"Böylece, özellikle de devleti sadece sayılı günler içinde dağılabilir hale getiren uzun süreli aşınma ve güven kaybının ardından, organize kaos kurala, kaçınılmaz çöküş ise sonuca dönüştü."
YDH - El-Ahbar gazetesi muhabiri Merve Cerdi, 27 Kasım ile 8 Aralık 2024 tarihleri arasında Suriye ordusunun yaşadığı hızlı çöküşü, beş farklı subay ve askerin tanıklıkları üzerinden detaylandırıyor. Tanıklar; çöküşün silah veya teçhizat eksikliğinden değil, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve üst komuta kademesinden gelen emirlerin tamamen kesilmesiyle oluşan liderlik boşluğundan kaynaklandığını vurguluyor.
Suriye ordu ve güvenlik sistemi, 27 Kasım ile 8 Aralık 2024 tarihleri arasında, kuzeyde İdlib’den batıda Şam ve Lazkiye’ye uzanan coğrafi hat boyunca çöktü.
Sadece on bir gün içinde hükümet güçleri emir almaksızın geri çekildi, komuta merkezleri dağıldı ve üst düzey subaylar birliklerini talimatsız ve korumasız bırakarak önce mevzilerini, ardından ülkeyi terk etti.
El-Ahbar, bu makalede, olayların birbiriyle örtüşmesi ve destekleyici belgelerin incelenmesiyle doğrulanan, farklı birliklerden beş subay ve askerin tanıklıklarını yayımlıyor.
"Bilmiyorum": Sarayın tahliye edildiğini ifşa eden ifade
Cumhuriyet Muhafızları’ndan bir subay, el-Ahbar’a verdiği demeçte, dönüm noktasının İdlib hatlarında değil, bundan günler önce, Badiye’deki bir komuta merkezinin yoğun İHA saldırısına uğramasıyla yaşandığını anlatıyor.
Orada konuşlu grup bir süre direnmeyi başarsa da darbeler, püskürtme kapasitelerini aştı; bu durum subayları hiç gelmeyecek olan takviye ve mühimmat talebinde bulunmaya itti.
Birliğin kuşatmaya düşmesini önlemek adına geri çekilme, mevzi koruma veya yeniden konuşlanma yönünde net bir karar istendiğinde, Cumhuriyet Muhafızları Komutanı Gassan Tarraf’tan gelen tek yanıt şuydu: "Bilmiyorum."
Subaya göre bu ifade, Muhafız Komutanı’nın alışılagelmişin aksine "Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan talimat almadığının" bir kanıtıydı.
Subay, "Muhafız Komutanı bilmiyorsa, bu Saray’ın da yanıt vermediği veya Başkan ile ilgili bir sorun olduğu anlamına gelir" diyor ve ekliyor:
"Cumhuriyet Muhafızları doğrudan Cumhurbaşkanı ile iletişim kurar; Ordudaki Dördüncü Tümen kardeşi Mahir Esed ile görüşürken, diğer birlikler Genelkurmay ve Savunma Bakanlığı hiyerarşisine tabidir."
Aynı subayın aktardığına göre, Heyet Tahrir eş-Şam ve diğer muhalif grupların kuzeyde "Saldırıyı Caydırma" adını verdikleri harekatın başlamasıyla birlikte, ülkenin kuzeyindeki Serakib’de bulunan Muhafız birlikleri, herhangi bir icra emri olmaksızın mevzilerinde kaldı.
Talimatlar o sırada yalnızca "tahkimatı güçlendirmekle" sınırlıyken, İHA’lar ve topçular "alışılmadık" mesafelerden vuruyordu.
İkmal eksikliği ve karıştırma (jamming) nedeniyle iletişimin kısmen kopması gölgesinde, Tuğgeneral Tarraf’ın "Durumu değerlendirin ve karar alın" demesinin ardından ilk geri çekilmeler başladı.
Bu, Tetra cihazları üzerinden yapılan ve ardından sinyallerin kesildiği son iletişimdi; sonrasında inisiyatif saha komutanlarının takdirine bırakıldı. Böylece birlikler, Cebel Erbain yönüne çekildi.
Burada, "farklı tugaylardan gruplar, ortak bir komuta veya hava desteği olmaksızın yığıldı; Suriye uçaklarının havalandığı görülmezken, Rus uçakları da Halep üzerindeki uçuşlarını durdurmuştu."
Bu kaosun ortasında subay, durumun "dost kuvvetlerle çatışmaya girme raddesine" vardığını belirtiyor. Bunun nedeni, "dağın eteklerinde kaynağı bilinmeyen bir noktadan ilerleyen güçlerin tespit edilmesiydi."
Subay şöyle devam ediyor: "Hiçbir destek gelmedi ve Kaplan lakaplı 25. Tümen Komutanı Süheyl el-Hasan’ın gelmesi beklenirken, inisiyatifi ele alacak birinci sınıf bir komutan da ortaya çıkmadı."
Bir türbenin de bulunduğu zirvede geçen beş günün ardından, "Tuğgeneral Tarraf’tan telefonla Masyaf’a çekilmemiz yönünde kısa bir emir geldi."
Aynı subay, "Bu çekilme sırasında Hama’dan geçerken birliklerimiz yoğun ateşe maruz kaldı ve bunun sonucunda alay komutanı öldü" diyerek dikkat çekiyor.
Subay anlatımını sürdürüyor:
"Yeni toplanma noktamız olan Masyaf’ta geçirdiğimiz üç günün ardından, tabur ve alay komutanlarına Şam’a gitmeleri yönünde yeni emirler verildi."
Grup, 6 Aralık gecesi başkentteki Muhafız komuta merkezine ulaştığında bina "tamamen boştu; Tuğgeneral Tarraf orada yoktu ve aramalarımıza yanıt vermedi. Durumu sorguladığımızda şu yanıt geldi: Evlerinize gidin… Hiçbir şey sormayın."
Subay, tanıklığını Hama kırsalına doğru çekilirken ölen komutanına atıfta bulunarak bitiriyor:
"Liderliğin tamamen çöküşüne tanık olamadan göçüp gitti. Bildiğimiz ordu artık yok."
Halep’ten Humus’a: "Bu günleri hayatımdan sileceğim"
Halep ve İdlib’den Humus’a çekilme sürecine katılan bir teğmen, el-Ahbar’a verdiği demeçte, "Çöküşün başlangıcı saldıran güçlerin girişiyle değil, Rus güçlerinin Maasaran’daki karargahlarından çekilmesiyle oldu; bu durum birliklerimizin İHA saldırıları karşısında savunmasız kalmasına, kayıpların yığılmasına ve birliklerin sis ile aralıksız bombardıman altında M5 yoluna doğru geri çekilmesine neden oldu" diyor.
O anlarda askerler, doğrudan komutanlarından tek bir cümle duymaya başladı: "Girin ve korkmayın." Teğmen, "Çatışmalar, saldıranlarla başa çıkmak için net bir plan olmaksızın sürdü" diye ekliyor.
Maaret el-Numan ve Han Şeyhun’a, ardından Hama’nın kuzey girişindeki Sebahi döner kavşağına doğru geri çekilme devam ederken, "bazı komutanların yokluğunda aramızdaki soru işaretleri çoğalıyordu" diyen teğmen ekliyor:
"Emirlerin kesilmesiyle birlikte, Saray ile doğrudan bağlantıları olduğunu bildiğimizden, Cumhuriyet Muhafızları birliklerinin hareketlerini izleyip onları taklit etmeye başladık."
Teğmenin aktardığına göre kuvvetler daha sonra Humus’a hareket etmek üzere Hama kırsalındaki Masyaf’ta, Muhafız birliklerinin yakınında toplandı.
Fakat Muhafız tabur ve alay komutanlarının Şam’a intikal etmesiyle birlikte, "söylentiler herhangi bir harekât odasından daha hızlı yayıldı ve başkentin düşme ihtimaline dair konuşmalar dolaşmaya başladı."
Nitekim saldıran güçler, "gerçek bir çatışma olmaksızın" Humus’un geniş mahallelerine girmişti. Saat sabahın üçü olduğunda son saha komutanları da ayrıldı, ancak teğmen, "Noktamı terk edemedim. Benimle kalmayı tercih eden beş askerle birlikte tankın içinde kaldım. Çatışmadık ama ayrılmadık da" diyor.
8 Aralık sabahı, "komşu bir köyden gelen siviller tanka ulaştı ve bize her şeyi bırakıp gitmemizi, çünkü rejimin düştüğünü söylediler."
Ulaşım aracı olmayan teğmen, yürüyerek Lazkiye’ye gitmeye karar verdi; Humus-Tartus otoyolunda, "silahlı gruplar beni durdurdu, silahıma ve kimliğime el koydu" diyor ve ekliyor:
"Manzara kaotikti… Yolun her iki tarafında asker cesetleri vardı. Çocuklarıma hiçbir şey anlatmayacağım, çünkü ben kendim bile bugün hâlâ ne olduğunu bilmiyorum."
Humus fıkrası: "Durum mükemmel"den şehrin düşüşüne
İdlib ve Halep bölgelerinin aksine, Humus’ta iletişim son ana kadar çalışmaya devam etti. Harp Okulu yakınlarındaki son görev günlerini el-Ahbar’a anlatan yüzbaşı, "Herhangi bir karıştırma (jamming) olmadı" diyor ve "tek istisnanın" Hama kırsalına gönderilen ve varır varmaz irtibatı kesilen Şilka tipi bir hava savunma aracı olduğunu, bunun da "karıştırma operasyonlarının Halep ve Hama’da yoğunlaştığını" doğruladığını belirtiyor.
Bununla birlikte yüzbaşı, sorunun "teknik değil, liderlikle ilgili" olduğu görüşünde:
"Tabur komutanım bir hafta önce ortadan kayboldu ve bize iki kilometre mesafedeki yakın alay komutanı, on bir gün boyunca hiçbir emir vermedi."
7 Aralık geldiğinde yüzbaşı, bulunduğu noktadan Şam’a ve sahil bölgesine kaçan askeri araç konvoylarını izledi. "Gerekirse kaçmak için kullanmak üzere bir motosiklet hazırladım" diyor.
Ancak askeri okullardaki bir arkadaşı arayıp, "Biz çekildik… Humus’ta sizden başka kimse kalmadı" deyince, yüzbaşı tabur komutanına gidip ayrılma niyetini bildirdi. Komutandan gelen yanıt şuydu: "Git. Ama kendi sorumluluğunu kendin üstlenirsin."
Resmi bir emir çıkmazken herkes ayrıldı ve saldıran güçler girip "silahını teslim et ve git" emrini verene kadar yüzbaşı tek başına kaldı. Asker, rejimin düşüşünden sonra yeniden karşılaştığı tabur komutanıyla aralarında geçen tartışmayı gülerek anımsıyor:
"Bana, hakkımda şikayette bulunmak için Hava İstihbarat Şubesi’ni aramaya çalıştığını, ancak bir askerden şubenin çoktan çekilmiş olduğunu öğrendiğini söyledi."
Askeri istihbarat: Tahliye ve komuta boşluğu
"Saldırıyı Caydırma" operasyonundan 15 gün önce, Askeri İstihbarat Dairesi, kendisine bağlı sivil bir kaynaktan hassas bir rapor aldı.
El-Ahbar’a konuşan şube mensuplarından birine göre bu rapor; hassas haritalar, koordinatlar ve katılan güçlere dair tahminler içeriyordu.
Ayrıca raporda "yabancı subayların" ve o dönemde ilk kez kullanılan "Şahin" tipi İHA taburunun varlığına dikkat çekiliyordu.
Fakat rapor, rutin bir formatta Genelkurmay’a, ardından da "Lütfen ihtiyatlı ve dikkatli olun" şeklindeki genel bir uyarıyla birliklere iletildi. İstihbarat mensubu, durumu şöyle özetliyor:
"Rapor yazılır, incelenir, sonra postayla gönderilir… İki gün sürer. Fiili bir saldırıyla karşı karşıyaydık ama karar kağıt üzerinde kaldı."
Aynı istihbaratçıya göre, 7 Aralık’ta sorumlu subay, "Subay dosyalarından kimlik kayıtlarına kadar hassas belgelerin bulunduğu askeri sicil idaresinin kapılarını açık bırakma" yönünde kesin bir emir aldı. İstihbaratçı şöyle ekliyor:
"Askeri Güvenlik, ertesi gün sabah saat 04.30’a kadar karargahlarında kalan tek birimdi. Sorumlu Tuğgeneral nihayet ayrılırken şöyle dedi: Gördüklerinizi örtün… Artık elimden bir şey gelmiyor."
Tanık, son saatlerdeki örgütsel çöküşün, "kalan en kıdemli subay" olan söz konusu Tuğgeneral’in şubeyi yönetmek zorunda kalmasına yol açtığını, o sırada yanında sadece daha düşük rütbeli üç subayın kaldığını açıklıyor.
Erken çekilme sinyalleri: Subay ailelerinin tahliyesi
Havaalanında görevli eski bir mühendis subayın el-Ahbar’a anlattığına göre, 4 Aralık’tan itibaren Mezze Askeri Havaalanı "olağan dışı bir hareketliliğe" sahne oldu.
Subay, "Üst düzey subayların ailelerinin, Hava İstihbarat Başkanı Tümgeneral Halil Kahtan’ın doğrudan gözetiminde, Hmeymim’e giden uçaklarla sahil bölgesine tahliye edildiğini" belirtiyor.
Bu işlemler esnasında "ilan edilmiş herhangi bir askeri protokol, istisnai emir veya bu hareketliliğin nedenlerini açıklayan genelgeler yayımlanmadı." Subay ekliyor:
"Bu, herhangi bir güvenlik tedbirine benzemiyordu. Birilerinin büyük bir şeyin gelmekte olduğunu bildiği ve tahliyenin belirli bir zümre için yapıldığı açıkça görülüyordu."
Daha sonra, New York Times’ın da doğruladığı üzere, Kahtan’ın kendisinin de 8 Aralık’ta özel bir uçakla önce Hmeymim’e, ardından Moskova’ya giderek ülkeyi terk ettiği ortaya çıktı.
Üst komutanlık ortada yokken, havaalanındaki mühendis subay ve iki arkadaşı, "resmi emir almaksızın köylerine gitmeye" karar verdiler. Subay şöyle devam ediyor:
"Yargılanacağımızı sanıyorduk. Ama tepedekiler kaçtığında, bizi yargılayacak bir ordu kalmaz."
Yukarıdaki tüm tanıklıklar tek bir noktada kesişiyor: Karar yokluğu, kapasite yokluğu değil. Ordu hâlâ mevcuttu, silahlar duruyordu ancak liderlik orada değildi.
On bir gün boyunca herhangi bir isyan veya organize kopuş kaydedilmedi; durum daha ziyade, subay ve askerlerin talimatsız bırakılmasının ardından silah arkadaşları arasında mutabık kalınmış bir geri çekilmeyi andırıyordu.
Böylece, özellikle de devleti sadece sayılı günler içinde dağılabilir hale getiren uzun süreli aşınma ve güven kaybının ardından, organize kaos kurala, kaçınılmaz çöküş ise sonuca dönüştü.
Çeviri: YDH