''İsrail söylemindeki değişim, düşmanın zafer iddiasından geri adım attığı anlamına gelmiyor. Şu an kırılma noktasına ulaşmadan önce sınırların test edildiği bir aşamadayız; bu da “savaştan kaçınma” sloganı altında Lübnan’dan daha fazla taviz koparma çabasıdır. Tehditlerin yoğunlaşması ve medya söyleminin tırmanması, özgüven değil; bir direniş karşısında kafa karışıklığını ve inisiyatifi yeniden ele alma çabasını gösteriyor.''
YDH- El-Ahbar yazarlarından Ali Haydar, İsrail’in askeri başarısızlığı sonrası stratejisindeki değişimi ve bunun direniş üzerindeki etkilerini okuduğu yazısında, direnişin sadece askeri bir güç değil, bilinç ve meşruiyet mücadelesi yürüttüğünü belirterek İsrail’in stratejik çıkmazda olduğunu ve zamanın direniş lehine işlediğini vurguluyor.
Düşman, caydırıcılık ve taarruz savunması kavramlarını yeniden tanımlamak amacıyla bir çalıştay başlattı. Bunun temel nedeni ise, savaşın beklenen ve umulan askeri sonuçları elde edememiş olmasıdır. Modern savaş artık sadece yıkımın büyüklüğü veya füze sayısıyla değil, her iki tarafın savaş sonrası siyasi ve askeri faaliyetlerini sürdürebilme kabiliyetiyle ölçülüyor.
Çatışma, Lübnan topraklarına yönelik her türlü saldırı ve işgale karşı direnişi, savunma ve misilleme gücü olarak tesis eden bir proje ile düşmanın siyasi, medyatik yıldırma, ekonomik baskı ve çoklu senaryolar içeren açık tırmanışıyla kararlılık unsurlarını yok etmeye yönelik projesi arasında bir bilinç ve meşruiyet mücadelesine dönüşmüş durumda.
İsrail’in sindirme kampanyalarına ilişkin değerlendirmeler çeşitlilik gösteriyor; bazıları bunu yeni bir savaşın habercisi olarak görürken, bazıları algı savaşının devamı olarak yorumluyor. Ancak İsrail söylemi derinlemesine incelendiğinde, sadece psikolojik savaştan ibaret olmadığı, tam ölçekli bir savaşın habercisi olup olmadığının kesinlik kazanmadığı görülüyor.
Şu an kırılma noktasına ulaşmadan önce sınırların test edildiği bir aşamadayız; bu da “savaştan kaçınma” sloganı altında Lübnan’dan daha fazla taviz koparma çabasıdır.
Tarihsel deneyimlerimiz, saldırganlığa verilen tavizlerin saldırganlığı engellemek bir yana daha da artırdığını gösterdi. Günümüzde yaşananlar ise askeri gücün başaramadığı şeyi gerçekleştirmeye yönelik stratejik bir manevradır ve bu bağlamda Amerikan rolü, bu saldırıları siyasi hedeflere ulaşmak için kullanma çabası olarak ön plana çıkıyor.
Açıklamalar ve analizler, saldırıların tırmanmasının düşmanın önceki savaşın sonuçlarını abarttığını örtülü biçimde kabul ettiğini yansıtıyor.
Medyada Hizbullah’ın kabiliyetlerinin yüzde 70-80 oranında yok edildiği iddia edilirken, düşman kendisi bu kabiliyetlerin halen var olduğunu tartışıyor ve fiilen bazılarını geri çektiğini gösteriyor.
Aynı zamanda, Hizbullah’ın teknik ve örgütsel yapısını yeniden inşa ettiğine dair kampanyalar başlatılmış; bu da direnişin baskıya uyum sağlama kapasitesine işaret ediyor. Bu durum, düşman liderlerinin zamanın en azından nispeten Hizbullah lehine işlediğini sıkça dile getirmesine neden oluyor.
Amerikalılar da benzer bir algı taşıyor ve Hizbullah’a karşı pratik adımlar atmanın gerekliliğini savunuyor.
İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Tümgeneral Tamir Hayman’ın, “Zaman İsrail’in aleyhine işliyor ve kararlı adımlar atılmazsa Lübnan yalanı buharlaşacak” uyarısı, savaşın ilan edilen sonuçlarının gerçeklik testi önünde başarısız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İsrail söylemindeki değişim, düşmanın zafer iddiasından geri adım attığı anlamına gelmiyor. Daha çok, kararlı eylem anlayışında değişime işaret ediyor: sahadaki efsanevi direniş nedeniyle ulaşılamaz görülen askeri zaferden, Lübnan çevresini içeriden kontrol altına almayı hedefleyen siyasi ve psikolojik bir zafer girişimine evrilmekte.
Tehditlerin yoğunlaşması ve medya söyleminin tırmanması, özgüven değil; bir direniş karşısında kafa karışıklığını ve inisiyatifi yeniden ele alma çabasını gösteriyor.
İsrail, Suriye’deki dönüşüm, Amerikan tutumu, Lübnan ekonomisinin kırılganlığı ve direnişe karşı düşman bir Lübnan siyasi otoritesinin ortaya çıkması gibi iç, bölgesel ve uluslararası değişkenlere bağlı.
Hayman’ın “Fırsat penceresi kapanmak üzere, daha fazlası ve hızla yapılmalı” ifadesi, güvenlik teşkilatının nesnel güç dengesi konusundaki endişesini gözler önüne seriyor. Hizbullah daha örgütlü, deneyimli ve direniş hareketi ise egemenliği geçici istikrar karşılığında feda etmenin tehlikelerinin farkında.
2024 savaşından sonra İsrail, ezici gücüne rağmen teslimiyet dayatmada başarısız olan, geleneksel caydırıcılığın sürdürülebilir güvenliği sağlayamadığı bir denklemle karşı karşıya kaldı. Bu farkındalık, düşmanı alternatif stratejik ve operasyonel konseptler geliştirmeye, bilişsel savaşa yönelmeye zorluyor.
Bilince karşı verilen bu yeni savaş, bölgenin geleceğini şekillendiren daha geniş bir irade mücadelesinden ayrı düşünülemez.
1982’den beri tüm çatışmaları deneyimleyen direniş, mücadelenin sadece bilinç için değil, aynı zamanda konum, rol, kimlik ve varoluşun kendisi için olduğunu biliyor. En somut tezahürü ise Lübnan’ı normalleşme şemasına çekme çabasıdır; direnişin anlamını ortadan kaldırmayı ve irade-güç denklemindeki benzersiz konumunu yok etmeyi hedefliyor.
Düşmanın çıkmazı sadece savaşın direniş ve halk üzerindeki etkisini abartmakla kalmayıp, sahadaki gerçeklerle sürekli çatışıyor olmasıdır. Buna karşılık direniş, rolünü yeniden tanımlıyor, önceki deneyimlerden ders çıkarıyor ve Lübnan’ın varoluşsal ve güvenlik çıkarlarını bugünkü ve gelecekteki öncelikler doğrultusunda dikkatle koruyor.
Bugün yaşananlar savaşın sonu değil, çatışmaya dair yeni bir farkındalığın başlangıcıdır. Bu farkındalık, güç dengesinin sadece ateş mesafesiyle değil; meşruiyet derinliği, irade kararlılığı ve toplumun tuzaklara düşmemesini sağlayan anlayışla ölçülmesi gerektiği gerçeğine dayanıyor. Bu yeni durumun etkileri önümüzdeki on yıllarda devam edecektir.
Çeviri: YDH