İsrail, iki yıllık savaş ve yoğun Amerikan desteğine rağmen, askeri ve siyasi kararlarında ABD’nin doğrudan müdahalesine açık bir konumda. Kiryat Gat’ta kurulan Amerikan operasyon merkezi, Tel Aviv’in güvenlik krizlerini tek başına yönetemediğini ortaya koyarken, ülke içindeki tartışmalar bağımlılık, egemenlik ve yaklaşan seçimler ekseninde şekilleniyor.
YDH- El-Ahbar yazarlarından Yahya Dabbuk, İsrail ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkinin niteliğinin kökten değişmiş olduğunu öne sürdüğü analizinde, İsrail’in kendi kararlarını özgürce alabilen bağımsız bir devlet olduğu yönündeki “mutlak bağımsızlık miti”nin çöktüğünü vurguluyor. Amerikan askerî ve siyasi müdahalesinin artık gizlenemez bir boyuta ulaştığını ortaya koyan Dabbuk'a göre, İsrail–ABD ilişkilerinde “bağımsız müttefiklik” dönemi sona erdi; yerini açık biçimde “vesayet altındaki ortaklık” süreci aldı.
İsrail ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki “özel ilişki” kavramı, artık Tel Aviv’de yaşanan gerçekleri tanımlamakta yetersiz kalıyor.
İki yıl süren sonuçsuz savaşın ardından, eşi benzeri görülmemiş Amerikan silah ve siyasi desteğine rağmen, İsrail topraklarında bir Amerikan operasyon odası kurulmak zorunda kaldı.
ABD Başkanı Donald Trump’ın talimatıyla hayata geçirilen bu merkez, İsrail’in askeri kararlarını izliyor, koordine ediyor ve gerektiğinde müdahale edebiliyor.
Gazze Şeridi’ne sadece 20 kilometre uzaklıktaki Kiryat Gat şehrinde kurulan merkezde, yaklaşık 200 Amerikan askerinin yanı sıra İngiliz, Alman ve muhtemelen Ürdünlü subaylar görev yapıyor.
“Trump’ın 20 Maddelik Planı” yazılı bayrak ve pankartlarla çevrili merkez, doğrudan yürütme yetkisine sahip olmasa da, savaş sonrası dönemdeki kritik kararların merkezi haline gelmesi bekleniyor.
Yardım dağıtımından Hamas’ın silahsızlandırılmasının denetlenmesine, İsrail’in ateşkesi ihlal etmemesine kadar birçok konu, artık bu merkez üzerinden koordine ediliyor.
ABD-İsrail arasındaki bu görünür koordinasyon, içeride büyük bir infiale yol açtı. ABD müdahalesi ilk kez açıkça görülebilir hale geldi ve yerleşik bir yapı kazandı.
Tartışmaların merkezine ise “bebek bakıcısı” terimi oturdu: Washington, anlaşmayı bozmasını engellemek için Netanyahu’ya bir tür “dadı” atamış gibi algılanıyor.
Resmi olarak her iki taraf da bunu reddediyor; Netanyahu “İsrail korunmuyor,” ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ise “İsrail’i bir bebek gibi izlemiyoruz” diyor.
Buna rağmen, her iki tarafın da bu sorulara yanıt vermek zorunda kalması, yıllar önce “komplo teorisi” olarak görülebilecek bir tartışmanın artık kamuoyunun odağı haline geldiğini ortaya koyuyor. Geçmişte, kimse “İsrail Amerikan himayesi altında mı?” sorusunu gündeme getirmemişti; bunun nedeni, ilişkilerin gizli yürütülmesi ve iki tarafın “nispeten eşit müttefikler” olarak sunulmasıydı.
Bugün ise tablo değişti; bağımlılık, artık kamuoyunda açık ve göz ardı edilemez bir şekilde görünür durumda. Yapılan resmi inkârlar ise suçlamanın doğruluğunu değil, her iki tarafın da gerçeğin açığa çıkmasına karşı duyarlılığını yansıtıyor.
“Mutlak bağımsızlık” miti üzerine inşa edilen İsrail, Gazze’ye yalnızca 20 kilometre uzaklıktaki bir Amerikan generalinin uçağını bombalayıp bombalamayacağına karar vermesine tahammül edemiyor. Öte yandan ABD, İsrail’in belirli bölgelerde “koruyucu” gibi görünmesini istemiyor.
Yine de, “Amerikan güvenlik himayesi” söylemi yeni değil; özellikle İsrail üzerindeki Amerikan stratejik baskısı arttığında veya seçimler yaklaştığında bu konu periyodik olarak kamuoyunun gündemine geliyor.
İsrail’in hareket özgürlüğüne getirilen her kısıtlama, bazı yetkililerin “egemenliğin sonu”nu ilan etmesine yol açıyor. Muhalefet liderleri Netanyahu’yu hedef alıyor.
Yair Lapid, “Netanyahu, bizi bir himaye devletine dönüştürdü” derken, Benny Gantz durumu “egemenlik adına stratejik teslimiyet” olarak nitelendiriyor:
“Kiryat Gat’taki bir Amerikalı general uçaklarımızı bombalayıp bombalamayacağına karar verdiğinde, egemen bir devlet olamayız.”
Muhalefetin eleştirilerinin arkasında, aslında hükümetlerin Amerikan desteğine olan bağımlılığı yatıyor. Ancak bu durum, savaşın başarısızlığının dayattığı boyun eğme tavrını, Başbakan Netanyahu’yu sorumlu göstermek için bir fırsata dönüştürüyor.
Suçlamalar, yaklaşan seçimler öncesinde “boyun eğen Netanyahu”ya karşı “egemenliğin koruyucusu” imajı yaratma çabasıyla da bağlantılı. İlginç bir şekilde eleştiriler yalnızca muhalefetten gelmiyor; hükümet koalisyonundan da yankı buluyor.
Dini Siyonist Noam Partisi lideri Avi Maoz, Netanyahu ve Amerikalılara gösterilen saygıyı eleştirerek, “Sadece Trump bize izin verdiğinde harekete geçmek mantıksız” diyor. Maoz, Kiryat Gat’ta yaşanan durumu bağımsızlık eksikliği olarak yorumlayarak, “Bağımsız bir devlet olduğumuzu unuttuk mu?” sorusunu gündeme taşıyor.
Sağcı tabanda Netanyahu’nun popülaritesinin düşmesiyle Maoz’un bağımsızlık vurgusu, kendini farklılaştırma ve seçmenleri etkileme amacı taşıyor. Trump’a olan sadakate rağmen bu mesaj, özellikle sağcı seçmenler üzerinde etki yaratmayı hedefliyor.
Tüm tartışmalara rağmen, İsrail geleneksel anlamda korunan bir devlet değil; varlığını stratejik olarak sürekli Amerikan desteğine dayandırıyor. Bu durum, ülkeyi adeta yarı korunan bir devlet konumuna yaklaştırıyor. Kiryat Gat’taki Amerikan merkezi ise bir ceza mekanizması değil, İsrail için adeta bir kurtarıcı niteliğinde.
Yürütme yetkisine sahip olmasa da merkez, Tel Aviv’in güvenlik krizlerini tek başına yönetemediğini gözler önüne seriyor. Kuruluşu, iki yıllık savaşın ardından İsrail’in askeri ve siyasi kapasitesinin sınırlı olduğunu ve uluslararası desteğe bağımlılığın kaçınılmaz hale geldiğini ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, mevcut tartışmalar gerçeklikten çok, bu durumu açığa çıkaranın kim olacağı ve yaklaşan seçimlerde kimin avantaj sağlayacağı etrafında şekilleniyor. Tel Aviv’in kolektif bilincindeki “egemenlik miti”, Kiryat Gat’taki Amerikan merkeziyle ciddi biçimde sınanıyor.
Çeviri: YDH