İsrail ile Hizbullah arasındaki caydırıcılık dengesi: Savaşın tekrar patlak vermesi an meselesi mi?

img
İsrail ile Hizbullah arasındaki caydırıcılık dengesi: Savaşın tekrar patlak vermesi an meselesi mi? YDH

"İsrail’i asıl korkutan şey Hizbullah hakkında bildikleri değil, bilmedikleridir. Bilinmeyen, artık çatışma denkleminin asli aktörüne dönüşmüştür."




YDH - İsrail ile Hizbullah arasındaki kırılgan caydırıcılık dengesi, artan belirsizlik ve stratejik sessizlik nedeniyle çözülme noktasına geliyor. Hizbullah’ın kasıtlı olarak belirsizleştirdiği tepkileri, İsrail’in öngörü kapasitesini zayıflatırken tedirginliği derinleştiriyor. İç siyasi krizlerle sarsılan Siyonist rejim, artık korkuyla hareket eden bir aktöre dönüşüyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Muhammed Mehdi Bercavi'nin değerlendirmesine göre bölgedeki çoklu cephe gerilimi ise her an kontrolden çıkabilecek bir savaş ihtimalini canlı tutuyor.

Lübnan ile Filistin arasındaki sınır hattı, İsrail işgalinin kuruluşundan bu yana hiçbir zaman güvenli bir bölge olmadı. Son kırk yılda, direniş ile düşman arasında şekillenen bir caydırıcılık dengesi, görece bir istikrar ortamı sağladı.

Bu denge, özellikle 2006 Temmuz Savaşı’ndan sonra daha belirgin hale geldi; taraflar sık sık yaşanan sürtüşmelere rağmen kapsamlı bir savaşa sürüklenmekten kaçındı. Ancak Aksa Tufanı harekâtının ardından cephelerin genişlemesiyle bu denge köklü biçimde sarsıldı.

Son savaşın ardından ortaya çıkan tablo, bambaşka bir gerçeklik yarattı. İsrail, Lübnan’a yönelik saldırılarını sürdürürken Hizbullah’tan doğrudan bir karşılık gelmiyor.

Fakat bugün asıl dikkat çeken unsur, İsrail’in Hizbullah’ın niyetleri ve kapasitesi konusundaki belirsizliği daha önce görülmemiş bir düzeyde yaşaması. Bu durum, yıllardır süregelen "çatışma kurallarını" temelden çözme tehlikesi taşıyor.

Uluslararası ilişkiler kuramlarında "niyet konusundaki belirsizlik" çatışma dinamiklerini anlamanın temel bileşenlerinden biri kabul edilir.

Realist düşünceye göre, özellikle silahlı rakipler arasında hüküm süren uluslararası sistem, bir tür "yapısal anarşi"dir; yani üzerinde denetim kuran üstün bir otorite yoktur.

Bu nedenle taraflardan birinin niyetleri veya kapasitesi hakkındaki en küçük yanlış okuma bile, güvenlik kaygısına dönüşür. Bu da savunma reflekslerini tetikleyerek "güvenlik ikilemini" besler: Bir tarafın tedbir amaçlı hamleleri, diğerinin varoluşsal korkularını büyütür.

Uluslararası ilişkilerde "yanlış algılama" teorisinin anlattığı da tam olarak budur: Sinyallerin doğru okunamadığı anlarda yanlış hesaplamalar artar ve istenmeyen çatışmaların önü açılır.

Bugün değişen esas unsur, İsrail’in Hizbullah’ın "zihinsel denklemini" çözme kabiliyetidir. İsrail, geçmişte pek çok başarıyı Hizbullah’ın tepkilerini ve karar alma biçimini önceden okuyabilmesine borçluydu: Ne zaman, nasıl ve hangi ölçüde yanıt vereceğini kestirebiliyordu.

Fakat artık bu öngörü netliğini yitirmiş durumda. Son dönemde Hizbullah’ın hamleleri yüksek düzeyde bir rasyonellik sergiliyor, fakat bu rasyonellik zamanlama ve tepkinin şiddeti bakımından kasıtlı bir belirsizlik de içeriyor.

Yani mesele, örgütün daha az akılcı ya da daha maceraperest hale gelmesi değil; tam tersine, artan stratejik hesapçılığı geleneksel sinyallerini görünmez kılıyor. Her adım hem ölçülü hem muğlak.

Bu değişim, "stratejik belirsizlik" olarak tanımlanabilecek bir olguda somutlaşıyor. Son aylarda Hizbullah’ın söylemi, kırmızı çizgileri açık biçimde belirlemekten çok, sessiz biçimde güç inşa etmeye odaklanıyor.

Buna, gerektiğinde kısa ama net yanıtlar eşlik ediyor. Sinyaller azaldıkça İsrail’in öngörü kapasitesi de zayıflıyor; bu da güven yerine kaygının yön verdiği bir refleks ortamı yaratıyor. Amerikalı iktisatçı ve ulusal güvenlik uzmanı Thomas Schelling’in caydırıcılık literatürüne göre, belirsizlik kasıtlı bir stratejinin parçası olabilir; zira bu strateji, karşı tarafı sürekli tedirgin ederek psikolojik baskı kurma imkânı tanır.

Bu çerçevede, İsrail basınında Hizbullah’ın hedef alınmasına rağmen askeri kapasitesini onarmayı başardığı yönündeki sızıntılar çoğalıyor. Hatta Suriye’den Lübnan’a gelişmiş füze sistemleri taşındığı iddiaları dile getiriliyor.

Yüzeyde bu bilgiler bir istihbarat başarısı gibi sunulsa da, güvenlik analizine göre asıl anlamı İsrail’in büyüyen endişesidir; yani Hizbullah’ın gözden uzak biçimde güç biriktirme kabiliyeti.

Tel Aviv’in sahadaki dengeleri değiştiremeyen hava saldırılarını sürdürmesi ise fiilen, yeni bir caydırıcılık denklemine hükmedemediğini kabullenmek anlamına geliyor.

Bu sızıntılar İsrail’de güven duygusu yaratmak yerine, kuzey cephesine dair belirsizlik hissini derinleştiriyor. Bugün doğrudan çatışma yaşanmasa da, İsrail toplumunda egemen algı mevcut sakinliğin geçici bir ara, yani yeni bir caydırıcılık sınavının öncesi olduğu yönünde şekilleniyor.

Uluslararası güvenlik kuramında buna "istikrarın kırılganlığı" denir: Gerçek caydırıcılık yalnızca silah gücüne değil, toplumun kurumlarına duyduğu güvene dayanır. Güven çökmeye başladığında, caydırıcılık da yavaş yavaş erir.

İsrail ayrıca, Hizbullah’la yaşanabilecek bir savaşın yalnızca Lübnan’la sınırlı kalmayacağından emin değil. Bölgesel cephelerin birbirine geçmişliği, stratejik analizde "tek karar merkezinin bulunmadığı çatışma" olarak tanımlanır. Bu durum, İsrail’in tansiyonu kontrol etme veya savaşın kapsamını sınırlama kabiliyetini azaltıyor.

Dolayısıyla endişe sadece kimin ilk ateşi açacağına değil, hangi cephede ateşin büyüyeceğine ve bölgesel tepkinin ülkeyi beklenmedik ölçüde geniş bir savaşa sürükleyip sürüklemeyeceğine odaklanıyor.

Bu bağlamda, Hizbullah’ın cephe hattındaki soğukkanlı disiplini İsrail açısından en büyük tehdit kaynağına dönüşüyor.

Çünkü her uzayan sessizlik, şüpheyi artırıyor. Her geciken yanıt, tedirginliği büyütüyor. Kriz yönetimi literatürüne göre, gerilim zamanlarında sessizlik sükûnet değil, potansiyel patlama sinyali taşır; kaygılı taraf bu sessizliği, yaklaşan bir sürprizin işareti olarak yorumlayabilir.

Tüm bunlar, İsrail içindeki siyasi ve askeri liderlik arasındaki gerilimle, kurumlara yönelik halk güveninin zayıflamasıyla birleşiyor.

Caydırıcılık kuramlarına göre bu tür çatlaklar, güvenlik kararlarını daha kırılgan hale getirir. Böyle bir ortamda "önleyici saldırı" kararı bile korkudan kaynaklanabilir; rasyonel hesap değil, panik belirleyici olur.

Bundan sonrası için üç olasılık öne çıkıyor: İlki, uluslararası baskılar nedeniyle en güçlü ihtimal olan mevcut kırılgan caydırıcılığın sürmesi; ikincisi, yanlış hesap ya da sinyallerin hatalı okunmasıyla patlayabilecek sınırlı bir çatışma; üçüncüsü ise düşük olasılıklı ama yıkıcı bir geniş savaş. Son senaryonun İsrail açısından bedeli, hem iç siyasi kriz hem toplumsal bölünme hem de caydırıcılık prestijinin zayıflaması nedeniyle olağanüstü yüksek olur.

Sonuçta, İsrail’i asıl korkutan şey Hizbullah hakkında bildikleri değil, bilmedikleridir. Bilinmeyen, artık çatışma denkleminin asli aktörüne dönüşmüştür.

Öngörü yeteneği, belirsizlik ve davranış dalgalanmaları karşısında yitirilmektedir. Her iki taraf da topyekûn savaşı önleme arzusunu belli etse de, güvenlik ikileminin yapısal doğası çatışmaya sürüklenme ihtimalini hep canlı tutuyor.

Bazen küçük bir işaretin yanlış anlaşılması ya da savunma hamlesinin abartılı yorumlanması bile bunu tetiklemeye yeter.

Başka bir ifadeyle, kuzey cephesi bugün patlamayı önleyen ama istikrarı da garantileyemeyen hassas bir denge üzerinde duruyor. Bu, açık savaşla ertelenmiş savaş arasındaki ince çizgi; gölgede yürüyen bir mücadele.

Artık bu cephede geleceği belirleyen şey siyasi iradeden çok, sinirlerin dayanıklılığı ve hesap gücüdür.

Uluslararası ilişkilerde belirsizlik karar alma süreçlerini belirleyen temel unsur haline geldiğinde, patlama artık bir olasılık değil, yalnızca an meselesidir.



Makaleler

Güncel