Lübnan'dan Gazze'ye işbirlikçilerin ömrü uzun olmayacak

img
Lübnan'dan Gazze'ye işbirlikçilerin ömrü uzun olmayacak YDH

''Ebu Şebab’ın öldürülmesi, daha birkaç gün önce zirvede görünen casus gruplarının tabutuna çakılmış yeni bir çivi oldu. Üst düzey İsrailli güvenlik yetkilileri de Güney Lübnan Ordusu modelini Gazze’de yeniden canlandırmanın kötü tasarlanmış ve başarısızlığa mahkûm bir taktik kumar olduğunu itiraf etti; casusların kaderinin eninde sonunda ya öldürülmek ya da onları yönlendiren güçler için taşınamaz bir yüke dönüşmek olduğunu kabul etti.''




YDH- El-Ahbar yazarlarından Yusuf Faris, İsrail’in ve müttefiklerinin Gazze’de direnişi içeriden çökertmek amacıyla kullandığı “yerel işbirlikçi milis modeli”ni tartıştığı yazısında, Güney Lübnan Ordusu benzeri bir vekil milis yapısının Gazze’ye taşınma girişiminin yoplumsal karşılık üretmeden çöktüğünü vurguluyor. Faris, Gazzelilerin işbirlikçiliği mutlak ihanet kategorisi olarak görme konusunda birleştiğinin altını çizerek “Bir toplumu işgal ederken sadece askeri üstünlük yetmez; içeriden meşruiyet üretemezsen, yarattığın vekil aktörler dağılır.” diyor. 

İşbirlikçi Yasir Ebu Şebab’ın öldürülmesinin ardından, bu işbirlikçi grupların projesi derin bir sarsıntı içine girdi. Bu sarsıntı yalnızca Gazze’deki “Lahad Ordusu”nun öncüsünün sonunun beklenenden ve planlanandan çok daha hızlı gelmiş olmasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda ölümünün, aylara yayılan yatırım, fon ve propaganda faaliyetlerine rağmen bu yapıların halk nezdinde sıfır karşılık bulduğunu açığa çıkarması da bu çöküşü derinleştirdi.

Aksa Tufanı Operasyonu ve ardından gelen, hiçbir şeyi esirgemeyen imha savaşı konusunda görüşleri başlangıçta ikiye bölünmüş olan Gazze sokağı, en kuzeyinden en güneyine kadar, Ebu Şebab’ın akıbetinin vatanına ihanet eden her kişi için kaçınılmaz ve hak edilmiş bir son olduğu düşüncesinde birleşti. Böylece, kendilerine “Halk Ordusu” adını veren Ebu Şebab ve işbirlikçileri, gerçek karşısında bütünüyle ifşa oldu.

Cibaliya Mülteci Kampı’ndan Batı Gazze Şehri’ne sürgün edilen Muhammed Hamduna, “Ebu Şebab hak ettiği kaçınılmaz sonla karşılaştı,” diyor.

Gerçekten de Şebab, savaş sürecinde, Gazze Şeridi’nin güney ve orta kesimlerinde yerinden edilmiş insanların maruz kaldığı en yıkıcı kıtlığın temel nedenlerinden biri hâline gelen yardım kamyonlarını çalan bir hırsız olarak tanındı.

Kaos ve kayıplarla dolu aylar boyunca, Filistin bayrağı taşıyan bir askeri üniforma giyerek ve işgal ordusuyla birlikte hareket ederek yardım kamyonlarını “koruyacak güç” olduğunu iddia etti. Aynı zamanda düşmanın, Hamas’ın yardımları ele geçirdiği yönündeki söylem ve iddialarını desteklemek için de yoğun çaba gösterdi.

Hamduna, el-Ahbar gazetesine verdiği söyleşide sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Ebu Şebab’ın kısa ve hain kariyerindeki en iğrenç bölüm, özellikle pusuları temizlemek, direniş savaşçılarının tahkimatlarını ve silahlarını açığa çıkarmak üzere düşman adına paralı askerlik yapacak bir ajan ordusu kurmasıydı. Savaş sonrasında da iki milyon Filistinliye karşı düşmanca bir rol oynadı. Ajanları ve paralı askerleri Yeşil Hat boyunca yayılarak, evlerine dönmeye çalışan Filistinlileri kaçırdı, tutukladı ve işgalcilere teslim etti. Aramızda onun ölümü karşısında sevinmek dışında bir duygu besleyen var mı? Bu, toprağına ve vatanına ihanet eden herkesin hak ettiği sondur.”

“Ebu Şebab” hikâyesinde en çarpıcı unsur, iktidara yükselişi ile ölümü arasındaki sürenin bir yılı dahi bulmamasıdır. İlk işbirlikçi “en ufak bir gerekçeyle” ortadan kaldırılmış, ne ölümü yeni bir tırmanışı tetiklemiş ne de ateşkesi tehdit eden bir krize yol açmıştır.

Gerçeklikten kopuk haberlerde, kendisinin ve benzerlerinin Hamas’a paralel alternatif bir yapı oluşturduğu, gelecekteki yönetimin yüzü olacağı iddia edilmiş; Arap ve Avrupa ülkelerinin kendisinden esinleneceği bir ruh yaratacağı, onu büyük bir “ulusal lidere” dönüştüreceği ve Hamas kontrolündeki yoksul Batı Gazze’den kaçanların sığınacağı Doğu Gazze’de bir oluşum kuracağı ileri sürülmüştür.

Oysa söz konusu kişi, geçmişi uyuşturucu ticareti ve mahkûmiyetle dolu bir figür. Sosyal medyada yayılan ilkel ve çocuksu söylemler ise, Ebu Şebab’ın, ABD Başkanı Donald Trump ile Tony Blair’in başkanlığında kurulacağı iddia edilen “Amerikan Barış Konseyi”nin güvenlik yapılanmasını devralacak “alternatif güvenlik kadrosunun” merkezinde yer aldığı yönünde hayali vaatler savurmaktaydı.

Özetle, Gazze’de bir iktidar boşluğunun kendisine şan ve kudret getireceğini düşünen küçük bir bireyin hikâyesi bu noktada sona ermiştir.

Ölümü etrafında dolaşan çelişkili ayrıntılar ve büyük ölçüde gözden kaçan anlatılar arasında, İsrail medyası başlangıçta Kassam Tugayları’na bağlı özel bir birliğin suikastı gerçekleştirdiğini ileri sürdü.

Böyle bir anlatı, işbirlikçinin şişirilmiş egosuna özendiği sahte bir “büyük hedef” statüsü kazandıracaktı. Ancak daha sonra gerçek ortaya çıktı: Ebu Şebab, işbirlikçi gruplara katılmayı reddeden gençlere sahip olan ve hâlâ Refah’ta yaşayan Ebu Seneyma adlı Bedevi ailesine yönelik baskı ve terör uygulamıştı.

Gençlerden birinin ölümüne bizzat neden olmuş, bunun üzerine kabilenin üç mensubu Ebu Şebab ile yardımcısı Gassan el-Dahini’ye ateş açmış, ardından ikisini de ağır şekilde dövmüştü.

Bu durum, olayın direnişin herhangi bir müdahalesi başlamadan önce yaşandığını ve sonlandığını, sonrasındaysa İsrail’in durumu kontrol altına almak amacıyla arabuluculuk ve müdahale girişimlerinde bulunduğunu gösteriyor.

Ertesi gün ortaya çıkan tablo, grupların önceki günden daha karmaşık ve çözülmeye hazır bir hâlde olduğunu gösteriyordu. Bunun sebebi, Ebu Şebab’ın “kilit bir figür” ya da “günün adamı” olması değil; grubun çarpık yapısının temelde paralı askerlerden ve toplumun dışına itilmiş unsurlardan oluşmasıydı.

Bu yapı, savaşın başında İçişleri Bakanlığı tarafından serbest bırakılmak zorunda kalınan güvenlik tutukluları, çeşitli hırsızlar ve cinayet ile uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından hüküm giymiş kişilerden meydana geliyordu. Başka bir ifadeyle, bu grubun faaliyetleri, herhangi bir meşru siyasi tutum ya da güvenilir bir görüş olarak değerlendirilemezdi; çünkü hiçbirinin böyle bir kapasitesi yoktu.

Gazze toplumunun halksal, sosyal, kültürel ve ulusal mirasıyla bağları bütünüyle kopuktu. Bu nedenle, Gassan el-Dahini’nin sahneye çıkışı da oldukça zayıf ve sarsıntılı oldu.

Ebu Şebab’ın sadık yandaşları kısa süre içinde “merhum liderlerinin” ölümünde el-Dahini’nin rolünü sorgulamaya başladı; bazıları ise yayımladıkları bildirilerle onun emrine uymayı reddettiklerini ve kendisini Ebu Şebab’a ihanet etmekle suçladıklarını ilan etti.

Buna karşılık “yeni lider”, kendi adamlarına yönelik soruşturma ve arama kampanyası başlattı. Güvenlik kaynaklarının aktardığına göre el-Dahini, çok sayıda kişiyi tutukladı, sorguladı ve bazılarını Kassam Tugayları’na ajanlık yapmakla itham etti.

Bu iç kargaşayı gizlemek isteyen el-Dahini, onlarca destekçisinin önünde yürürken kaydedilen videolar yayımladı; kalabalığa dönerek morallerini sordu. Daha sonra birkaç şehidin naaşının önünde dururken çekilmiş bir fotoğrafını paylaştı.

Refah’taki Tarabin kabilesine mensup genç bir adam bu sahneyi şu ifadelerle yorumladı:

“Ebu Şebab’ın sivil kolu Hamid el-Sufi, kel Gassan el-Dahini’den çok korkuyor. Dehşet içinde olan bu kel adam her saat kalabalığını topluyor, onlara morallerini soruyor; tek amacı liderliğini yeniden teyit etmek. Hâlâ gerçekten lider olduğuna inanamıyor. Dikkat et Hamid el-Sufi, kel adam seni yok etmek istiyor. Kendini kurtar! Tövbe kapısı on gün boyunca açık.”

Sahneye çıkmaya çalışan el-Dahini’nin geçmişi radikal bir Selefi aktivist olarak şekillendi. Önce “İslam Ordusu” saflarına katıldı, ardından IŞİD’e geçerek Gazze’den ayrıldı ve Sina’daki aşırılıkçı gruplara dahil oldu.

Daha sonra Gazze’ye geri döndü; bombalama eylemlerine karışan “Gazze İslam Devleti” isimli oluşumun kurulmasına katkı sundu ve nihayet ajanlaştı. Ancak bu yeni işbirlikçi lideri selefinden ayıran somut hiçbir özellik bulunmamaktadır.

Tek fark, özellikle Ebu Şebab, el-Sufi ve el-Dahini’nin mensubu olduğu Tarabin başta olmak üzere Bedevi kabilelerinin laik projeyle bağlantılı grupları reddetmesi sonrasında, kendi kaderi konusunda daha derin bir endişeye kapılmış olmasıdır.

Gazze İçişleri Bakanlığı, işbirlikçilere yönelik olarak “tövbe kapısını açtığını” duyurmuş ve 10 günlük bir süre tanımıştır. El-Ahbar’a konuşan güvenlik kaynakları, işgal sürecinde çetelere katılmış Filistinli aşiret, klan ve aile temsilcilerinden, oğullarının durumunun netleştirilmesi amacıyla güvenlik birimlerine çok sayıda telefon geldiğini, çeşitli valiliklerden gelen talepler doğrultusunda pek çok dosyanın çözüme kavuşturulduğunu aktarmıştır.

Sonuç olarak, Ebu Şebab’ın öldürülmesi, daha birkaç gün önce zirvede görünen casus gruplarının tabutuna çakılmış yeni bir çivi oldu.

Aynı süreçte, üst düzey İsrailli güvenlik yetkilileri de Güney Lübnan Ordusu modelini Gazze’de yeniden canlandırmanın kötü tasarlanmış ve başarısızlığa mahkûm bir taktik kumar olduğunu itiraf etti; casusların kaderinin eninde sonunda ya öldürülmek ya da onları yönlendiren güçler için taşınamaz bir yüke dönüşmek olduğunu kabul etti.

Çeviri: YDH

İlgili Haberler


Makaleler

Güncel