Tarihsel deneyimler ve direnişe son vermek

img
Tarihsel deneyimler ve direnişe son vermek YDH

ABD’nin Gazze için öne sürdüğü yeni siyasi düzenlemelerin ve “Uluslararası İstikrar Gücü” planının neden ciddi soru işaretleri doğurduğu, Ramzy Baroud’un tarihsel örneklerle desteklediği analizde ayrıntılı biçimde ele alınıyor.




YDH- Remzi Barud’un kaleme aldığı bu analiz, ABD’nin Gazze ateşkesinin ikinci aşaması ve Donald Trump yönetiminin ilan etmeyi planladığı “Barış Kurulu” etrafında şekillenen tartışmaları ele alıyor. Baroud, önerilen uluslararası güçlerin gerçek işlevi, İsrail’in ateşkesi ihlal eden uygulamaları ve Filistinlilerin tarihsel deneyimleri ışığında, mevcut sürecin neden derin bir güvensizlikle karşılandığını kapsamlı şekilde ortaya koyuyor.

***

ABD Başkanı Donald Trump’ın “Barış Kurulu”nun yıl bitmeden açıklanacağı bildiriliyor. Bu haber, ABD yönetiminin Gazze ateşkesinin ikinci aşamasını ilerletme konusunda ciddi olduğuna dair artan haberlerle aynı döneme denk geliyor.

Ancak birçok kritik soru halen yanıtsız. Filistinliler, hayatları üzerinde herhangi bir yeni Batı vesayeti biçimini topluca reddederken, bir yönetim konseyinin Gazze’nin üzerine nasıl dayatılabileceği sorgulanıyor.

Ayrıca önerilen “Uluslararası İstikrar Gücü”nün (UİG) görev tanımı tamamen netleşmeden Gazze’de nasıl faaliyet gösterebileceği de belirsiz. Eğer UİG esas olarak İsrail için bir savunma hattı işlevi görürse, projenin daha başlamadan çökeceği ifade ediliyor.

Arap ya da Müslüman ülkelerin hiçbiri, İsrail adına Filistinlileri bastırma işine ciddi şekilde dahil olmayacak. Diğer tüm katılımcı güçler ise kaçınılmaz olarak Filistinliler tarafından bir işgal gücü olarak görülecek.

Ancak asıl engel, İsrail’in teoride 10 Ekim’de başlayan ateşkesin ilk aşamasına hiçbir zaman gerçekten uymamış olması. O tarihten bu yana, BBC tarafından doğrulanan uydu görüntülerine göre, İsrail güçleri 360’tan fazla Filistinliyi öldürdü, yüzlercesini yaraladı ve binlerce konut yapısını yıktı.

Daha da kötüsü, İsrail’in, insani yardımın akmasına izin verilmesi ve halkın Gazze’nin neredeyse tamamen yıkılmış olmasına rağmen bir tür normale dönmesinin öngörüldüğü Filistin bölgesi olan “Sarı Hat”ın ötesindeki hedefleri alışkanlık haline getirerek bombaladığı kaydediliyor.

İsrail’in, anlaşmanın ilk aşamasını kalıcı hale getirme umudu taşıdığı belirtiliyor. Bu niyet, devam eden bombardımanlar, hayat kurtarıcı yardım malzemelerinin engellenmesi ve Filistinlilerin ateşkesi ihlal ettiği yönündeki sürekli, temelsiz suçlamalarda açıkça görülüyor.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun, silahsızlandırmayı ana pazarlık konusu yapmasının beklendiği, Gazze’nin silahlarını teslim etmeyeceğini baştan bildiği aktarılıyor. Netanyahu’nun bunu açıkça ve defalarca ifade ettiği, 15 Kasım’da “Hamas silahsızlandırılacak, ya kolay yoldan ya da zor yoldan” dediği hatırlatılıyor.

Peki ya Gazze silahlarını teslim etmeyi kabul ederse? İsrail Filistinlileri kendi haline bırakacak mı? Adil barış ve Filistin özgürlüğü ihtimali katlanarak artacak mı? Bu soruya yanıt vermek için, ikisi tarihten olmak üzere üç deneyime hızla göz atalım.

Filistinli ve hatta bazı İsrailli tarihçiler, Filistin’in tarihi topraklarının etnik temizliği olan Nakba sırasında, İsrail’in Filistinlilerin direnip direnmemesine bakmaksızın ülkeyi boşaltma niyetinde olduğunu savundu.

Filistin nüfusunu sürmeyi amaçlayan Plan Dalet’in uygulanmasının, Filistin direnişinin yöntem ya da yoğunluğuyla hiçbir ilişkisi yoktu.

Aslında bu sürgünün çerçevesi, savaşı Filistin direnişine bir yanıt olarak değil, bir gerekçe olarak kullanma üzerine kuruluydu. O dönem Siyonist lider ve İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben-Gurion şöyle yazmıştı: “Araplar gitmek zorunda kalacak, ama bunu gerçekleştirmek için savaş gibi uygun bir ana ihtiyaç var.”

Bazı köy liderleri, direniş göstermemenin kendilerini direnenlerle aynı akıbetten kurtaracağını varsaymış olsa da yanılıyorlardı. İsrailli tarihçi Ilan Pappe şöyle yazar: “Resmi Plan Dalet, köylere teslim olma seçeneği sunuyordu, ancak operasyonel emirler hiçbir köyü hiçbir nedenle muaf tutmadı.”

Aynı model tarih boyunca tekrarlandı. 1982’de, Filistinli FKÖ güçlerinin Lübnan’dan çıkarılmasına yönelik ABD aracılığındaki anlaşmadan sonra, onların ayrılışının İsrail ordusunun Filistinli sivillere saldırmasını engelleyeceği varsayılmıştı.

Gerçekten de, 21 Ağustos 1982’de FKÖ fraksiyonları ülkeyi terk etmeye başladı; kamplar savunmasız kaldı ve Lübnanlı müttefikler korunmasız bırakıldı. Ancak İsrail’in Batı Beyrut’taki şiddeti azalmadı, aksine arttı ve 1982 Eylül’ünde Sabra ve Şatilla katliamına yol açtı; 3.500’e kadar Filistinli mülteci ve Lübnanlı sivil öldürüldü.

Washington’un tüm vaatleri, sözde “güvenceler” ve başkanın özel temsilcisi sıfatıyla görev yapan ABD elçisi Philip Habib’in diplomatik dili hiçbir anlam ifade etmedi; çünkü İsrail, tarihin en vahşi katliamlarından birinin gerçekleşmesini kolaylaştırdı.

Ve elbette, Gazze’den farklı olarak silahlı direniş altyapısı bulunmayan ve İsrail-ABD-Batı mandası çerçevesinde faaliyet gösteren Filistin Yönetimi (FY) tarafından idare edilen Batı Şeria’nın devam eden hikâyesi var.

Ancak Gazze soykırımı öncesinde bile Batı Şeria’nın çilesi artmıştı; toprakları gasp edilmiş, tüm topluluklar etnik olarak temizlenmiş, mülteci kampları tamamen yıkılmış ve yüzlerce sakin öldürülmüştü.

7 Ekim 2023 ile 2025 sonları arasında, BM ve insan hakları raporları, İsrail güçleri ve yerleşimcilerin Batı Şeria’da —Doğu Kudüs dahil— 1.000’den fazla Filistinliyi öldürdüğünü (200’den fazlası çocuk), binlercesini yaraladığını ve İsrail makamlarının binlerce Filistinlilere ait yapıyı yıktığını veya el koyduğunu ve çok sayıda kişiyi yerinden ettiğini göstermektedir. Ayrıca, Ekim 2023 ile Ağustos 2024 arasında Batı Şeria’dan tahminen 10.000 Filistinlinin tutuklandığı bildiriliyor.

Eğer İsrail’in Gazze’deki soykırımı tamamen silahlı grupları ezme isteğinden kaynaklanıyorsa, o halde Batı Şeria’nın ezilmesi neden sürüyor?

Gazze ile ilgili İsrail anlatısını hâlâ ciddiye alanlar, bu tarihsel kayıtlara bakmak ve iki önemli, kalıcı gerçeği kabul etmek zorunda. Birincisi, İsrail şiddeti esasen yerleşimci-sömürgeci emellerinden kaynaklanmaktadır; yalnızca Filistin direnişinden değil. İkincisi ise Filistin direnişi, yerli halkın yabancı işgalden kurtuluş için verdiği derin köklere sahip tarihsel bir zorunluluktur.

İsrail savaşlarını sadece silahlı gruplara verilen yanıtlar olarak çerçeveleyen indirgemeci dili terk ederek, ancak o zaman Filistin’deki olayları, İsrail’in gerçek amaçlarını ve Filistin mücadelesinin meşruiyetini derinlemesine kavrayabiliriz.

 

Çeviri: YDH