı, ABD iddialarını hem “gülünç” hem de “yansıtma” olarak nitelendirdi ve şunları belirtti:
“1980’lerde CIA, Contras’ı finanse etmek için Los Angeles sokaklarındaki uyuşturucu ticaretini körükledi. Contras, ABD destekli teröristlerdi ve Nikaragua’yı hedef almak için kullanıldı. Afganistan’da ise doğrudan ABD askeri işgali altında afyon üretimi, Taliban tarafından yok edildikten sonra patladı.”
Emersberger, ABD’nin Venezuela’ya karşı açıkladığı niyetlere son derece şüpheyle yaklaştığını ifade ederek şunları ekledi:
“Kısaca söylemek gerekirse, Maduro hükümetinin yasa dışı uyuşturucu ticaretinde rol oynaması için ilk adım Washington’a boyun eğmek olurdu. Marco Rubio, Maduro’ya yönelik iddialarını tekrar etmek için uyuşturucu baronlarının oyun alanı hâline gelmiş Ekvador’a gitti ve Başkan Noboa’nın ailesinin uyuşturucu ticaretiyle bağlantılı olduğu gösterildi.”
ABD’nin Venezuela’ya karşı uzun süreli müdahale girişimleri
ABD’nin Venezuela’ya yönelik niyetlerinin, hükümete karşı çeyrek yüzyıllık rejim değiştirme girişimleri ışığında daha da şüpheli göründüğü belirtildi.
MintPress News’in aktardığına göre, sosyalist ve anti-emperyalist Başkan Hugo Chávez’in 1998’deki seçimi, Venezuela’yı hemen Washington’ın radarına soktu ve ABD kısa süre içinde ona karşı bir darbe planlamaya başladı.
Sağ görüşlü liderler, üst düzey Amerikalı yetkililerle görüşmeler yapmak için Caracas ile Washington D.C. arasında gidip geldi. ABD, NED ve USAID aracılığıyla, Nisan 2002 darbesinin öncülüğünü yapacak anti-Chávez güçlerini finanse etmeye başladı.
Darbe günü, ABD Büyükelçisi Charles Shapiro’nun Caracas’taki darbe karargâhında bulunduğu ve bir Amerikan savaş gemisinin Venezuela sularına girdiği ifade edildi. Bush yönetimi, sağcı hükümeti derhal tanıdı, ancak iki gün sonra karşı ayaklanma ile hükümet düşürüldü.
ABD, bu duruma rağmen Venezuela muhalefetine mali desteğini artırmayı sürdürdü. 2002 Aralık ayında, hükümetin düşmesini umut ederek ülkenin petrol endüstrisini kapatma girişimini desteklediği belirtildi.
ABD, ilgili tüm kurumlar (çoğu zaman yerel muhalefet dahil) sonuçları kabul etse bile, Venezuela seçimlerinin geçerliliğini sürekli reddetti. 2013 yılında, Nicolás Maduro’yu iktidara taşıyan seçimleri tanımayan tek ülke olduğu ifade edildi.
Bu popüler oya yönelik reddiyatların, ABD destekli örgütlerin şiddet eylemlerine zemin hazırladığı kaydedildi. 2014’te aşırı sağ grupların, yiyecek mağazaları, hastaneler, ambulanslar, anaokulları ve Caracas Metro sistemine yönelik saldırılar gerçekleştirdiği, 43 kişinin öldüğü ve yaklaşık 15 milyar dolarlık maddi hasara yol açtığı belirtildi. Aynı grupların büyük otoyolları barikatlarla kapattığı ve geçmeye çalışan herkese saldırdığı ifade edildi.
ABD hükümetinin bu olayları güçlü şekilde desteklediği belirtildi. O dönemin Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, eylemlere katılanları “barışçıl protestocular” olarak nitelendirdiği ve Maduro rejiminin onları “demonize ettiği” yönünde açıklamalarda bulunduğu kaydedildi. Biden, Maduro’nun Venezüellalıları “ABD hakkında tamamen sahte ve abartılı komplo teorileri uydurarak iç sorunlardan uzaklaştırmaya çalıştığını” iddia etti.
İstenilen sonuç elde edilemeyince ABD, yeni bir taktik olarak ekonomik savaş yöntemine başvurdu. 2015’te Başkan Obama, Venezuela’daki durumun ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikası için “olağanüstü tehdit” oluşturduğu gerekçesiyle resmi Ulusal Acil Durum ilan etti. Bu durum, geniş kapsamlı tek taraflı yaptırımlar uygulamak için yasal bir gereklilik olarak açıklandı. ABD Dışişleri Bakanlığı, yaptırımların “para ve reel ücretleri düşürmek, açlık ve çaresizlik yaratmak ve hükümeti devirmek” amacıyla uygulandığını kabul etti.
Birleşmiş Milletler ve çeşitli araştırmalar, yaptırımların ciddi etkilerini belgeledi; tedarik ve yedek parça eksikliği nedeniyle ülkenin petrol endüstrisi çöktü ve dış gelirlerde yüzde 99 düşüş yaşandı. Gıda, ilaç ve diğer temel mallarda yaygın kıtlıklar ortaya çıktı. Washington D.C. merkezli düşünce kuruluşu Center for Economic and Policy Research tarafından yayımlanan bir raporda, 2017-2018 yılları arasında yaptırımların 40.000’den fazla Venezuellalının ölümüne yol açtığı tahmin edildi. Milyonlarca Venezuellalının ülkeden ayrıldığı kaydedildi.
Birleşmiş Milletler, yaptırımları resmi olarak kınadı, tüm üye devletleri yaptırımları kırmaya çağırdı ve ABD’nin Venezuela’ya ödemesi gereken tazminatlar üzerinde tartıştı. Bir ABD’li BM raportörü, ülkeyi ziyaret ederek ABD’nin eylemlerini “ortaçağ kuşatması” olarak nitelendirdi ve Washington’un olası “insanlığa karşı suçlar” için soruşturulması çağrısında bulundu. Bu durum, ABD medyasında yalnızca küçük bağımsız medya sitelerinde yer aldı.
Trump yönetimi göreve geldiğinde, kendi ifadeleriyle “tüm o petrolü almak” fırsatını hissettiği için ekonomik savaşı artırdı. Beyaz Saray içindeki kaynaklara göre, Trump, Venezuela’yı “gerçekte ABD’nin bir parçası” olarak görerek kapsamlı bir işgali “harika” olarak nitelendirdi. Bazı yetkililer, örneğin Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, bu planı destekledi, ancak daha “ılımlı” sesler üstün geldi ve yalnızca ülkede terör saldırıları dalgaları düzenlemenin Venezuela’yı tekrar Amerikan kontrolüne getireceği savunuldu.
Maduro’ya karşı suikast girişimi ve ABD’nin müdahaleleri
2018 yılında Maduro’nun dar bir farkla hayatta kaldığı bir suikast girişimi yaşandığı belirtildi. Venezuela Devlet Başkanı, suikast planının arkasında ABD’nin olduğunu öne sürdü. Bolton’ın anıları “The Room Where It Happened”ta, Maduro’nun Beyaz Saray’ın gerçekten olaya karışmış olabileceğinden şüphelenmesinin makul olduğunu güçlü şekilde ima ettiği ifade edildi.
Bu dönemde Trump yönetiminin, Venezuela muhalefetine seçimleri boykot etmesini talimat verdiği, Maduro’yu zorla devirmeye çalışmayı tercih ettiği bildirildi. 2019 yılında, nispeten bilinmeyen küçük bir aşırı sağ partinin lideri Juan Guaidó’nun teknik bir gerekçe ile kendini Venezuela’nın gerçek başkanı ilan etme girişimini desteklediği kaydedildi. Trump, Guaidó’yu hemen tanıdı ve birçok Batılı ülkeyi aynı şeyi yapmaya zorladı.
Trump’ın yakın ekibi, Maduro üzerindeki baskıyı artırdı. Bolton’un “Kolombiya’ya 5000 asker” yazılı bir not defteriyle görüldüğü, Marco Rubio’nun ise Libyalı lider Muammer Kaddafi’nin parçalanmış cesedinin fotoğraflarını Maduro’ya gönderdiği, bu eylemlerin ABD’nin Maduro için planladığı tehdidi açıkça ortaya koyduğu belirtildi.
2019 boyunca ABD yetkililerinin, Venezuelalılara bugün özgürlüklerini kazanacaklarını söyleyen açıklamalar yaptığı, onları sokaklara çıkmaya teşvik ettiği ve Venezüella subaylarını isyan etmeye ve başkanlık sarayına yürümeye çağırdığı ifade edildi. Ancak Venezuellalıların bu çağrıları reddettiği ve Guaidó’nun ülkede ilerleyemediği, saldırıya uğradığı kaydedildi. Silahlı kuvvetlerin %0,1’den azının taraf değiştirmesi nedeniyle hareketin çöktüğü belirtildi.
Popüler bir isyan ya da askeri ayaklanma başlatamayan Washington, daha doğrudan bir yaklaşım benimsedi. Mayıs 2020’de, eski ABD Green Beret askerlerinin liderliğindeki bir amfibi paralı asker kuvvetinin başkanlık sarayına ulaşmayı ve Guaidó’yu diktatör olarak atamayı denediği, operasyonun ABD’de planlandığı ve Beyaz Saray tarafından Trump Hotel (Washington, D.C.) ve Trump Doral Resort (Florida) toplantılarının ardından onaylandığı ifade edildi. Operasyon tamamen başarısız oldu; liderler ilk direniş işaretleriyle karşılaşınca teslim oldu. Eleştirmenler, başarısız operasyonu Trump’ın “Domuz Körfezi” olarak adlandırdı. ABD, 2023’te Guaidó’ya verdiği desteği çekti; Guaidó şu anda Miami’de yaşıyor ve Florida Atlantic University’de bir görevde bulunduğu belirtildi.
2020’deki deniz operasyonundan birkaç ay sonra, eski bir Deniz Piyadesi gazisi, CIA görevlisi ve Afganistan’daki Dışişleri Bakanlığı’nın uyuşturucu karşıtı yetkilisi Matthew Heath, Venezuela’nın en büyük petrol rafinerisi dışında bir submachine gun, el bombası atıcı, dört blok C4 patlayıcı, uydu telefonu ve ABD doları yığınlarıyla tutuklandı. Yetkililer, Heath’in ülkenin petrol endüstrisini sabote etmeyi planladığını belirtti.
Son yıllarda ABD, Venezuela’yı istikrarsızlaştırmak için diğer yasal-dışı yöntemlere başvurdu. İran tankerlerini ele geçirerek ABD ablukasını kırmayı denediği, Venezuela’ya ait devlet CITGO benzin istasyonlarını ABD genelinde el koyduğu ve Venezuela hükümet uçağını Dominik Cumhuriyeti’ne iniş yaptıktan sonra bağladığı bildirildi. Diplomatik bir görevden dönen Alex Saab’ın uçağı, Cabo Verde’de durakladıktan sonra ABD tarafından tutuklandı ve üç yıldan fazla Amerikan hapishanelerinde tutuldu. Saab, bugün Venezuela Sanayi ve Ulusal Üretim Bakanı olarak görev yapıyor. ABD hükümetinin ayrıca Birleşik Krallık üzerinde baskı kurarak İngiltere’deki 2 milyar dolarlık Venezuela altın rezervini el koydurduğu ifade edildi.
Emersberger, ABD’nin Venezuela’daki eylemlerini özetlerken şunları belirtti:
“2001’den bu yana, ABD Chávez’in satın alınamayacağına karar verdiğinde, onu devirmeyi veya ekonomik savaş yoluyla zorluklar yaratarak, Venezuela’nın sosyalist hükümetinin bölgede başkalarına örnek olarak görülmesini engellemeyi amaçladı. ABD’nin yaptırımlar konusundaki cezasızlığı, aynı anda her iki hedefi de sürdürmesine olanak tanıyor ve bu cezasızlık, ülkede ciddi organize siyasi muhalefetin olmamasından kaynaklanıyor.”
Tüm bu çabalara rağmen Maduro hayatta kalmayı başardı. Geçen yıl yeniden seçilerek ABD destekli aday Edmundo Gonzalez’i yedi puan farkla mağlup etti. ABD, sonuçları tanımadı. Hükümetin halk desteğinin bir kısmı, ülke için sağladığı kazanımlara dayandığı bildirildi.
Hugo Chávez, 1999-2013 yılları arasında iktidarda, ülkenin petrol endüstrisini yeniden millileştirdi ve gelirleri büyük sosyal refah programlarını finanse etmek için kullandı. Ücretsiz sağlık, eğitim ve sübvansiyonlu ulaşım dahil olmak üzere sosyal hizmetleri yaygınlaştırdı. Yoksulluk ve aşırı yoksulluk sırasıyla yarıya ve üçte ikiye indirildi; okuryazarlık ortadan kaldırıldı ve öğrenci nüfusu dünya dördüncüsü oldu. Daha önce dışlanmış gruplar da siyasi katılımda artış yaşadı.
Chávez, Küresel Güney ülkeleri için anti-emperyalist ve bağımsız bir gelecek vizyonunu teşvik etti, Latin Amerika birliğine yönelik girişimlere öncülük etti. Petrol gelirlerini, bölgedeki insanlara tıbbi operasyonlar sağlamak ve ABD’deki yüzbinlerce yoksul veya dışlanmış ailenin evlerini ısıtmak için kullandı. Filistin konusundaki duruşu sertti; İsrail’i “terörist devlet” ilan etti ve 2008-2009 Gazze saldırısı nedeniyle ülkeden ilişkilerini kesti. Günümüzde Caracas’ta Filistin temalı duvar resimleri görülebiliyor ve ezilenlerle dayanışma hükümet ideolojisinin önemli bir boyutu olarak öne çıkıyor. 2024 seçiminde Maduro oyunu kullanırken “Yaşasın özgür Filistin!” dediği kaydedildi.
Maduro, ABD’nin ülkesine yönelik eylemleri nedeniyle oldukça zor bir dönemden geçti. Ancak ekonomi çöküşe rağmen, halkın önemli bir kesimi sosyalist projeyi desteklemeye devam etti. Günümüzde Venezuela, en kötü dönemi geride bırakmış gibi görünüyor. Mağazalar yeniden dolu ve ülke artık tükettiği gıdanın büyük bir kısmını üretiyor. Maduro’nun imzasını taşıyan sosyal konut politikası Misión Gran Vivienda Venezuela, 5,2 milyondan fazla konut teslim ederek gecekondu sorununu önemli ölçüde azalttı.
Maduro’nun iktidarda kalmasını sağlayan bir diğer faktör ise ordudur. Ordunun büyük çoğunluğu sadık kalmış ve darbe çağrılarını reddetmiştir. Venezuela’da yüzbinlerce asker ve milyonlarca silahlı sol görüşlü milis bulunuyor. ABD saldırısı tehdidi karşısında, hükümet 4,5 milyon kişiyi savunma pozisyonlarına yerleştirdi; bu durum, yakın bir ABD işgalini daha az olası kılıyor. Ancak ABD görev gücünün elindeki 1.200 füzenin ülkenin büyük bir bölümünü kolaylıkla yok edebileceği ifade edildi.
Trump yönetiminin Venezuela’yı açıkça öncelikli bir hedef haline getirdiği, ABD’nin Asya’daki güçlerini geri çekip Latin Amerika “arka bahçesi”ne odaklanmayı planladığı haberlerinin Maduro ve Venezuela’ya karşı herhangi bir eylemi daha olası hale getirdiği belirtildi.
Venezuela kıyılarındaki askeri yığınağın, Maduro’nun tutuklanması için ödülün artırılmasının ve onun büyük bir uyuşturucu baronu olduğu iddialarının yaklaşan çatışmanın uğursuz işaretleri olarak görüldüğü ifade edildi. Tren de Aragua ve Cartel de los Soles hakkında iddiaların kurgusal olabileceği, ancak kitlesel yok edici silahlar yalanlarına benzer şekilde, ABD’nin Irak Savaşı 2.0 için bahane arayışına hizmet edebileceği kaydedildi.
Çeviri: YDH