Leviathan sahasından Mısır’a uzanan gaz hattı üzerinden yenilenen Mısır–İsrail gaz anlaşması, ekonomik kazançların ötesinde enerji güvenliği, siyasi baskı ve bölgesel güç dengeleri açısından yeni riskler doğuruyor.
YDH- United World International sitesinde İslam Farag tarafından kaleme alınan analiz, Mısır–İsrail gaz anlaşmasını “yalnızca ekonomik bir sözleşme olarak değil, enerji bağımlılığı, güvenlik kırılganlığı ve bölgesel güç dengeleri üzerinden çok katmanlı biçimde” ele alıyor.
Metin, Kahire’nin “kısa vadeli enerji ihtiyacı ile uzun vadeli stratejik riskler arasında sıkıştığını” ortaya koyarken, İsrail’in enerji kartını “siyasi baskı aracı” olarak kullanma kapasitesine özellikle dikkat çekiyor. Aynı zamanda Mısır hükümetinin “ticari anlaşma” söylemi ile İsrail tarafının anlaşmayı açık biçimde “jeopolitik ve stratejik bir kazanım” olarak tanımlaması arasındaki çelişkiyi görünür kılıyor. Bu yönüyle analiz, anlaşmanın teknik şartlarından çok, “asimetrik bağımlılık ilişkisi ve bunun doğurabileceği siyasi sonuçlar” üzerinde durarak meseleyi dar bir enerji ticareti tartışmasının ötesine taşıyor.
Analizde, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Hayfa açıklarındaki Akdeniz’de bulunan Leviathan doğal gaz sahasından Mısır’a yönelik “35 milyar dolarlık gaz ihracat anlaşmasını” onayladığını açıklamasının, Mısır–İsrail ilişkilerini yakından takip etmeyen çevrelerde şaşkınlık yarattığı ifade ediliyor.
Analiz, bu şaşkınlığın anlaşılır olduğunu vurgularken, Kahire’nin son iki yılda bölgesel istikrarsızlığın başlıca aktörlerinden biri olarak görülen İsrail’le böyle bir anlaşmaya yönelmesinin ardındaki gerekçelere ilişkin ciddi soru işaretleri bulunduğunu dile getiriyor.
Metinde, bu istikrarsızlığın İsrail’in Gazze’deki savunmasız sivillere yönelik saldırılarından ve “önleyici meşru savunma” gerekçesiyle çeşitli Arap başkentlerini hedef almasından kaynaklandığı belirtiliyor. Analiz ayrıca, söz konusu anlaşmanın, İsrail’in Filistinlileri zorla Mısır topraklarına sürme baskısıyla Mısır’ın ulusal güvenliğini hedef aldığı bir dönemde hayata geçirildiğine dikkat çekiyor.
Anlaşmanın ekonomik ve jeopolitik boyutlarına geçilmeden önce, Netanyahu’nun birkaç gün önce duyurduğu onayın aslında yeni bir anlaşma değil, “mevcut bir anlaşmanın yenilenmesi” olduğu vurgulanıyor.
2019 anlaşmasının yenilenmesi
Analize göre bu onay, 2019 yılına uzanan bir anlaşmanın yenilenmesini, genişletilmesini ve temel biçimde değiştirilmesini kapsıyor. İlk anlaşma kapsamında Mısır, İsrail’den doğal gaz ithal ediyor; bunun bir kısmını özellikle elektrik santrallerinin işletilmesi için iç tüketimde kullanıyor, kalan kısmı ise sahip olduğu sıvılaştırma tesislerinde işleyerek Avrupa’ya yeniden ihraç ediyor.
Söz konusu anlaşmanın süresi kısa süre önce doluyor. Gazze savaşı ve İsrail’in çatışmayı sona erdirmeye yönelik katı koşulları, yenileme ihtimalini gölgeliyor. Bu süreçte her iki taraf da anlaşmayı, Gazze’nin savaş sonrası geleceğine ilişkin kendi vizyonlarını dayatmak amacıyla sessiz bir güç mücadelesinde “baskı aracı” olarak kullanıyor.
Enerji açığı ve İsrail baskısı
Analizde, Mısır’ın son yıllarda ciddi bir enerji kaynakları sıkıntısı yaşadığı, bunun bazı bölgelerde saatler süren planlı elektrik kesintilerine yol açtığı aktarılıyor. Bu açığın bir kısmı İsrail gazıyla kapatılıyor ve bu durum Mısır’ın enerji güvenliğinde “açık bir kırılganlık” yaratıyor.
İsrail’in bu durumu “çekinmeden istismar ettiği” ifade edilirken, Ekim 2023’te Gazze savaşının başlamasının ardından Tel Aviv’in Kahire’yi Filistinlilerin “göçünü” kabul etmeye zorlamak amacıyla “enerji kartını kullandığı” belirtiliyor. Bu çerçevede İsrail, savaş boyunca gaz sevkiyatını birkaç kez durduruyor; son olarak İran’la yaşanan 12 günlük gerilim sırasında haziran ayında akışı kesiyor.
Analize göre Kahire, İsrail’in bu yaklaşımının farkında olarak yaz aylarında artan elektrik talebini hesaba katıyor ve önceden hazırlık yapıyor. Mısır, farklı şirketlerle sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) anlaşmaları imzalıyor, dört adet yeniden gazlaştırma gemisi kiralıyor ve enerji güvenliğini İsrail’in “manipülasyonuna bırakmamaya kararlı” bir tutum sergiliyor.
Bu hamleyle Mısır, Filistinlilerin zorla yerinden edilmesi konusunda hiçbir ekonomik baskıya boyun eğmeyeceği yönünde İsrail’e net bir mesaj veriyor. Anlaşmanın yenilenmesine yönelik müzakereler sırasında Kahire’nin büyük şirketlerle LNG tedariki için yoğun görüşmeler yürütmesi, İsrail tarafında rahatsızlık yaratıyor.
İsrail’in Mısır’a bağımlılığı
Analizde, İsrail’in kendi doğal gazını sıvılaştıracak tesislere sahip olmadığı ve bu nedenle ihracatın Mısır’daki sıvılaştırma tesisleri üzerinden yapılmak zorunda olduğu vurgulanıyor. Ayrıca İsrail’in Mısır pazarı dışında güçlü alternatiflere sahip olmadığı, mevcut seçeneklerin ya uygulanabilir olmadığı ya da İsrail gazını küresel piyasada rekabetçi fiyatlardan satmayı imkânsız kıldığı ifade ediliyor.
Mısır’da anlaşmaya yönelik toplumsal itirazlara rağmen hükümet, anlaşmayı siyasi değil “ticari bir işlem” olarak sunmaya çalışıyor. Mısır hükümeti yetkililerine göre anlaşma, 2040 yılına kadar Mısır’a “130 milyar metreküp İsrail gazı” tedarik edilmesini ve bunun değerinin “35 milyar dolara” ulaşmasını öngörüyor. Gaz, iki ülke arasındaki boru hatlarıyla Mısır’a ulaşıyor; Kahire’nin ihtiyaç duyduğu kısım doğrudan santrallere veriliyor, kalan kısmı ise İsrail adına sıvılaştırılarak Mısır’ın bu hizmetten ücret almasını sağlıyor.
Analizde, Mısır’ın bu miktarı uluslararası piyasadan LNG yoluyla temin etmesi halinde, fiyat farkı ve yeniden gazlaştırma maliyetleriyle birlikte toplam maliyetin yaklaşık “60 milyar dolara” çıkacağı ifade ediliyor.
Güvenlik ve jeopolitik eleştiriler
Buna rağmen hükümetin öne sürdüğü “saf ticari” gerekçe, anlaşmaya karşı çıkanların dile getirdiği güvenlik, ekonomik ve jeopolitik riskler karşısında ikna edici bulunmuyor.
Güvenlik eleştirmenleri, Mısır’ın enerji tedarikinde İsrail’e neredeyse “birincil derecede” bağımlı hale gelmesini “son derece tehlikeli” ve ulusal güvenlik için tehdit olarak görüyor. Bu kesimler, siyasi ilişkilerin bozulması halinde İsrail’in enerji kartını kullanarak Kahire’ye baskı uygulayabileceğini savunuyor. Hükümet, anlaşmada siyasi gerekçelerle gaz kesintisi yapılması halinde haklarını koruyan maddeler bulunduğunu öne sürse de muhalifler “gerçekliğin her zaman farklı işlediğini” dile getiriyor.
Jeopolitik eleştirilerde ise, düşman olarak görülen bir devletin hazinesine milyarlarca dolar aktarılmasının, o devletin bölgesel güç dengesini ve güvenlik kapasitesini güçlendirdiği savunuluyor. Analiz, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bu anlaşmanın ülkesinin ekonomisi için önemini defalarca vurguladığını; gelirlerin yaklaşık yarısının eğitim, sağlık, altyapı ve güvenliğe ayrılacağını söylediğini aktarıyor. Netanyahu, anlaşmanın İsrail’i “bölgesel bir enerji süper gücü” haline getirdiğini ve İsrailli tüketicilere daha uygun fiyatla gaz satılmasını sağladığını dile getiriyor.
Bir anlaşma karşıtı, bu açıklamaların Mısırlılar için “acı verici” olduğunu söylüyor ve “Mısır vatandaşları art arda gelen enerji zamları altında ezilirken, bu anlaşma İsrailli tüketicilerin gaz fiyatlarını sübvanse ediyor” ifadelerini kullanıyor.
Sözleşme şartları ve tartışmalar
Analiz, anlaşmayı pragmatik nedenlerle destekleyen bazı çevrelerin dahi çekinceleri bulunduğunu aktarıyor. Bu kesimler, küresel gaz fiyatlarının düşmesi halinde Mısır’a fiyat indirimi hakkı tanıyan bir maddenin anlaşmada yer alıp almadığını sorguluyor.
İsrailli “NewMed Energy” şirketi, Tel Aviv Borsası’na yaptığı açıklamada, anlaşmanın Mısır’ın ek miktarları satın alma ya da bedelini ödeme yükümlülüğünü güvence altına aldığını ve Brent petrolünün ortalama fiyatının “50 doların altına düşmesi” halinde Mısır’ın miktar azaltma hakkını ortadan kaldırdığını bildiriyor. Fiyatlandırma Brent petrolüne endeksleniyor; taban fiyat belirleniyor ve ikinci aşamanın başlangıcından “5 ve 10 yıl sonra” fiyat güncelleme mekanizmaları devreye giriyor. Anlaşmaya varılamaması halinde taraflar arzı “yüzde 30’a kadar” azaltabiliyor.
Hükümetin savunusu ve karşı anlatı
Mısır hükümeti, yoğun bir halkla ilişkiler çalışmasıyla anlaşmanın ülkeyi yeniden gaz ihracatçısı konumuna taşıdığını savunuyor. Ancak bu iddiaya şüpheyle yaklaşanlar bulunuyor. Eski bir yetkili, Zohr sahasındaki üretim düşüşü telafi edilmeden Mısır’ın ihracatçı konuma dönemeyeceğini ve yeni büyük bir saha keşfinin dahi “en az dört yıl sürecek” maliyetli yatırımlar gerektirdiğini söylüyor.
Bu eleştirilere karşı hükümete yakın kaynaklar, İsrail gazının günlük “850 milyon fit küp” olduğunu, Mısır’ın günlük tüketiminin ise yaklaşık “6 milyar fit küp” seviyesinde bulunduğunu ve bunun toplam tüketimin yalnızca “yüzde 12’sine” denk geldiğini ifade ediyor.
Devlet Enformasyon Servisi Sözcüsü Ziya Rişvan, anlaşmanın tamamen piyasa kurallarına tabi ticari bir sözleşme olduğunu belirtiyor ve siyasi yorumlara karşı uyarıda bulunuyor. Rişvan, anlaşmada ABD’li “Chevron” dahil uluslararası enerji şirketlerinin yer aldığını ve Mısır’ın Filistin meselesindeki tutumunun değişmediğini, zorla yerinden etmeye karşı olduğunu ve “iki devletli çözümü” desteklediğini vurguluyor.
İsrail’den farklı bir okuma
Analiz, İsrailli eski diplomat “Meir Cohen”in Sky News Arabia’ya yaptığı açıklamalara da yer veriyor. Cohen, anlaşmanın İsrail tarafından onaylanmasının Gazze’deki ateşkesin ikinci aşamasıyla eşzamanlı olmasını, iki ülke arasındaki “iyi ilişkilerin doğal bir göstergesi” olarak değerlendiriyor. Cohen, Mısır kamuoyundaki İsrail algısının pratik ilişkileri yansıtmadığını ve iki ülke arasında güçlü bir işbirliği bulunduğunu savunuyor; ancak Sina’daki bazı güvenlik meselelerinin ve İsrail büyükelçisinin Kahire’de göreve başlamamasının hâlâ sorun teşkil ettiğini belirtiyor.
Analizin sonunda bağımsız bir Mısırlı enerji uzmanının görüşlerine yer veriliyor. Uzman, anlaşmanın hükümetin “riskleri dağıtma ve gaz ihtiyacının bir bölümünü güvence altına alma” çabası olduğunu ifade ediyor ve “Hükümet 2027’ye kadar yerli üretimin artmasını bekliyor. Bu gerçekleşirse baskılar azalıyor; gerçekleşmezse Mısır ihtiyaçlarının bir kısmını rekabetçi bir fiyatla güvence altına almış oluyor” diyor.
Analiz, tüm siyasi ve ekonomik hesaplara rağmen bu anlaşmanın, hükümetin uzun süredir izlediği ve yoğun eleştiriler pahasına “siyasi ve ekonomik gerçekçilik” anlayışıyla hareket ettiğinin bir örneği olarak tartışmalı kalmaya devam ettiğini vurguluyor.